T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Kılınç'ın bombasının anlamı (2)

Avrupa Birliği gibi çerçeveler, "yeni bir demokrasi, yeni toplum, yeni egemenlik anlayışına geçişi" ifade eden "ulus-üstü siyasi birimler", sadece Türkiye için değil, bu çerçevelere katılan ve katılmaya aday tüm ülkeler için tarihseldir.

O ülkenin geleceği açısından hayati bir aşamayı ve kararı oluşturur.

Zira bu tür kararlar toplumun tüm bireylerini, hatta o toplumun henüz doğmamış üyelerini bile ilgilendirir. Ve bu tür aşamaların, özellikle demokratik sistemlerde alabildiğine tartışması doğal ve kaçınılmazdır.

Bu tartışma toplumun tartışmasıdır... Karar da doğal olarak toplumun yetkili kıldığı ve kendisine karşı sorumlu temsilcileri tarafından verilir.

Elbet, verilecek kararın oluşmasına devlet kurumları ve bürokrasi de katılır. Kurumların uzman ve sorumlu oldukları alanlardan hareketle görüş belirtmesi, karar çatısının oluşmasına katkıda bulunur.

Nitekim şu ana kadar bilinen tüm örneklerde böyle olmuştur; bazı ülkelerde referanduma kadar gidilmiştir.

"Olmayan, olması akla getirilemeyecek tek şey", bu kararın bu tür bir siyasi yetkisi bulunmayan, dolayısıyla hesap verme noktasında olmayan, yani siyasi sorumluluk taşımayan bir kurum tarafından, bürokrasi tarafından, özellikle askeri bürokrasi tarafından verilmesidir.

Böyle bir durum olsa olsa "yetki gaspı"nı ifade eder...

Demokratik karar sürecinin "temsil-katılım-yetki-sorumluluk" silsilesini altüst ederek dayatmacı bir düzene işaret eder.

Bizde olan da tam olarak budur...

Orgeneral Kılınç'ın söyledikleri ortada:

"Ülkenin milli menfaatlerini dikkate almayan AB yerine, Türkiye, ABD'yi de dikkate alarak İran ve Rusya'yla bir arayış içine girmelidir..."

Gözlemciler, yorumlarda ortada: "Bu sözler kişisel sözler değil, temsili sözler..."

Şimdi soralım:

Toplumun hiçbir şekilde karar yetkisi vermediği bir makam ya da kurum nasıl olur da, bu ülkenin geleceği hakkında ana kararı alma ya da bu kararı ciddi bir biçimde etkileme gücünü taşıyabilir?

Nasıl olur da Kılınç ve arkadaşları benim ve neslimin geleceği hakkında, hakkı olmadıkları bir kararı karar almaya soyunabilir, dahası bu ülkenin milli ve toplumsal menfaatlerinin neler olduğunun tespitini yapabilir? Beni ve neslimi dünya düzeninin ve çağın içinde çağdaş normlarla, zenginleşerek yaşamak yerine İran ve Rusya'ya birlikte yalnızlaşmaya itebilir?

Kimse "bağımsızlık ve güvenlik masalları" anlatmaya kalkmasın...

Tarih onlarca kez kanıtlamıştır ve kanıtlamaya devam etmektedir ki, "en sağlam güvenlik sistemi toplumsal nitelikli siyasi akıldan geçer" ve "bağımsızlık en sağlam güvencesini demokraside bulur"...

Yine tarih onlarca kez kanıtlamış ve hâlâ kanıtlamaktadır ki; devletin yapısını ve işleyişini sivilleştiremeyen, askeri otoriteyi sivil otoriteye tâbi kılamayan, hukuk, siyaset ve toplum düzeninde özgürlük ve eşitlik ilkelerine tâbi olamayan bir ülkenin demokratikleşmesi de mümkün olmaz. Böyle olunca fikir, düşünce ve örgütlenme özgürlüğü savunma ve güvenlik anlayışının bir parçası haline dönüşür. Bunu sağlamak ve daimi kılmak için asker karar mekanizmalarını etkilemekle kalmaz, içine sızmaya başlar. Siyasi konuları devletleştirir, tartışılmaz meselelere dönüştür; siyasi alanı askerileştirir ve siyasi partileri hareket edemez hale getirir. Bu durum ise ekonomiden siyasete, asayişten dış politikaya sorun üzerine sorun üretir...

AB'ye mesafe daveti ve Rusya-İran ittifakı önerisi, yukarıdaki tabloyu Türkiye açısından iyice net hale getirmiştir.

Dahası, liberal ve demokratların onca bedel bahasına bıkıp usanmadan altını çizdikleri, bu yüzden bir gerçeği, "askeri vesayet gerçeği"ni tüm çıplaklığıyla ortaya koymuştur.

Bu ülkede, siyasi partiler, kişiler ve aktörler günün birinde "esas"tan önce "usul"ü önemsemeyi öğrenirlerse, "söz ve eylemlerin doğruluğunu-yanlışlığını tartışma"dan önce "hukuki meşruiyetini tartışma"ya girişirlerse, hükümetler sırtlarını okşayıp, onlar konuşunca sinmek yerine yetkisini aşanları "görevden alma cesareti"ni gösterirlerse bilin ki, o gün Türkiye AB girmekten de büyük iş becermiş olacaktır.

Aksi halde asker her zaman haklı çıkacak, yanında 28 Şubat'ta olduğu gibi hep destekçi bulacaktır...

Ve fatura bu ülkeye, bu ülkenin demokrasisine ve geleceğine çıkacaktır.



10 Mart 2002
Pazar
 
ALİ BAYRAMOĞLU
ALİ BAYRAMOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED