T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
İslâmcılık "millîlik" vasfını kaybediyor mu?

'Millet' kelimesi, XIX. yüzyılda Osmanlı entelijensiyasının 'Nation' kelimesine bulduğu bir karşılıktı... Bugün dilimizde 'ulus' kelimesiyle karşılanan ve tamıtamına bu şekliyle hiçbir dinî îma içermeyen 'Nation' kelimesi için o yıllarda bilhassa 'kavim' kelimesi değil, 'millet' kelimesi seçilmiş ve milliyetçiliğin içi –belki bugün için biraz yadırgatıcı bir kullanım olacak ama– dinî bir muhtevayla doldurulmuştu. 'Millet' Kur'anî bir kavramdı ve bilhassa "Millet-i İbrahim" terkibi küçük yaşlarından itibaren her müslüman çocuğunun zihnine nakşolunuyordu. Çünkü her müslüman çocuğuna asırlardır "Kimin zürriyetindensin?" suâline "Hz. Adem'in (a.s) zürriyetindenim"; "Kimin milletindensin?" suâline "Hz. İbrahim'in (a.s) milletindenim"; Kimin ümmetindensin?" suâline de "Hz. Muhammed'in (s.a) ümmetindenim" cevabını vermesi gerektiği öğretiliyordu. Bu nedenledir ki bizde yakın zamana değin 'milliyetçilik' dini dışarıda bırakan değil, bilakis asıl din'le birlikte anlamını kazanan bir eğilimin adı oluverdi.

Cumhuriyet milliyetçilerinin kendisine istinad ettikleri Kemalist söylemin dahî, zâhiri hilâfına, başından itibaren halkçı olmaktan ziyade, devletçi bir çizgi izlemiş olması, bu yüzden hâlâ tedkike muhtaç bir keyfiyet arzeder. Buradaki asıl neden, sanılanın aksine, İslâm'la araya mesafe koymak değil, denetlenmesi mümkün bir İslâm tasavvurunun, yani itaatkârlığını sürdüreceğinden kesinlikle şüphe edilmeyen bir Sünnî yorumun denenmişliği idi. Çünkü tabiatıyla halk tarafından rağbet edilen ve kolaylıkla ulemanın (devletin) denetimi dışına çıkabilen 'yorumlar', Anadolu'daki siyasî birliği zayıflatmak isteyenler dış güçlere (!) küçük müdahalelerle manipüle edebilecekleri büyük imkânlar sunuyordu; asırlarca sunmuştu da zaten. Bu denetimsizliğin yol açabileceği siyasî riski Cumhuriyet idarecilerinin farketmediklerini ya da ciddiye almadıklarını sanmak, olsa olsa sadedilliktir.

Cumhuriyet tarihinde bilhassa iki dönem, Menderes ve Özal dönemleri, görece dinî özgürlüklerin yeşerdiği ve şimdikilerin kullanmayı sevdikleri şekliyle "Halk İslâmı"nın kamu hayatında görünür hale geldiği/getirildiği zaman dilimleri olarak hatırlanır. Doğrudur! Bu görünüm, zahirine aldanılmadığı takdirde, fevkalâde dindarâne renklerle bezelidir. İslâmî yayınlar artmış, baskı altındaki halk dinî taleplerini biraz daha cesurâne seslendirebilmiş, kendisini inciten bazı resmî müdahalelerden vazgeçilmiş ve böylelikle güya mevzî başarılar (!) bile elde edebilmiştir. Ancak şurası unutulmamalıdır ki bu iki dönem, bu gelişmeleri mümkün kılan, hatta bile bile palazlandıran dış hâmilere siyasî bağımlılığı artırmış; halkın görece özgürlüğüne karşın, devletin bağımsızlığı kendisinden şüphe edilir hale gelmiştir.

Gözden ırak tutulmaması gereken bir diğer husûs da her iki dönemde de İslâmlaşmanın siyasî liberalizmin yanısıra iktisadî liberalizmin yedeğinde gelişmesine müsaade edilmesidir. Dinî hayatın canlanmasına mukabil hemen yanısıra ahlâkî tefessühün de derinleşmesi fevkalâde calib-i dikkattir. Meselâ bu dönemlerde –sembolik anlamıyla– Ramazanlar kadar Yılbaşılar da canlanmış, camilere giden müminlerin sayısındaki artış kadar gazino müşterilerinin sayısı da artmıştır.

Toplumun dinî hislerini ifade edebilmesi, dindar insanlar açısından nefes alabilmek için ihtiyaç duydukları bir "özgürlük" olarak algılanırken, siyasî irade, bu özgürlüğü dışarıdan kolaylıkla manipüle edilebilecek bir zayıflık sebebi olarak telakki etmiş ve dış baskılardan dolayı vermek zorunda kaldığı bu kozu ilk fırsatta geri almaya çalışmıştır.

"Ümmetçilik" adlandırması, siyasî literatürümüze İslâmcıların kendiliğinden seslendirdikleri, hatta benimsedikleri bir terim olarak girmedi; bilakis köklerinin dışarıda olduklarını îma maksadıyla bu ad kasden kendilerine yapıştırılmak istendi. 80 sonrasında her nedense İslâmcılar yaygın olarak "Evrensel İslâmî Hareket" deyimini kullanmaya başladılar ve "millî" kelimesi de iyiden iyiye geriye itildi. Şimdiyse tamamen vazgeçilmek isteniyor.

Bu milletin ne kaderi varmış ki her defasında özgürlüğü karşılığında bağımsızlığından, bağımsızlığı karşılığında ise özgürlüğünden vazgeçmek zorunda kalıyor!!!


1 Mart 2002
Cuma
 
DÜCANE CÜNDİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED