AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
'İslamcı terörü' tartışalım ama...

"Dinci terör, İslamcı terör" tartışmaları doğrusu beni ürkütüyor. Elbette Müslüman bir toplumda da sapkınlığa düşen, cinayet işleyen bireyler ve terörist gruplar olur, nitekim oluyor da. Ancak her kanlı olaydan sonra, ısrarla ve inatla neredeyse bütün bir toplumun inançlarını, İslami hassasiyetlerini sorgulamaya dönük "sürek avı" kampanyaları başlatmanın arkasında başka niyetlerin olduğunu seziyorum.

Nitekim, son dönemde gazetelerde yayınlanan haberleri inceleyen dikkatli bir göz, Türk medyasının neredeyse her olumsuzluğun arkasında bir "İslam" olgusu arayışı içinde olduğunu görecektir. Damarlarında hala "28 Şubat kanı" dolaşan medyamızın bazı "küçük darbeciler"nin ve ana luhalefet partisi CHP'nin elinden gelse, bazı şehirlerin ve varoşların abluka altına alınıp "insan avı" başlatılmasını isteyecekler. Mesela, bombalama olayları ile ilgisi olduğu varsayılan zanlılar yurtdışında olsalar bile getirilip teker teker adaletin terazisine teslim edildikleri halde, CHP lideri Baykal'ın hükümeti terör karşısında "acizlik"le suçlamasını nasıl anlamalı? Aslında Baykal'ın sıkıntısı başka... O demek istiyor ki: "neden hala şehirleri, varoşları abluka altına alıp 'cadı avı' başlatmıyorsunuz?" Çünkü CHP'nin geleneğinde eline sopayı alıp halkın tepesine binmek var. Şimdi böyle "otoriter" bir uygulama göremedikleri içinde kan ter içinde kalıyorlar...

Oysa Başbakan Erdoğan, çok açık bir şekilde, "kutsal değerlerin ismini zikrederek teröre, zulme ve çirkinliğe yönelenler, hem kutsal değerlere hem de insanlığa karşı suikast tertip etmektedirler. Terörist eylem ve hareketlerin tamamını hangi fikri savunduğuna, hangi inanca sahip olduğuna ve neyi amaçladığına bakmaksızın mahkum ediyoruz. Dikkatimiz, dünya üzerindeki milyonlarca insanın kalben bağlı olduğu inanç ve fikir bütünlükleriyle terör arasındaki mesafeyi korumak noktasındadır. Bu sadece kendi dinimiz için gösterdiğimiz hassasiyet değildir. Tüm insanların tüm kutsal değerleri için aynı dikkate sahibiz. Terör asla bir semavi dinin, bir hissiyatın, bir milletin, bir coğrafyanın, bir kültürel bütünlüğün parçası olamaz" diyor.

Ancak Erdoğan, çok önemli bir noktanın daha altını çiziyor: "Ne istikrar adına demokrasi eksiltilecektir, ne de demokrasinin istikrara dönük bir zaaf üretmek için kullanılmasına izin verilecektir"

Eğer, Tayyip Erdoğan'ın yerinde Ecevit, Baykal ve benzeri bir başbakan olsaydı, toplumda "çatışmacı" rüzgarlar eser, meydanlar "İslamcılara ölüm" mitingleriyle sarsılırdı. Oysa şimdi, bütün demokratik ülkelerde olduğu gibi toplum bir taraftan yaralarını sarıyor, diğer taraftan ise yasal prosüdür işliyor.

Bugün "İslamcı terör" vurgusunda ısrar edenlerin, geçtiğimiz yıllarda yaşadığımız kanlı Hizbullah terör örgütü olayını yeniden hatırlamalarında yarar var. Bütün bir topluma büyük acılar yaşatan bu "kanlı" örgütü PKK'ya karşı kullanan kimdi peki? Dönemin kudretli paşası Teoman Koman'ın ifadesiyle Türkiye Cumhuriyeti devleti...

Peki sonuçta ne oldu, devleti bulaştığı karanlık ilişkileri sorgulayıp bu ayıptan kurtarabildik mi? Hayır, çünkü işin ucu "dokunulmazlar"a uzandığı için sadece "İslamcı terör" çığlıklarıyla yeri göğü inletip teselli bulduk. Evet, bu Müslümanların bulaştığı bir terördü, peki onları besleyip büyüten dokunulmaz amcalara ne oldu? Her zamanki gibi, Türkiye yine onlarla gurur duyuyor!

O gün, Hizbullah'ın arkasındaki güçleri sorgulayıp sağlıklı bir sonuca ulaşamadığımız için, maalesef bugün o vahşetin uzantıları bizi yeniden yakıyor.

Yine aynı şekilde Susurluk olayında da "çete" iddiaları karşısında teneke çalarak, mumları yakıp söndürerek kendi kendimizi teselli etmedik mi? Daha da önemlisi, o dönemde "çeteler" için mum söndürme eylemi yapanlar, çetelerin arkasındaki "güç odakları"na değil, İslami hassasiyetlere küfretmediler mi? Susurluk olayı ile başlayan sürecin sonunda "çeteler" değil, halkın hür iradesiyle seçilen siyasal iktidar alaşağı edilmedi mi?

Oysa Susurluk Komisyonu'nun hazırladığı tüyler ürpertici rapor kanımızı donduracak nitelikteydi. Ama biz onu da tartışıp sorgulayamadık, "siyaset-mafya-bürokrasi" üçgeninin maharetli(!) ellerini bir türlü göremedik. Gerçi bazı "korunaklı" bürokratların Komisyon'a bilgi vermeyi reddettikleri gün, "Susurluk işi"nin gerçekten "fasafiso" olduğu anlaşılmıştı. Ve sessiz sedasız Susurluk'u da unutuverdik. Çünkü devletimizin selameti için böyle olması gerekiyordu...

Evet, bugün yaşadığımız "vahşi saldırıları" gerçekleştirenler maalesef Müslüman kimlikli insanlardır ve bunu yapanlar teröristtir. Bunu böyle tanımlamaktan ve tartışmaktan kimsenin gocunacağını sanmıyorum.

Ama gelin, bu olayların başlangıcını oluşturan Hizbullah'ı kullanan devletin kurumlarını da tartışalım. Mesela, Susurluk Komisyonu'na bilgi vermeyen apoletli bürokratlar için geçmişte bir satır bile yazmayan, yazamayan aydınları da tartışalım.

Mesela, önce Taliban'ı kurup kullanan, 11 Eylül'den sonra terörist ilan eden Amerika'nın şu günlerde Taliban'la pazarlıklar yaptığını görmezden gelen ama Müslümanları "Taliban yanlısı" olmakla suçlayan yazarların, aydınların Amerikan hayranlığını da tartışalım.

Mesela, dün olduğu gibi bugün de "İslamcı terör" tanımlamasının arkasından birilerinin, bütün Türkiye'de inançlı insanlara karşı yeni bir "sürek avı" beklentisi içinde olup olmadıklarını da tartışalım.


3 Aralık 2003
Çarşamba
 
MEHMET OCAKTAN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED