T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Hainlerin, hiyanet damgası...

"Bu ülke, bu topraklar, bizimdir, bizim kalacaktır." Böyle dersek, her şeyi halletmiş mi oluruz?

Biz, bu tür "hamasî" lâfları, babalarımızdan duymuştuk:

"Girit bizim canımız, feda olsun kanımız" diye diye Girit'i, daha sonra da Oniki Ada ile Balkanlar'ı kaybetmiştik!..

Şimdi, Anadolu toprağına sığınmış bir halde, her şeyin çözümü için "Avrupa Birliği" ile gelin-güvey olmanın ayin ve şehrayin eğlencelerine kendimizi kaptırmış gidiyoruz...

Bizim, üç-beş yıl içinde, nice "general"imiz, örneğin Özkasnak ve Özbek gibilerin, iç siyaseti irdeleyen ve komşu ülkeleri de içine alan beyanlarda bulunmuş olduklarını unutmamız mümkün değil. Hele bir "Bir Çevik Bir lobisi ile fobisi" üzerine neler söylendiği, beşer hafızasından silinmiş değil...

Amma, bir MGK Genel Sekreteri bir iki cümle söylemiş ya, nerede ise"vatan haini" diye ipi çekilecek, saldırılara maruz kaldığını görüyoruz.

Dört yıldızlı paşa, Türkiye'nin gelecekteki çıkarları için, Rusya ve İran'ı da gözardı etmememiz gerektiğine işaret ettiği bir intiba bizde uyanmasına rağmen, bir sürü "güruh-i la-yuflihûn"un saldırısına muhatap oldu!..

Aslında bu tür vaveylâları, 57. hükümetin, MHP destekli "eski solcu" Başbakanı Moskova'ya gidip, Ruslar'la, Çeçenistan'daki ulusal bağımsızlık savaşı veren Çeçenler'i "terörist ilân" ettiğinde de, göstermeli değiller miydi?

Diyelim ki, "Kâbesi Moskova" diye çarpanlar buna alkış tutarlardı da, Kırım'da, Ahıska'da, Taşkent ve Buhara'da, Çin Seddi'ne kadar uzanan coğrafyada asırlardır ezilip horlanan, "dindaş ve ırkdaşlar"ın, arta kalan "gardaşlar"ın soyu-sopu için reva görülen dil ve din baskısı karşısında gereken hassasiyeti, MHP'den sonra ANAP da göstermeli değil miydi?

Şimdi bakıyoruz ki, MGK Genel Sekreteri Orgeneral'in üstüne üstüne gidenler, allı-ballı bir konutta, kelli felli yemek sofralarında oturup ahkam kesenler oluyor da, kimse dedesinin Girit'te veya Rodos'ta, veya hatta Selânik veya Manastır'da ne gibi eza-cefaya maruz kaldığının hesabını sorma, istek ve ilânı peşinde koşmuyor!..

Çünkü bu adamlar, "Mütareke"de, işgalcilerle kadeh tokuşturup, bilmem ne çayırında, İngiliz ve "müttefik" askerleri ile ayak topu maçı yapıyorlardı. Geceleri de işgal kuvvetlerinin komutanlarının "leydi"lerinin verdiği kokteyle katılıyorlardı!..

Herkes "Batı Batı" derken, nice vatan evladı, "Ah vatanım" diyerek can vermiş de, bir tek "tek gözlü mehîb Annibal'ın adamları" mı, buna alkış tutmuşlardı?

Bir "Mustafa Kemal Paşa"nın zuhuru ile, bir de "mübadele" ortaya çıkınca, dışardan gelenler, gidenlerin "düzlük ve münbit arazileri"ne yerleşmekte gecikmediler! O zaman da, yedi yıl önce (1917'de) Mustafa Kemal Paşa'nın Von Kreşş ile Falkenhayn Paşa'ya karşı "vatan toprağını korumada, orduya Müslüman kumandan gerekli" tezi ile, şimdiki Filistin halkına umut veren sözleri, aynen MGK Genel Sekreteri Paşası gibi, itham ve suçlamaya mı hedef olacaktır?

Bir Türkiye'nin mazisi ve geleceği, Balkanlar kanalıyla Avrupa'ya uzanıp, "entegre" olmaya bağlı değildir.

Bugün Büyük Selçuklular'ın merkezi Merv'den başlayıp, Türkmenistan ve İran kadar, Kafkaslar ile Anadolu'yu da içine almaktadır.

Yine bugün, dikkat edilirse, Orenburg ve Kazan'dan Doğu'ya ve Güney'e doğru uzanan geniş coğrafya'da yapılan "Türklük talışmaları"nın temel harcını Rus kökenli "Türkolog"lar teşkil etmektedir...

Bütün bu çalışmalara gözümüzü kapatıp, kulaklarımızı tıkamamız mı gerekirdi?

Acaba, Genel Sekreter Kılınç Paşa'nın bunlara ve özellikle de İran'la olan tarihî ve kültürel ilişkilerimizin bir boyutu olarak, Molla Camii, Genceli Niyazi, Fuzulî ve Mevlana'ya mı parmak basar, onlarla vücut bulan geniş kültür ve hars birliğine kucak açmamız gerekmez miydi şeklinde birtakım ipuçlarını aralamak gibi bir niyet veya hedefi olamaz mıydı?

Amma adamların derdi başka: Bizim her şeyi ile komşu ve din kardeşlerimizle din ve kültür bağlarını koparmamız, tamamen "yabancılaşmış" bir toplum olarak, Batı içinde eriyip gitmemize endeksli bir, ahval-i pür melal, özentisi!..

Şimdi de kalkıyor, Afganistan'da "Türk usulü ordu ihdâsı" gibi bir ABD ve müttefiklerinin verdiği söylenen bir tarihî sorumluluğun propagandistliğine girişen sadistlerin yaygaraları kapladı etrafı!..

Bizde, "müttefik" kelimesi, askerî anlamda ele alınırsa, bu ülke insanının aklına, "İstanbul'u işgal eden müttefikler" ile Anadolu'yu paylaşmaya kalkışan "müstevliler" tarihin sayfalarından kan ve insan cesedi ile fışkırıp çıkar da, bu "müstağribe" ve baştan beri giderek "mandacılıkla" beslenen "Amerikanofiller"in boynuna bir vebal yaftası olarak kala-kalır!..

Bir "Dünya Kadınlar Günü" kutlamasında, birçok yerde kutlamalar sürüp gitti. O günlerde, halen devam eden, birçok İmam-Hatip Lisesi'nin kapısında, yeni erginlik yaşına girmiş kızlarımıza coplar reva görülüp, kelepçelere muhatap olurken, niçin hiç kimse buna işaret edip, "İslamî kimlik ve tavır" üzerine, binlerce evladımızın velileri tartaklanırken ses çıkarılmadı?

Bu tür ajite edici yorumları gördükçe, sürekli Endülüs Emevileri'ni yok etmek için bir araya gelen İzabelle ile Ferdinand'ın kanlı kılıcı ile İspanyol Flamengosu tarih sayfalarından akıp günümüzün önüne gelir dayanır!..


10 Mart 2002
Pazar
 
SADIK ALBAYRAK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED