T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Bundan sonra...

Meclis'in ikinci tezkereyi geri göndermesinin ardından, yeni haftaya ilişkin tahminlerin başında finans piyasalarında bir sarsıntı ya da deprem ihtimali geliyordu. Böyle durumlarda; yani piyasaların beklentilerinin arttığı ama sonucun aksi istikamette gerçekleştiği hallerde borsa, döviz ve faizde, ekonominin genel dengelerini sarsacak bir etki yaşanması beklenmedik birşey değildir. Yakın ve uzak geçmişte, birçok örneği acı bir şekilde yaşanmıştır.

Dün piyasalarda yaşananlar yeni dönemde etkisini mutlaka hissettirecek savaş atmosferinde, nasıl bir ekonomi yönetimi uygulanacağına dair "gerçek mermilerin kullanıldığı" önemli bir tatbikat anlamına gelmektedir. Piyasalar gücünü, hükümet de bu güce karşı etkisini sınama imkanı bulmuştur. Özellikle borsa ve faizde ortaya çıkan tablo, hükümeti ilk kez ciddi bir piyasa direnciyle karşı karşıya bırakmıştır.

Piyasayla yüzleşme

Bir kriz havası doğmamış olması sevindiricidir ama borsanın yüzde 13'lük gerilemesi ve fazilerin yüzde 54'ten 60'ın üzerine çıkması, bundan sonra sürekli savaş atmosferinde yaşacak Türkiye için makul göstergeler değildir. Bunda elbette, Merkez Bankası'nın dövize müdahale potansiyeli nedeniyle bir kur felaketi yaşanmamasının payı da büyüktür. Herşeye rağmen dünkü görüntüyü, para piyasalarının hükümete karşı toleransı korudukları ve Ankara'dan beklentilerini sürdürdükleri şeklinde okumak gerekmektedir.

Şimdi yeni tabloya bakalım...

Faizin artmasının ne anlama geldiğini artık herkes biliyor. Ancak iç borçla dönebilen bir ülkede, faizlerin artması herkesin oturduğu yerden borçlanması demektir. Mesela, faizlerde dün yaşanan artış, bugün biri bono diğeri ise tahvil olmak üzere iki ihale birden düzenleyecek olan Hazine'nin borçlanma maliyetini artıracak, sıradan vatandaşın durduğu yerde fakirleşmesine yol açacaktır.

Peki, Hazine ya da açık bir deyişle devlet, bugün neden yeni bir ihale açıp borçlanıyor? Çünkü bu hafta, geri ödenmesi gereken ve karşılığı bulunmayan yaklaşık 4 katrilyonluk borç bulunuyor. Bu paranın ödenmesi için de faizdeki artışa aldırmadan, maliyeti düşünmeden yeni borç almak gerekiyor.

Ak Parti Genel Başkanı Tayyip Erdoğan'ın ifadesiyle Türkiye'nin bu yıl 74 milyar Dolar iç ve dış borç ödeyeceği hesap edilirse, önümüzdeki dönemin nasıl ciddi bir finansman riski içerdiği daha iyi anlaşılacaktır.

Yeni bir zihin

Tezkere yolu büyük ölçüde kapanan hükümetin omuzunda şimdi en az diplomasi kadar, ABD-IMF hattından gelebilecek finansal manipülasyonlara karşı riski dağıtan bir politika izleme yükü bulunmaktadır. Bu yükün hükümeti mecbur kıldığı şey ise, yeni bir tezkere hazırlayıp karşılığında kredi ve IMF desteğine talip olmak değil; tersine kamuoyu ve piyasalara güven verecek bir ekonomi yönetimine geçmektir. Yanlış politikalarla yükseltilen tezkere beklentisini unutturup, barış modeline uygun argümanlar üretmektir.

Bunun için öncelikle ve mutlak,a hükümet kanadının gözlerinden okunan "ABD'ye destek verseydik para gelir ve piyasalar rahatlardı. Şimdi ne olacağı belli değil!..." geriliminden uzaklaşılmalıdır. Zira bu psikoloji, "korkunun ecele faydası yok" gerçeğini çağrıştıracak, hükümeti ve Ak Parti'yi yenilgiye şartlandıracaktır. Hükümet, Meclis'ten çıkan sonucun acısını toplumdan çıkarmaya hakkı olmadığını ve tezkerenin geçmemesinin ekonomi yönetiminde zaaf gerekçesi sayılamayacağını unutmamalıdır.

Tersine, bu tablo önemli bir fırsattır. Piyasalar üzerinde sağlanacak denetimin her adımı, 1 Mart'ta yaşanan demokrasi gösterisini kalıcılaştıracak ve Türkiye'yi bağımsızlaştıracaktır.


4 Mart 2003
Salı
 
MUSTAFA KARAALİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED