T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Üzüldüm... Gerçekten çok üzüldüm...

Çok sevdiğim, çok değer verdiğim biri üstelik... Arada bir kızsam da, hâlâ sever ve değer veririm. Yıllarca aynı hedefe ateş etmişliğimiz, aynı partinin "U Masası"nda dirsek çürütmüşlüğümüz var.

Çok güzel günlerimiz, çok farklı futbol muhabbetlerimiz oldu...

Koyu bir Fenerbahçeli'dir...

İkimiz de "Çevik Bir mağduru"yduk ve buradan sağlam bir ünsiyet peydah etmiştik.

Bir gün odasına dalıp, "Abi" demiştim "Senin 28 Şubat mağduriyetinle ilgili yazdığım bir yazıya 50 milyar tazminat davası açtılar, mağduriyetin döneminde gazetelere yaptığın açıklamalar savunmam için çok gerekli, onları bulmama yardımcı olur musun?"

Tabii ki olurdu...
Ama olmadı.
Unuttu.
Onca yoğun temasları arasında unutması doğaldı.
Ben de üstelemedim.

O "müddei" görüntüsünün arkasında çocuksu bir saflık, ilginç bir inanmışlık yatıyordu; Körfez Savaşı'ndan beri, Amerikan politikalarıyla ilgili yanıla yanıla geldiği halde, müddei görüntüsünden asla taviz vermiyordu. Hele, çok değer verdiği Amerikalı dostlarının onu yanılttığını, sistemli bir "dezenformasyona" tâbi tuttuğunu öldür Allah kabullenmiyordu.

11 Eylül sürecinde olanlar oldu ve birbenbire farklı bir halete büründü.

Çevresinden, arkadaşlarından, dostlarından koptu. Aylarca küs dolaştı yazıişleri servisinde.

Bir gün asansörün kapısında yakaladım.
"Hayrola abi" dedim, "küs müyüz?"
"Yoo..." filan gibi şeyler mırıldanıp çevrildi.
Küstü oysa...

Bu tavrı görülsün, bilinsin, değerlendirilsin istiyordu.

Sorun, gazetenin 11 Eylül politikasıydı.

21. yüzyıl, globalizmin şekillendireceği daha "yaşanabilir", daha "aydınlık", daha "paylaşıma dayalı" bir yüzyıl olacaktı. Değişmenin dinamiği Amerika Birleşik Devletleri'ydi. ABD'nin "teröre karşı savaşı"nı anlamalı, desteklemeli, hatta bu sürece katılmalıydık.

Yani, ya "global histeri"yi kutsamalı ve üzerimize düşenleri yapmalı, ya da ufuksuz, astigmat, "ahmak" suçlamalarını peşinen kabullenmeliydik.

ABD uçakları Kandahar'ı, Kabil'i, Mezar-ı Şerif'i bombalarken, o mütemadiyen bu cinayete ortak olmayanları suçlayan yazılar yazıyordu..

Israrla, "Türkiye'deki İslamcılar El-Kaide örgütü ve onu himaye eden Taliban rejimiyle kendi anlayışları arasında bir benzerlik bulunmadığını ısrarla ve tereddüte yer bırakmayacak biçimde ortaya koymalıdır" diyordu..

Sanki İslamcılar'la Taliban rejimi arasında "dirsek teması" varmış gibi...

Yeni çatışma ekseni, "terörden yana olanlar-teröre karşı olanlar"dı; Kızılderililer gibi yok olmak istemiyorsak, safımızı belirlemeliydik.

11 Eylül süreci dünyaya barış, huzur ve refah getirmekle kalmayacak, Filistin meselesini de çözecekti.

Çünkü "teröre karşı savaş" en çok onların işine yarayacaktı.
Buna gerçekten inanıyordu.
Ne dediyse tersi çıktı.
Filistin'deki Sharon azgınlığı ve George W. Bush onu bir kez daha tekzip etti.
Irak meselesinde de yanıldı.
Hâlâ yanılıyor.

Geçen gün, televizyonda, "tezkerenin reddinden sonra Türkiye'nin ödemesi muhtemel bedelleri" sıralarken izledim.

Üzüldüm.

Hâlâ çok sevdiğim ve takdir ettiğim yazarlar arasındadır ama, "refüze edilmiş" Amerikalılar bile böylesine bir "dehşet tablosu" çizmezken, meseleyi bu şekilde "speküle" etmenin âlemi neydi?

Âlemi neydi ki, yararı ne olsun?
Gerçekten üzüldüm...


4 Mart 2003
Salı
 
MEHMET E. YAVUZ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED