T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
AB hakkında

AB'ye girmeye muhalif olmanın şartları, hükmü ve sonuçları üzerine kısa bir yazı yazmıştım. Yazıyı kendilerine göre yorumlayan/anlayan iki okuyucunun itiraz veya uyarılarını (ikincisini özetleyerek) aktaracak ve kısaca bizim maksadımızın ne olduğunu bir daha açıklayacağız.

"Sayın Hayrettin Karaman Hoca!

Son zamanlarda Avrupa Birliği'ne girme konusuna ne kadar müsamahakar baktığınızı görüyor ve hayret ediyorum. 28 Şubat süreci belki de amaçlarından birine daha erişiyor... Dindarlara yapılan zulüm, baskı dindar münevverlerin Avrupa Birliği yanlısı olma... hatta partileri vasıtasıyla bu sürece katkıda bulunma sonucunu doğuruyor. Devletin bu faşizan ve ceberrut tutumunun altında uzun süreli bir plan yatıyor. İmparatorluk bakiyesi bu toplumu, ona en büyük enerjiyi sağlayan dini değerlerinden yoksun bırakmak ve böylece yeryüzünde etkin bir güç olmasını engellemek, keza fuhuş, sömürü, faiz düzenlerini devam ettirmek. Bugün Avrupa Birliği'ne destek verenler büyük bir vebal altına giriyorlar. Yarın eşcinsellerin evlenmesi ve kamuya açık yerlerde uygunsuz davranması devletin garantisi altında olacak. Lezbiyenlik yaygınlaştırılacak. Televizyonlarımızda sansürsüz porno filimleri oynatılacak... vs... vs... Hangimiz neslimizi, dinimizi koruyabileceğiz böyle bir ortamda... Sorarım size... Selametle. M. Yazıcı."

Recep Karagöz daha uzun bir mektup yazmış, Avrupa'da yaşayan Müslümanlar'a karşı uygulanan çifte standardı, asimilasyon faaliyetini ve din özgürlüğü konusundaki baskıları örnekler vererek anlattıktan sonra ve şöyle demiş:

"Bu paragraflardan ve yazının diğer paragraflarında soru şeklinde ileri sürdüğünüz görüşlerinizden çıkardığımız sonuç şudur: AB din ve düşünce özgürlüğünün ve bunların teminat altına alındığı yegane ülkeler topluluğudur. Böyle olmasını temenni ederiz, fakat gerek 27 yıllık Almanya tecrübelerimiz gerek sivil toplum kuruluşlarında yaptığımız çalışmalar esnasında yaşadığımız zorluklar ve gerekse merkezi Almanya'da bulunan İnsan Onuru ve Hakları Örgütü Başkanlığı döneminde edindiğimiz/yaşadığımız acı tecrübeler, AB'nin din ve düşünce özgürlüğü konularında tam bir ikirciklilik içinde olduğunu açıkça göstermiştir. Ki bunların bir çoğuna şahit olduğunuzu yakinen bilenlerdenim... Yer darlığından ötürü yazınıza dair mülahazalarımıza burada son vermek zorundayız. Hülasa, AB ülkelerinde Hıristiyan olarak yaşıyor iseniz din özgürlüğünüz bulunmaktadır, yok eğer Müslüman olarak yaşamak istiyorsanız en temel haklarınız dahi çiğnenmektedir. Oysa makalenizde, Müslüman bir halkın en başta din özgürlüğü için AB'ye evet fikri öne çıkmaktadır."

Yıllarca önce Avrupa Birliği bir ekonomik işbirliğinden ibaret iken bu birliğe girmemizin faydalı olabileceğini söylemiştim. Sonra bu birliğin mevzuatı, kapsamı ve amacı önemli ölçüde değişti, Avrupa Topluluğu, derken Avrupa Birliği oluştu. Bu değişiklik üzerine ben çeşitli yazılarımda ve konuşmalarımda bu birliğe dahil olmamızın caiz olmadığını; varlık, değerler ve çıkarlarımızı korumak için başka alternatifler üzerinde durmamız gerektiğini yazdım, bu arada İslam Birliği'ni savundum (İslam'ın Işığında Günün Meseleleri, Laik Düzende Dini Yaşamak, Hayatımızdaki İslam isimli kitaplarımıza bakınız). İtiraz edilen son yazımda da AB'ye girmeyi desteklemedim, yalnızca buna karşı olanlara bazı sorular sordum, tutarlı ve tedbirli olmaları gerektiğini hatırlattım. Bir daha hatırlatayım: Bugün Türkiye şeriatla mı idare ediliyor, genel ahlakımız İslam ahlakı mıdır? "Hangimiz neslimizi, dinimizi koruyabileceğiz böyle bir ortamda... Sorarım size..." diyen kardeşimize ve lezbiyenliğin, eşcinselliğin yayılacağını, televizyonlarda porno filimlerinin gösterileceğini ileri süren diğerine ben de şunu sormuş oluyorum: "AB dışındaki Türkiye şartlarında daha iyi koruma imkanlarınız mı var?" Ben Avrupa'da porno filimlerinin genel televizyonlarda oynatıldığını görmedim ve duymadım. Porno dışında kalan açık saçık filimler ve programlara gelince bizimkiler onlardan geri kalmıyorlar. Dün Bosna'da ve Afganistan'da, bugün Keşmir, Çeçenistan, Filistin'de Müslümanlar'ın kanı akıyor, servet ve namuslarına tecavüz ediliyor; bunlara karşı dünya Müslümanları ne yapabiliyor? Yoksulluk ve zillet Müslümanlar'ın kaderi veya İslam'ın ön şartı mıdır? Elbette değildir, peki Müslümanlar ne zaman ve nasıl izzet ve servete kavuşacak, maddi ve manevi değerlerini koruyacak, dünyanın karşısına farklı ve yüce bir medeniyeti temsil ederek çıkacaklar? Sevgili Peygamberimiz "Yoksulluk insanı inkarın sınırına kadar götürür" buyurmuşlardır. Zengin ve zalim topluluklar, yoksulları ve zayıfları sömürmeye devam ediyorlar, ya karşılarında veya içlerinde olarak bu gidişe bir dur demek gerekmiyor mu?

AB'ye girmenin caiz olması zarurete; yani maddi ve manevi varlığınızı korumak için başka çarenizin kalmamış olmasına bağlıdır; ben de yazımda ya dertlere (adım adım yok oluşa doğru gidişe) çare bulalım veya zarureti devreye sokalım dedim. O yazıyı, AB'ye girmeye değil, ona alternatif oluşturmaya bir teşvik ve destek olarak okumak da mümkündür.


28 Temmuz 2002
Pazar
 
HAYRETTİN KARAMAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED