T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K R O N İ K  M E D Y A
'Pekçok olay sırf biz önceden haberini yaptığımız için gerçekleşmiştir...'

TBMM'nin "tezkere"yi reddetmesinin ardından bazı gazetelerde çıkan haber ve yorumları okuyup da Orhan Pamuk'un "Kar" adlı romanında bir gazetecinin söylediği bu özlü cümleyi hatırlamamak mümkün mü? Bakalım "piyasalar" son iki gündür yazıldığı gibi "sopa"yı kaldıracak ve hükümet böylece bugün (Salı) TBMM'ye yeni bir tezkere göndermek zorunda kalacak mı?

Burada bir vesileyle daha önce de anlattığımız hikâyeyi hatırlayalım: Orhan Pamuk'un "Kar" romanının kahramanı Ka, "Cumhuriyet gazetesi adına belediye seçimlerini izlemek üzere" Kars şehrine gelmiştir. İlk gün, Serhat Şehir Gazetesi'ni ziyaret eder. Gazetenin sahibi, erkenden basılan ve dağıtılmayı bekleyen ertesi günün gazetelerinden birini Ka'ya uzatır. Ka, birinci sayfanın en önemli haberinde kendi adını da seçer. Haberde, "Halkçı, Atatürkçü ve aydınlanmacı piyesleriyle, bütün Türkiye'de tanınan Sunay Zaim Tiyatro Kumpanyası"nın "dün gece"ki gösterisinin büyük bir ilgiyle karşılandığı yazılmakta, gösteride, Ka'nın da yazdığı son şiir olan "Kar"ı bizzat okuduğu belirtilmektedir.

Ka, habere itiraz eder: "'Kar' adlı bir şiirim yok, akşam da tiyatroya gitmeyeceğim. Haberiniz yanlış çıkacak."

Gazete sahibi hiç telaşlanmaz, şöyle der Ka'ya: "O kadar emin olmayın. Daha olaylar gerçekleşmeden haberini yazdığımız için bizi küçümseyen, yaptığımızın gazetecilik değil, kehanet olduğunu düşünen pek çok kişi daha sonra olayların tamı tamına bizim yazdığımız gibi gelişmesi üzerine hayretlerini gizleyememiştir. Pek çok olay sırf biz önceden haberini yaptığımız için gerçekleşmiştir. Modern gazetecilik de budur. Siz de bizim Kars'ta modern olma hakkımızı elimizden almamak, kalbimizi kırmamak için eminim önce 'Kar' diye bir şiir yazacak, sonra gelip okuyacaksınız."

'PİYASALAR SARSILIRSA, SORUMLUSU...'

Bir edebiyatçı, "manipülasyon" sözcüğüne başvurmadan (ve böylece romanını bir ölçüde sakatlamadan) ancak bu kadar güzel anlatabilirdi "yeni tip" gazeteciliği... Haklı Orhan Pamuk: "Olanın yazıldığı" eski tip gazeteciliğin yanı sıra şimdi "yazılanın olduğu" yeni tip bir gazetecilik var...

TBMM'nin tezkereyi reddetmesinden önceki birkaç hafta ve "hayır"ı izleyen iki gün, "yeni tip gazetecilik"in mükemmel bir örneğini izledik... Milliyet yazarı Osman Ulagay, dün bu tür gazeteciliği şöyle eleştirdi:

"(...) Meşhur tezkere oylamasına da bu gözle yaklaşıldı ve tezkerenin onaylanmaması halinde çok kötü şeylerin olacağı, ABD'nin doları 3.5 milyon liraya yükselteceği, borsanın çökeceği tehdidi kullanılarak tezkereye destek sağlanmak istendi. İş aleminin önde gelen bazı dernekleri ve bazı medya mensupları bu tehdidi dillendirdi. (...) Tezkerenin reddi nedeniyle piyasalarda bir çalkantı yaşanırsa bunun baş sorumlusu 'tezkere geçmezse felaket olur' yaygarasını koparanlar olacak."

'HAYIR'DAN SONRA

Osman Ulagay'ın bu satırları, tezkerenin reddedildiği cumartesiyi izleyen iki gün (pazar ve pazaresi) bazı gazetelerde çıkan haber ve yorumları izlemeden yazdığı anlaşılıyor. Değerlendirmesinden, "Hiç değilse bundan sonra bu işi kaşımazlar" imasını çıkarmak da mümkün. Oysa hiç öyle olmadı. Bazı köşeler, hükümeti salı günü (bugün) ikinci bir tezkereye zorlamak için, pazartesi açılacak "piyasalar"a yönelik "gün bugündür, haydi..." mesajarıyla yayımlandı. Üç örnekle yetiniyoruz:

Mehmet Tezkan (Sabah, 2 Mart): "Piyasalar ne tepki verecek? TÜSİAD Başkanı Tuncay Özilhan'ın söylediği gibi faiz de döviz de alır başın gider mi? Piyasalarda yangın başlar mı? Tehlikeli bir haftaya başlayacağız. (...) Türkiye hem siyasi hem ekonomik krize girdi. Bir iki gün içinde atlatamazsa, topal ördek konumuna düşen hükümet hızla yeni bir formül üretemezse durum kötü. Hem de çok kötü. Tahminim şu. Hükümet hemen yeni bir tezkere verir. Salı günü Meclis'ten geçirmeye çalışır. Bu kez belki de grup kararı da alır. Belki daha da önce yapar. Olağanüstü toplantı çağrısı ile yangın başlamadan sorunu çözer."

İsmet Berkan (Radikal, 2 Mart): "Pazartesi nasıl bir ülkeye uyanacağımızı ben de merak ediyorum. Umarım bugün hükümet gerek iç ve gerekse dış piyasaları sakinleştirecek kuvvetli açıklamalar yaparak pazartesi günü başımıza gelecekleri hafifletmeyi başarır. Açıkçası ekonomik zorluklar, hükümeti de salı günü bu tezkereyi yenilemeye itecektir. Eğer ikinci kez başarısız olunması halinde geriye ne ekonomi kalacak ne de AKP hükümeti."

Erdal Sağlam (Hürriyet, 3 Mart): "(...) Bütün iç ve dış piyasalar, tezkerenin TBMM'den geçmesini, bu tezkere karşılığında 20 milyar doları aşkın kredi ve 2 milyar dolarlık nakit kredinin ekonomiye girmesini bekliyorlardı. Peki şimdi ne olacak? (...) Bizce ne kadar bankaların işine gelmese de, piyasalar buna tepki verir ve ileride tezkere yine gündeme gelir. Ama 10 katrilyon geri ödeme, salı günü iki ihale ver..."

"Salı" ya da "bu hafta" tezkerenin yeniden Meclis'e gelmesi arzusuyla kaleme alınan haberlerden de iki örneğe yer verelim...

Habertürk'teki birinci sayfa haberi "PİYASALARDA TEDİRGİNLİK... DOLAR FIRLADI..." başlığını taşıyor. Gazete, iki senaryoya yer veriyor haberinde. "iyi senaryo", tahmin edebileceğiniz gibi "salı" meselesiyle bağlantılı: "Eğer salı gününe kadar yeni bir kararla tezkere formüle edilip, ABD yardımı konusunda piyasaları sakinleştirecek bir açıklama gelirse kısa süreli bir spekülasyonla yola devam edilebilir...." Habertürk'ün "kötü senaryo"su ise şöyle: "Borsa taban yapar, döviz 1 milyon 750 binde kalıcı olur, faiz fırlar. Salı günü enflasyon oranı ve 4 katrilyonluk Hazine ihalesiyle piyasa çöker."

Bu açıdan Hürriyet'teki "EN KÖTÜ DÖNEM" ve "YENİ TEZKERE SİİRT SONRASINA KALIYOR" başlıklı haberler anlamlı görünüyor...

Birinci haber Washington muhabiri Kasım Cindemir imzasını taşıyor. Bu haberin alt başlığında "ABD'li yetkililer"in "Desteğimizi yitiren bir hükümet 74 milyar dolarlık borcu zor öder" değerlendirmesini yaptığını okuyoruz. (Haberde bu "değerlendirme"yi yapanın "ABD'li yetkililer" değil "siyasi gözlemciler" olduğu belirtiliyor; demek ki yazıişlerini kesmemiş bu kadarı...) Gazetenin, kaynağı muğlak bu habere, ABD Dışişleri Bakanı Powell'ın "Ekonomik işbirliği sürecek" değerlendirmesinden daha geniş bir yer ayırdığını söylersek, bu haberi neden "anlamlı" bulduğumuzu daha iyi anlayacaksınız...

"Siirt sonrasına kalıyor" haberi de ilginç... Haberde, AKP'nin "ikinci tezkere" için "öncelikle ABD ile iç ve dış piyasaların vereceği tepkiyi" bekleyeceği belirtiliyor. Ardından, "Çok olağanüstü gelişmeler yaşanmaması halinde" tezkerenin "Siirt sonrası"na bırakılacağı belirtiliyor... Ve sonra bir tür mesaj: "AKP yöneticilerinin 'olağanüstü gelişmeler' diye nitelediği şiddetli tepkiler karşısında tezkerenin bu hafta yeniden TBMM'ye getirilebileceği de belirtiliyor."

Bu şimdi "arzu"nun haberleştirilmesi değildir de nedir? "AKP yöneticileri" deli mi ki kaderini "tezkere"ye bağlamış görünen "piyasalar"a böyle bir mesaj versinler: "Sert tepki verirseniz bu hafta tezkereyi Meclis'e getiririz, yoksa 'Siirt sonrasına' kalır bu iş..."

Size mantıklı geliyor mu bu? Meğer ki "AKP'li yöneticiler" akıllarını peynir ekmekle yemiş olsunlar... (A.G.)

Yazıyooooor!.. 'Tezkere' Meclis'ten niçin döndü ve ne yapmalı?

"Taban ve tarikatlardan gelen mesajlar: Parti tabanından milletvekillerine yoğun olarak savaş karşıtı mesajlar gelmesi ve İskenderpaşa cemaatinin benzer yönde açıklamalar yapması oylama sonucunu etkiledi. Özellikle bu cemaate bağlı olan milletvekilleri 'ret cephesi'nde yer aldı." (Cumhuriyet, 3 Mart)

"Bu koşullarda Türkiye'deki düğümü sadece Amerikan yönetiminin oluşturacağı bir formül çözebilir. Bu formüllerin her türlüsü de öncelikle Türk kamuoyunu ikna etmeye yönelik olmak zorundadır." (Okay Gönensin, Vatan, 3 Mart)

"Bakın kaç türlü fonksiyon. Bütün bunları 19 kişi yaptı...Hem de çekimser 19 kişi. Sadece 19 kişi. Yâni... Fikirsiz, kararsız, konuyla ilgisiz, halim selim 19 kişi. Aksesuar olarak geldikleri Meclis'te, vallahi destan yazdılar.." (Rauf Tamer, Star, 3 Mart)

"Grup kararı almamak demokratik fazilet sayılamaz. Ülkenin güvenlik çıkarları ile çelişen demokrasi olmaz! (...) Çünkü grup kararı, parlamenter demokrasinin meşru aletlerinden biridir ve böyle kritik dönemeçler için lâzımdır. Parlamenter demokrasinin meşru çıkarları ile ilgili bir meselede ideolojik patronaj, siyasi liderliğe boyun eğdirmiştir. Şimdi bir umut 9 Mart seçimi... Bir hafta sonra Başbakan olacak Tayyip Erdoğan bu rövanşı almayı başarırsa partisini de Türkiye'yi de kurtarır." (Güngör Mengi, Vatan, 3 Mart)

"1.03.2003 tarihi itibarıyla Abdullah Gül hükümeti (58. hükümet) bitmiştir. Türkiye parlamenter demokrasi ile yönetiliyorsa, TBMM'nin çoğunluğuna dayanması gereken hükümet, ülkenin 25-30 yılını etkileyecek bir konuda TBMM'nin güvenoyunu alamamıştır. (...) Bu karar sonradan düzeltilse dahi, Kabadayı Müttefik bir kez olsa dahi reddedilmiş olmayı ve hatta T.C. hükümeti tarafından aldatılmış olmayı bir daha hiç ama hiç unutmayacaktır." (Cüneyt Ülsever, Hürriyet, 3 Mart)

"Siyaset, zor zamanlarda da irade kullanmayı gerektiriyor. Kitlelerin davranış kalıplarını, yeniden süzmeden anında kabullenmek, ileriye yönelik beyinsel okumayı da devre dışı bırakıyor. Bu, 'düşünce' etrafında toplanmayı engelliyor. AK Parti kadroları henüz yeni bir okuma yayıp, kitlelere bunu duyuracak, yaratıcı bir analiz noktasından çok uzak." (Mehmet Altan, Sabah, 3 Mart)

"Lehte oy vermeyenler, sayelerinde Kuzey Irak'ta hangi Türkiye düşmanlarının bayram ettiklerini göremiyorlar mı? (...) Tek çare vardır; Tekrir-i müzakere!..." (Çoşkun Kırca, Akşam, 3 Mart)

"ABD, Irak'a saldırırsa, Türkiye olumsuz gelişmelere hazır olmalıdır. Bunun sorumluluğu, milli güvenlik konusunda suskun kalan askere ve liderlerini yalnız bırakan AK Partililere aittir. (...) Sakın verilmeyen her oy, Türkiye'nin güvenliğine, istikrarına ve ekonomisine atılacak bir bomba tesiri yapmasın!" ("Analiz", Tercüman, 3 Mart)

"Kısacası; AKP ne yaptıysa kendine yaptı..." (Erdal Sağlam, Hürriyet, 3 Mart)

"Bence bu 'zafer', sonunda ülkemize pahalıya mal olacak bir 'Pirus zaferi'dir ve demokrasiden ziyade popülizmin- demagojinin- başarısıdır. Bu neticenin kime yarayacağı, öncelikle Kürt bölücülerini ve Saddam'ın savunucularını memnun etmiş olmasından bellidir. Zaten 'Savaşa Hayır' mitinglerinin başlıca katılımcılarının ve organizatörlerinin kimler olduğu irdelenirse, gerçek durum daha iyi anlaşılır." (Altemur Kılıç, Habertürk, 3 Mart)

"Tek tük varsa, belki atlamış olabilirim. Ama gazetelerde yayınlanan fotoğraflarda iki şey dikkatimi çekti. Mitinge katılanların elinde Türk bayrağı ya hiç yoktu, ya da ben fotoğraflarda göremedim. İkincisi, miting alanı baştan sona sarı kırmızılı pankartlarla doluydu. Bunlar Galatasaray pankartı olmadığına göre, bu renkler neyi temsil ediyordu? Ben 56 yaşındayım ve bu kadar yıllık siyasi müktesebatım bana iki sembolik gerçeği öğretti. Sarı kırmızı renk, bu ülkede Cimbom dışında iki şeyi temsil eder. Biri Dev Sol'u, öteki ise marjinal Kürt örgütlerini..." (Ertuğrul Özkök, Hürriyet, 3 Mart) (K.B.)

Siz yazmazsanız 'sansasyon' olmaz

Tarihçi İlber Ortaylı, geçtiğimiz haftalarda CNN Türk'teki "Eğrisi Doğrusu" programında, "televole" türü televizyon programlarıyla ilgili olarak aşağı yukarı şöyle dedi: "Ürettiğiyle değil tükettiğiyle övünenler dünyanın her yerinde vardır. Bunlar vur patlasın, çal oynasın sığ bir hayat yaşarlar ve kimsenin bundan haberi yoktur. Çünkü onların hayatı kitlesel yayın yapan ciddi televizyonlarda, gazetelerde yer almaz. Burada ise en ciddi haberlerin arasında onların hayatı da yer alır, bizdeki sakatlık budur."

Yani, kendi başlarına bırakılsa kimsenin farkında bile olmayacağı birileri, medya sayesinde kendilerini "görünür" kılıyor; ya da onlar medya olduğu için "gerçeklik" kazanıyor…

Eski sevgilisini, eşini "roman"laştıran ve bunu gizlemeyen insanların durumu da İlber Ortaylı'nın çizdiği çerçeveye uymuyor mu?

Hürriyet, 28 Şubat'ta türün son örneğini yerden yere vurdu… "AMAÇ EDEBİYAT MI YOKSA SANSASYON MU" başlığı altında şu satırlar vardı:

"Gendaş Yayınları editörü ve E Dergisi Yayın Yönetmeni şair Hasan Öztoprak, 'İmkânsız Aşk' adlı kitapta, romancı ve öykücü Aslı Erdoğan'la yaşadığı iki yıllık beraberliğini yazdığını ilan etti. Peki ama böyle bir durum kökü 'edep' olan edebiyat dünyası için normal karşılanabilir mi? Televolelerde benzer şeyler olunca 'etik' kelimesini dilinden düşürmeyen ağır entelektüeller şimdi neden susuyor?"

Hürriyet'tek haberde, "Şimdi bu edebiyat mı" başlığı altında, romandan bir alıntıya da yer veriliyor…

Sefa Kaplan'ın bütün değerlendirmeleri bize de doğru geliyor, tamam, ama madem "amaç"ın edebiyat değil "sansasyon" olduğuna inanıyorsunuz, neden bir gün önce hem de sürmanşetten "eski ilişkiyi anlatan üçüncü kitap da geldi" duyurusu yapıyorsunuz? Siz yazmasanız, bu tür yazarlar "sansasyon" amaçlarına ulaşabilirler mi? İlber Ortaylı'nın dediği gibi, bu "cemaat"i de kendi başına bıraksanız, belki iş birincide bile kalabilirdi… Ama korkarız bu gidişle "eski ilişkiyi anlatan" daha nice yazarlar yetişecek ve gene korkarız hepsi Türkiye'nin ciddi gazetelerinde kendilerine yer bulacak. (A.G.)

Bir Turhan Selçuk klasiği daha...

"Çizgi"siz bir gazetenin tadı tuzu olmadığı herkesin malûmu... Hatta öyle günler oluyor ki, elinizdeki gazetenin tamamının anlatmayı beceremediği günün "anafikri"nin gazetenin çizeri tarafından tek bir karede en âlâsından özetlendiğine şahit oluyoruz. Gazetelerimizi "uçuran" bu çizerlerimizin tek tek adlarını sıramaya gerek yok; kendilerini çok kere Kronik Medya sayfasına da misafir ettik. Ama illâki bir örnek vermek gerekirse, mesela Hasan Kaçan'ın Yeni Şafak'a yaptığı önemli katkıyı hatırlayın. Gazeteniz Kaçan öncesi ve sonrası aynı gazete mi?

Cumhuriyet gazetesinin de çok değerli çizerleri var. Mesela gazetelerinin "filozofları" olarak nitelenebilecek olan Tan Oral ve Behiç Ak.

Bildiğiniz gibi, "ustaların ustası" olarak nitelenen Turhan Selçuk da Cumhuriyet'te çiziyor. Ama bu "ustaların ustası"nın çizgileri doğrusu haddinden fazla "saplantılı" bir özellik taşıyor. "Saplantı"nın ne olduğunu, Turhan Selçuk'un çizgileriyle hayatlarında bir kez olsun karşılaşmış olanlar bile kolayca söyleyebilir. Söz konusu "saplantı"nın adı "irtica"dır!

Aşağıda Turhan Selçuk'un 3 Mart tarihli "Söz çizginin" köşesinde yer alan "şey"i temaşa etmektesiniz...

Öyle bir "çizgi" ki, kendisine göz atan yaşı küçük Cumhuriyet okurlarını dehşete düşürmekten başka ne işe yaradığı haklı olarak sorulabilir...

Nedir sahiden bu? İmzasının ülke sınırlarını çoktan aştığı söylenen bir çizerin elinden böyle bir "iş"in çıkabilmesini nasıl açıklayacağız? Yoksa "Laik Cumhuriyet"in ülkenin çizgileri üzerine böyle kötü etkileri de mi var? (K.B.)


4 Mart 2003
Salı
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED