T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
"- Anahtar nerde? / - Suya düştü!"

Bir grup gazeteci iki hafta kadar önce üç baronun açıklamasını dinledik. Konu malum; "Üç kapı / Üç kilit" olarak formüle edilen ve "ölüm orucu" eylemleriyle protesto edilen "F Tipi" cezaevlerindeki düzene ilişkin bir çözüm arayışı... İstanbul, Ankara ve İzmir barosunun düzenlediği toplantıyı herkes ikna olmuş olarak terketmişti. "F Tipi" cezaevlerinde bir koridorda bulunan üçer kişilik üç "oda"nın kilitleri açılacak ve günlerini bu mekanlarda geçiren toplam 9 tutuklu/mahkûma gündüz saatlerinde bir arada olma fırsatı verilecekti. Baroların bu önerisi özellikle önemliydi, çünkü söz konusu öneri tutuklu/mahkûmların "olur"unu almıştı. Yani "üç kapı"nın kilidi açılırsa, hiçbir "medeni ülke"nin gündeminde olmayan ama ne yazık ki bizde giderek "kanıksanan" ölüm oruçları son bulabilirdi...

Geçtiğimiz günlerde Adalet Bakanı'nın "Üç kapı / Üç kilit" önerisine sıcak bakmayan açıklamalarıyla karşılaştık. Adalet Bakanı, öneriyi "gerçekleştirilemez" nitelikte buluyor, birtakım yasal ve idari engeller sıralıyordu. Bakan'a göre, "öneri"den bağımsız olarak belki bazı "iyileştirmeler" yapılabilirdi; ancak bunun tasarlanabilmesi için bile "ölüm oruçları"na şartsız olarak son verilmesi zorunluydu.

Yine bir grup gazeteci olarak geçtiğimiz pazartesi akşamı da Adalet Bakanı'nın davetlisiydik. Bu kez de, bakanlık üst yönetimiyle birlikte toplantıya katılan Adalet Bakanı'nı dinledik. Neydi bu "Üç kapı / Üç kilit" meselesi? Bakanlık öneriyi nasıl değerlendiriyordu?

Gecikmeden söyleyeyim; davetli gazetecilerin büyük çoğunluğu bu kez, toplantıyı "ikna olmadan" terketti! Adalet Bakanı'nın bizce anlamsız ve işlevsel olmayan "katılığı"nı bile yeterli görmeyip, "tiretman"da çok daha ısrarlı olan birkaç gazeteci tabii ki yok değildi; ama söylediğim gibi, büyük çoğunluk açısından Adalet Bakanlığı'nın tezleri herşeyden önce bir iç tutarlılıktan çok uzaktı. Aydın Engin ve Oral Çalışlar, meseleyi çok daha yakından izledikleri için makul değerlendirmeler yaptılar. Gülay Göktürk, niçin "ikna olmadığını" iyi temellendirdi. Ataol Behramoğlu, Bakan'ın ısrarla tekrarladığı "cezaevinde meslek edindirme" politikasının "F Tipi"ndeki (birçoğu üniversiteli) tutuklu/mahkûmlar için nasıl anlamsız bir öneri olduğunu çok iyi açıkladı. Akşam'ın "en" ve "tek" liberal yazarı İzzet Sedes, Avrupa Konseyi'ndeki tecrübelerinden hareketle "Meclis'te pankart açan gençlerin nasıl terörist olarak kabul edildiğini" çok yerinde bir soruyla dile getirdi. Abdurrahman Dilipak'ın yaklaşımı da yerindeydi. Ve (belki inanmayacaksınız!) Adalet Bakanı'nın "şartlı iyileştirme" olarak ifade edebileceğimiz önerisinin olağanüstü bir analizini de Güngör Mengi'den dinledik... Söz alanların hepsi bu kadar değildi tabii; ama yerimiz azaldığı için burada kesiyorum.

İsterseniz şimdi de, soru/cevaplara biraz daha yakından bakalım: Adalet Bakanlığı'nın "Üç kapı / Üç kilit" önerisini hiç mi hiç ciddiye almadığı ortada. Bakanlık'a göre, "F Tipi"nde uygulamaya konulan infaz sistemi neredeyse "ideal" bir sistemdir. Bir takım "iyileştirmeler" yapılması gerekiyorsa, bunun niteliğinin ve zamanının tayini sadece Bakanlık'ın iradesi altındadır. Bakanlık, "tiretman" tabir edilen "spor, kütüphane, satranç, iş atölyesi" gibi faaliyetleri "F Tipi" sakinlerinin "sosyal" yaşamları için (yani kısaca "insan" olabilmeleri için) çok etkili ve yeterli bulmaktadır. Ama belki bazı düzenlemeler yapılabilir; ama bunlar da "ölüm oruçları"nın kaldırılmasına bağlıdır. Bakanlık'ın elinde (aynı yönde birçok sorunun cevabı olarak ortaya çıktığı gibi) "terör suçluları"nın kaçta kaçının şiddete bulaştığı, kaçta kaçının "afiş asmak, bildiri dağıtmak" gibi demokrasilerde asla memnu olmayan haklardan dolayı "F Tipi" cezaevlerinde bulunduğuna dair hiçbir çalışma ve bilgi yoktur. Bakanlık'ın tek derdinin, böyle benzer sınıflamalar yapmadan (ya da bu işleri kendisine dert edinmeden) elindeki şu kadar tutuklu/mahkûmun hangi "cezaevi güvenliği" koşulları içinde kapatılabileceğini hesaplamaktan ibaret olduğu açıktır. Bakanlık, halihazır infaz sistemi hakkında bir taraftan bazı "tereddütler" (çünkü yolda olduğu açıklanan "L Tipi" cezaevlerinde 7 kişinin bir arada olması planlanmakta ve eğer "ölüm oruçları"na son verilirse 10 kişinin haftada 5 saat "sohbet" için bir araya gelmelerini düşünebileceğini ifade etmiştir) taşırken, diğer taraftan sanki yüzyıllardır süren, oturmuş, yerli yerinde bir "sistem"i savunur gibidir.

Sonuç olarak, Adalet Bakanı'nın açıklamaları hiç mi hiç tatmin ve ikna edici değildi. Toplantıda Bakan'dan sonra söz alan Cezaevleri Genel Müdürü'nün açıklamaları da bu nitelikteydi. Hatta ne oldu biliyor musunuz? Genel Müdür mesele hakkında bilgi vermek için tepegözün yanına geçince, perdeye yansıyan ilk "dia"nın Atatürk'ün cezaevleriyle ilgili birkaç sözü ve birkaç fotoğrafından oluştuğunu hayretle gördük! Ve ben de dahil birkaç gazeteci Bakan'a ve kendimize şöyle sorduk: "F Tipi"nin "tiretmanı" bu toplantıya kadar ulaşmış görünüyor!

Yazıyı bitirmeden, Adalet Bakanı'na yönelttiğim "F Tipi" dışı bir soruyu ve aldığım cevabı da aktarmak isterim. Bakan'a özetle şöyle sordum: "Gazetelerde Kürtçe'nin 'seçmeli dil' olarak kabul edilmesini isteyen üniversite öğrencilerinin gözaltına alındığını ve Adalet Bakanlığı'nın savcılıklara gönderdiği bir yazıda bu kişilerin 'örgüt üyesi olmak' açısından değerlendirilmelerinin istendiği yolunda haberler var. 'Dilekçe hakkı'na böyle bir 'tiretman' uygulamak sizce (bir Bakan ve hukuk profesörü olarak) doğru mu?"

Ve işte Bakan'ın cevabı: "Siz o dilekçelerde ne yazdığını biliyor musunuz?"

Moralim çok ama çoook bozuldu; umudum daha da kırıldı...


16 Ocak 2002
Çarşamba
 
KÜRŞAD BUMİN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED