T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Tezkere reddedildi siyaset güç kazandı

Hükümetin TBMM'ne sevk ettiği tezkerenin reddedilmesinin yankıları uzun bir süre devam edecektir. Bunun sonuçlarının ne olacağı önümüzdeki dönemde görülecektir.

Bu olayın Türk siyasetinin içinde bulunduğu genel niteliklerini ortaya koyması bakımından ayrı bir öneme sahip olduğu belirtilmelidir. Olayın mikro düzeyde Ak Parti açısından, makro düzeyde ise siyasetin genel işleyişi açısından üzerinde durulması gereken önemli özellikleri vardır.

Önce Ak Parti açısından kendini ele veren özelliklere işaret etmemiz gerekir.

TBMM'nde üçte iki çoğunluğa sahip iktidar partisinin kendi hükümeti tarafından gönderilen tezkereye destek vermemesi ve yaklaşık dörtte bir oranında bir milletvekili sayısının ret oyu vermiş olması, Ak Parti grubunun kendi içerisinde sanıldığı kadar homojen bir gövde olmadığını ortaya koymaktadır. 362 kişilik bir parti grubunu yönetmenin, ortak politikalar etrafında bütünleştirmenin ve belli bir disiplin dahilinde tutmanın zorluğu ortadadır.

Ak Parti grubu homojen değil...

Konu sadece parti grubu açısından değil hükümet açısından da üzerinde durulmaya değer. Zira söz konusu tezkerenin Bakanlar Kurulunda görüşülmesi ve tartışılması sırasında bazı bakanların "kerhen" imzaladıkları ve Mecliste ret oyu verdikleri haberleri ortadadır. Demek ki hükümet dahi kendi içerisinde belli bir bütünlüğe sahip değildir. Bu durumun Ak Parti grubuna bakıldığında normal karşılanması gerektiği söylense de hükümetin başarısı ve uzun vadeli icraatları açısından sorun olacağı düşünülebilir.

Bu olayın Ak Parti üzerinde herhangi bir olumsuz etkiye yol açmayacağını beklemek doğru değil. Eğer bu reel durumdan hareketle parti yönetimi bazı tedbirler almaz ve benzer yeni gelişmelerin önü alınmazsa milletvekillerinde parti içi muhalefet ve farklı davranma alışkanlık haline gelebilir ve bu da uzun vadede partinin bütünlüğüne zarar verebilir.

Parti yönetimi konuyu demokratik çerçevede değerlendirmiştir ve bu son derece önemlidir. Fakat bunun hükümete karşı bir duruş olduğu, kendi hükümetince sevk edilen tezkereye destek verilmediği gerçeği görülmezlikten gelinmemelidir.

Bazıları konuyu güvenoyu ile ilişkilendirmekteyse de böyle bir ilginin kurulması imkansızdır. Tahminim yarın hükümet güvenoyuna baş vursa partisinin tam desteğini yine alacaktır.

Ak Parti yönetiminin böylesine önemli konuda grup kararı almamış olması eleştirilmektedir. Oysa ki bu tutum asla eleştiri konusu olmamalı, milletvekillerinin özgür iradeleriyle oy kullanmalarına imkan verilmiş olmasından dolayı takdir edilmelidir. Parti yönetimi grup üzerindeki gücüne ve haklılığına inandığından böyle bir yola gitmişti, ancak anlaşılmıştır ki gerek Başbakan Gül, gerekse Genelbaşkan Erdoğan'ın grup üzerindeki kontrolü sanılığı kadar mutlak değil ve belli marjlar içerisindedir.

Milletvekilleri değil CHP ret oyu vermiştir...

Tezkerenin reddedilmesi muhalefetteki CHP açısından da önemli gelişmelere imkan vermiştir. CHP her ne kadar tezkerenin reddinden dolayı büyük bir mutluluk duyuyorsa da aslında bu süreçteki tutum ve davranışı çeşitli sorunların uç vermesine yol açacaktır.

Öncelikle bu partinin ret oyu vermek için grup kararı alması asla doğru bir tutum değildir. İktidar partisi bile grup kararı almazken muhalefet partisinin kendi milletvekillerine güvenmediğinden grup kararı alma ihtiyacını duyması üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Bundan dolayı CHP milletvekilleri tezkereye ret oyu vermiş değildirler, partinin kararını yerine getirmişlerdir. Acaba parti milletvekillerini serbest bıraksaydı evet oyunu kullanan olur muydu?

Diğer taraftan CHP'nin tezkere ile ilgili tutumu da sorunlu olmuştur. Bilindiği gibi iki maddelik tezkerenin birinci maddesi Türk silahlı kuvvetlerinin yurt dışına gönderilmesi, ikinci maddesi ise yabancı silahlı kuvvetlerinin Türkiye'ye kabulü ile ilgiliydi. CHP iki maddelik tezkerenin birbirinden ayrılmasını istiyor ve birinci maddesindeki Türk silahlı kuvvetlerinin Kuzey Irak'a gönderilmesini savunuyordu. İkinci maddesindeki yabancı silahlı güçlerin kabulüne karşı çıkıyordu.

İlk bakışta bunda yadırganacak bir durum yok gibi gözükse de "savaşa karşı" ahlakî bir duruş sergileyen bir partinin, hareketin veya kişinin böylesine ikircikli bir tavır takınması ciddi bir çelişkidir. Ahlakî bakımdan "savaşa karşı" olan her halükarda savaşa karşı çıkmak durumundadır. Bu bakımdan sosyal demokrat bir kimliğe sahip olduğunu her fırsatta dile getirmeye çalışan CHP'nin bu tutumu kendi ideolojik zemini, kimliği ve tutarlılığı açısından sağlıklı bir görüntü vermemiştir.

Demokrasi sokaklara egemen halk eğilimleriyle hükümet politikaları arasında olumlu bir bağ tesis eden bir sistemdir. Bu bakımdan ülkenin sokaklarında kitleler tezkereye ve savaşa hayır sloganları ile yürürken, ülke nüfusunun ekseriyeti karşı bir duruş sergilerken temsilcilerinden oluşan Meclisin bunu görmeyip seslere kulak tıkaması ve hükümetten gelen tezkereye evet demesini beklemek doğru olmazdı. Halkın eğilimi ile temsil kurumunun tutumu arasında doğrusal bir ilişkinin tesisi anlamında bu olay demokrasiye hizmet etmiştir. Ama bunun kısa ve uzun vadede ne getirip ne götüreceği ayrı bir konudur.


4 Mart 2003
Salı
 
DAVUT DURSUN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED