T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Müttefikliğin faturası

ABD Dışişleri Bakanı Powell diyor ki:

-Saddam Ankara'yı vurabilir.

Başbakan Abdullah Gül diyor ki:

-Saddam Türkiye'ye saldırmayacak. Çünkü gücü yok.

Hadise bu kadar basit aslında. Amerika'nın "vurma gerekçesi" olarak gördüğü Irak'ın silah gücüne Türkiye inanmıyor. Buna karşılık, Amerika'nın gerekçelerine inanmak zorunda bırakılıyor. Meclis'teki sıkıntı da bu, AKP'deki sıkıntı da, hükümetteki sıkıntı da, hatta askerdeki sıkıntı da...

Amerika önce kendi hesabını kitabını yaptı, petrolü, Ortadoğu'nun geleceğini, Çin'i, Avrupa'yı, İslam'ı tartıya koydu ve cepheyi Irak'tan açmayı kararlaştırdı, düşmanı ilan etti. Bundan sonra kendi cephesini kuvvetlendirmek, savaşı kazanmak için kendi düşmanını başkalarına da düşman haline getirmesi gerekiyordu. Türkiye de, bu noktada ihmal edilmez bir konumdaydı. Türkiye'nin üzerine abandı. Türkiye'yi teslim almak için bütün psikolojik savaş unsurlarını kullandı. Gelinen noktada Türkiye, Amerika'nın bütün abanışına rağmen, "düşman"ı "düşman" olarak kabullenmiş değil. Başbakan Gül ısrarla "savaşa girmiyoruz" diyor. Ama "savaşana yardım etmek" gibi acaip bir görevi de üstlenmiş durumda.

Tek gerekçe var:

-Müttefikin yanında yer almak.

Aslında "Müttefik"in "müttefik" olduğundan bile emin olduğumuz söylenemez. Çünkü bir değerlendirmede "müttefik"in aslında bizi "tehdit" ettiğini de düşünüyoruz. "Yanımızda yer almazsanız savaş sonrasında denklemin dışında kalırsınız" tarzında kulağımıza üflenen ve bizim "lider"lerimizin de zorunlu olarak tüketmeye başladığı gerekçe aslında, "Bir masa kurulur, oradaki pazarlıktan ne çıkar bilinmez. Kuzey Irak'ta sizin hoşunuza gitmeyecek şeyler olabilir." Bunu bizim kulağımıza üfleyen güç, aslında bize "müttefik" olan güç. Demek istiyor ki "müttefik"imiz, "savaştan nasıl olsa galip çıkarız, masayı biz kurarız, bizim de bize yardım etmeyene türlü faturalarımız olabilir." Bu ağzı "müttefik ağzı" kabul ederseniz, biz sonuçta "müttefik"imizin yanında yer almış olmaktayız. Oysa bu ağzı şu anda Saddam bile kullanmıyor. "Müttefik ağzı" bu ise, acaba "düşman ağzı" nasıl olabilir, diye bir soru sorma hakkımız da var.

Sonra bir şey daha var: "Saddam düşmanlığı" bizim Türkiye olarak özgün bir değerlendirmeyle ulaştığımız bir sonuç değil. Evet Saddam'la bölgenin problemi olmuş. Ama bu bile Amerika'nın, Avrupa'nın desteklemesi, hormonlaması ile olmuş. Ancak özellikle şu anda, Saddam'ın Türkiye'nin düşmanlığını çekecek bir tavrı söz konusu değil. Amerika bile, Saddam'a savaş açmak için öne sürdüğü gerekçelere kimseyi inandıramıyor. O zaman olan şu:

Bir süper güç, kendi çıkarları için bir ülkeyi veya liderini düşman ilan edecek. Sonra onu yok etmek için gerekçeler üretecek. Bu gerekçelere kendisinden başkası inanmasa bile, sonunda kendi gücüne dayanarak savaş açıp, istediği sonucu alacak.

Yeni dünya düzeni bu.

Mesela belki de size göre şu anda sahip olduğu gücü en kötü kullanan, Ortadoğu'yu sürekli savaş ikliminde tutan lider Şaron'dur. Ama Şaron Amerika'nın dostu. O yüzden de Şaron'un cinayetleri hiç de onu tehdit ilan etmek gerekçe teşkil etmiyor.

Oysa Saddam, 1991'den bu yana dişleri sökülmüş bir ülkenin lideridir. Ama o size, en büyük tehdit olarak sunuluyor.

Buradan yola çıkarsanız, yarın Amerika'nın sizin önünüze hangi ülkeyi "tehdit" veya "düşman" olarak sunacağı konusunu da dikkate almanız gerekiyor. V e mesela şu sorunun cevabını da bulmanız:

-Amerika, Irak'tan sonra şimdi "Kötülük ekseni" olarak ilan ettiği İran'a karşı bir savaş planlar, şu an Irak'a karşı kullandığı ve sadece kendisinin inandığı tüm gerekçeleri sıralar ve, "müttefik" olarak daTürkiye'den yardım isterse ne yapacağız?

-Hava alanlarınızı, limanlarınızı kullanalım İran'ı vurmak için... Bir koridor açın askerlerimizi İran'a sokmak için... Güneyden denizi, Güneybatı'dan Irak topraklarını kullanırız, Batı'dan da Türkiye topraklarını kullanırsak bu şer gücü kısa sürede hak ile yeksan ederiz. İran savaşı ne kadar kısa sürerse, Türkiye de o kadar savaş ortamından az etkilenmiş olur...

"Müttefik"imiz böyle isteyince ne yapılır?

Türkiye kolları sıvar, aman İran çabuk çöksün, savaş çabuk bitsin, bizim için en iyisi savaşın çabuk bitmesi, bunun için de İran'ın çabuk pes etmesi en faydalı sonuç olur...

Başbakanlık seviyesinde "Artık günah bizden gitti" deriz. Liderlerimiz "Bütün günah Tahran'da" der... Milletvekillerimiz bağrına taş basar ve oy kullanır.

Ve hep birlikte dua etmemiz istenir Amerika'nın kısa sürede zafer kazanması için...

Şimdi Irak savaşı çabuk bitsin, yani Irak çabuk pes etsin diye dilediğimiz gibi...

Bu garip rol, böyle devam edip gider, ta ki "müttefikimiz"in süper hesapları doyuma ulaşıncaya kadar...

Türkiye ne yazık ki çaresizliğin diplomasisini yapıyor.

Keşke şu olan bitenden ders alabilsek de, yarın "müttefikimiz"in kol bükmeleri karşısında daha onurlu, daha dirençli, daha özgün, daha Türkiye merkezli politikalar uygulayabilsek...

TEŞEKKÜR: Babamın vefatı dolayısıyla telefon, faks, e-maillerle, gazete ilanlarıyla ve bizzat gelerek taziyelerini bildiren, yakın alakalarını esirgemeyen dostlarıma kalbi şükranlarımı sunuyorum.


8 Şubat 2003
Cumartesi
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED