T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K R O N İ K  M E D Y A
Basında 'kanıtlar': En çok
Sabah'a şaşırdık...

ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell'ın BM Güvenlik Konseyi'ne sunduğu "kanıtlar", Türk basınında nasıl değerlendirildi? Kanıtları "fena bulmayanlar" da vardı, "içi boş" diyenler de... Ama "Saddam'a suçüstü" sürmanşetiyle "kanıtlar"ı "kaya gibi" bulduğunu demeye getiren Sabah bütün refiklerinden ayrılıyordu...

Daha önce yaptığımız bir değerlendirmede, ABD'nin Irak'a karşı girişmeyi planladığı işgale karşı tavır konusunda Sabah'ı "arada bir yere" yerleştirmiştik... Gerçekten de bu gazete, savaş konusunda gününe göre değişen bir çizgi izliyordu. Sanki Yazıişleri'nde o gün hangi eğilim ağırlıktaysa, o eğlimin seçtiği haberler öne çıkıyormuş gibi bir izlenimimiz vardı... Keza aynı karışıklığı "Sabah diyor ki"nin yazarı Erdal Şafak'ta da gözlemleyebiliyorduk...

Fakat gazetenin genel yayın yönetmeni Ergun Babahan farklıydı. Babahan, yazdığı birkaç yazıda, yaklaşan şeyin bir petrol savaşı, ABD'nin bölgeye nizam verme savaşı olduğunu söylemiş, kalan her şeyin bu işin bahanesi olduğunu savunmuştu.

İşte bu nedenle, ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell'ın 5 Şubat'ta Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne sunduğu ek kanıtlar listesiyle ilgili olarak, Babahan'ın CNNTürk'te "sıcağı sıcağına" yaptığı değerlendirme ve ertesi günkü Sabah'ın hali bizi çok şaşırttı.

YANLIŞ İNSAN, YANLIŞ CEVAP

Colin Powell'ın 75 dakika süren konuşmasını tamamlamasından hemen sonra, CNNTürk'te program yapmakta olan Mehmet Ali Birand, bazı gazetelerin genel yayın yönetmenlerine bağlanarak, "kanıtların kendilerini ikna edip etmediğini" sordu... Kendisine soru yöneltilenlerden biri de Ergun Babahan'dı...

Babahan'ın cevabına geçmeden önce şunu söyeyelim: Ancak uzmanların, o da "analiz ettikten sonra" (Radikal) değerlendirebilecekleri bir konu hakkında, olan biteni binlerce kilometre uzaklıkta televizyondan izleyen bir gazeteci nasıl konuşabilir? Gazetecinin görevi bu mudur? Onun görevi, bu değerlendirmeyi yapabilecek olanlara mikrofon tutmak değil midir? Dolayısıyla diyoruz ki, her şeyden önce Birand'ın soru yöneltmek için seçtiği kişiler yanlıştı...

Gelelim Babahan'ın cevabına... Babahan, kanıtların kendisi için "ikna edici yönde" olduğunu söyledi Birand'a. Peki, gazetesi ertesi gün nasıl yansıtacaktı Powell'ın konuşmasını? Babahan, buna da kesin bir cevap verdi: "Powell'ın konuşmasının ikna edici olduğunu yazacağız..."

'SADDAM'A SUÇÜSTÜ'

Ertesi gün tam Babahan'ın söylediği gibiydi Sabah... Sürmanşet'in üstbaşlık-başlık-spot kombinasyonunu aktaralım önce:

"Powell, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde teknolojik şov yaptı... SADDAM'A SUÇÜSTÜ... ABD Dışişleri Bakanı, Irak'ın silah denetçileriyle işbirliği yapmayıp denetimden kaçtığını uydu fotoğrafları ve ses kayıtlarıyla anlattı..."

Sabah'ın haberinin devam sayfasındaki başlık tercihi de ilginçti: "SADDAM İSTANBUL'U VURABİLİR..." ("İstanbul" meselesini daha da büyüten Vatan ise sürmanşetten "İSTANBUL DA TEHLİKEDE!" diyordu. Bu "mesele"yi büyüten başka da gazete yoktu. Sabah ve Vatan sık sık aynı "dalga boyutu"nda buluşuyor; yılların yarattığı "ortak gazetecilik sezgisi" işte...)

6 Şubat tarihli gazeteler arasında "Kanıtlar"ı fena bulmayanlar az değil ama "kaya gibi" demeye getiren Sabah'a yaklaşanı pek yok... Gene de en yakın aday Vatan...

"Kanıtlar" konusunda "dakka bir gol bir" hüküm vermenin o kadar da kolay olmadığını göstermek üzere birkaç gazeteden birkaç haber aktaralım:

Radikal: "(...) Konsey üyeleri, kanıtların analiz gerektirdiğini belirterek, 'Denetime devam' dedi..."

Cumhuriyet: "ABD 'kanıtlarını' BM'ye sundu... POWELL'DAN YENİ BİR ŞEY ÇIKMADI..."

Akşam: "POWELL'IN DELİLLERİ İKNAYA YETMEDİ... (...) Almanya, Fransa ve Çin tatmin olmadı, ek süre istedi. Rusya da muhalefete yakın durdu."

Sabah kolaylıkla ikna oldu da, okurların "İstanbul'a bomba" takviyesine rağmen öyle kolaylıkla ikna olacaklarını sanmıyoruz biz. Baksanıza, gazetenin karikatüristi Salih Memecan bile itiraz ediyor gazetesinin sürmanşetine... (A.G.)

'Zımpara taşlarıyla yıkanmaya' devam...

Şu tuhaf banyo yapma yöntemi Akşam'dan Tuncay Özkan'ın 5 Şubat yazısında yine karşımıza geldi: "Çünkü dedim ya 'zımpara taşlarıyla yıkanıp, kalbimdeki kötü kanı akıtmaya çalışıyorum' hâlâ."(!) Gerçekten çok tuhaf; "zımpara taşlarıyla yıkanıp kalpteki kötü kanı akıtmaya çalışmak"? Özkan'ın son Karamehmet-Doğan kapışmasından sonra çok sık başvurduğu bu banyo yöntemi size birşeyler anlatıyor mu? Yoksa bu, biz sıradan okurların aklının ermediği bir "şifre" filan mı? Banyoda bir taşın kullanıldığını biliyoruz ama bildiğiniz gibi bu taş "zımpara taşı" değil; vücuttan "kötü kan"ın atılması için başvurulan bir yöntemden haberimiz var ama bu da "kalp"teki kanla doğrudan ilgili değil! (Şimdi hatırladık! Özkan, el öpme faslını aktardığı yazısında, "zımpara taşları"yla başlayan cümlesini "topuk"dan söz ederek bitirmiyor muydu? İnanmazsanız açın bakın....)

Her neyse de, Özkan yine de 5 Şubat tarihli yazısına, Aydın Doğan'dan ve 1 Şubat tarihli yazısında Aydın Doğan'ın hakkında "para almıştır" iddiasında bulunduğunu naklettiği Devlet Bahçeli'den gelen açıklamaları koymadan edememiş. Bu arada belki kaçırmışsınızdır diye şu bilgiyi de verelim: Devlet Bahçeli, hakkında ileri sürelen bu iddialar karşısında hem Tuncay Özkan ve Akşam gazetesi imtiyaz sahibi Bülent Ergin, hem de Aydın Doğan'a "kişilik haklarını rencide ettiği" gerekçesiyle 100 milyar liralık tazminat davası açmış bulunuyor.

İsterseniz, Aydın Doğan'ın Özkan'ın yazısı üzerine yaptığı açıklama hakkında da birkaç satır laf edelim: Doğan, Devlet Bahçeli ve Kemal Çevik hakkında (Özkan'ın yazısında) sarfettiği iddia edilen ifadeleri tamamen "hayal mahsulü ve gerçek dışı" ifadeler olarak niteliyor.

Son günlerin bu heyecanlı hikayesini herkes gibi biz de izlerken, bir husus daha dikkatimizi çekti. 4 Şubat tarihli Tercüman'nın (Ilıcaklar) birinci sayfasında yer alan bir haber şu başlığı taşıyordu: "100 milyar lira tazminat istiyor / Bahçeli, AKŞAM'ı mahkemeye verdi". Başlığın altında da yine, Bahçeli'nin hakkında asılsız ithamlarda bulunduğu gerekçesiyle Tuncay Özkan ve Akşam gazetesi imtiyaz sahibi Bülent Ergin'den davacı olduğunu öğreniyorduk. Ama bitmedi; haberin devamı da var tabii...

Bu birinci sayfa haberinin devamında da, Bahçeli'nin sadece Özkan ve Ergin'den değil, Hürriyet gazetesi sahibi Aydın Doğan'dan davacı olduğunu da öğreniyorduk. Peki Bahçeli'nin Doğan'dan da davacı olduğu Tercüman'ın birinci sayfasından niçin duyurulmamıştı? Bilin bakalım! (K.B.)

İki köşeden 'hayır' duası...

Milliyet'ten Güneri Cıvaoğlu'un Hükümet'in Irak seferine katılmaya karar vermesi üzerine kaleme aldığı yazının başlığı: "Hayırlı olsun"(!)

Vatan'dan Okay Gönensin'in yine aynı gelişme üzerine kaleme aldığı yazının son satırları: "Bu savaşın kısa sürmesi ve sonuçlarının herkes için 'hayırlı' olması tek gerçek çaredir."
Amen... (K.B.)

Gene Yeni Şafak ve Cumhuriyet

Gazetelerimizin fikri takibinin (haber takibi) zayıf olduğunu söyleyip duruyoruz, aynı zayıflığı biz de gösterirsek olmaz...

Kronik Medya'da (6 Şubat), Erdoğan'ın AK Parti Grubu'nda yaptığı "savaşçı" konuşmayı eleştirel başlıklarla duyuran ve böylece öbür gazetelerden ayrılan iki gazete olduğunu yazmıştık: Cumhuriyet ve Yeni Şafak...

Türk basınının "yaklaşımları biribirine en aykırı iki gazetesi"nin savaşa muhalefet çizgisinde buluştukları yoldaki yürüyüşleri sürüyor. 7 Şubat tarihli bütün gazeteler ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell'ın "kanıtlar"ını öne çıkarırken. Cumhuriyet manşetten, Yeni Şafak da sürmanşetten TBMM'ye çağrıda bulundular...

Cumhuriyet: "TBMM tezkereleri onaylarsa Türkiye'nin ekonomik, politik ve psikolojik sorunları daha da artacak... ÜLKEYİ SAVAŞA SOKMAYIN..."

Yeni Şafak: "KATLİAMA EVET Mİ HAYIR MI? Türkiye, yüzbinlerin ölümüne yol açabilecek Irak harekatıyla ilgili kararını bugün Meclis'te veriyor..."

Herkesin malumu ki, Yeni Şafak'la Cumhuriyet arasında başka konuların yanı sıra "mevcut iktidara ilişkin genel değerlendirme" açısından da dağlar kadar fark var... Böyle olduğu için, burada, sempatiyle yaklaştığı bir iktidara karşı gerektiğinde kendi doğrularını öne sürmekte hiç tereddüt etmeyen Yeni Şafak'ın tavrını ayrıca vurgulamak gerekiyor.

Biz, işte bu nedenle, "savaşa karşı gazetecilik"te öne çıkan ve eşit puan alan iki gazeteden biri olan Yeni Şafak'ı "eşitler arasında birinci" ilan ediyoruz... (A.G.)

'Sağlıksız haberler'

Bir iki yıl önce MedyaKronik yayındayken hep konuştuğumuz ancak bir türlü gerçekleştiremediğimiz bir projeydi. Gazetelerde yer alan "sağlık haberleri"ni tıpcı bir arkadaş gözden geçirecek ve yorumlayacaktı. Bize kalırsa, bugün hâlâ öncelikle yapılması gereken bir iş bu.

"Sağlık haberleri"nin gazetelerde yer alması tabii ki yararlı bir uygulama. Bu haberlerle hiç değilse temel sağlık bilgileri okurlara ulaştırılabilir, yanlış ve yaygın bilgilerin bir ölçüde önüne geçilebilir. Nitekim, bazı gazetelerde yer alan ciddi "sağlık köşeleri"nden okurlar mutlaka çok yararlanıyordur. Fakat bizim "sağlık haberleri" derken kastettiğimiz bu ciddi yayınlar değil. Biz bu ifade ile daha çok, içinde bolca reklam barındıran ve tıp konusunda hiçbir uzmanlığı olmayan muhabir tarafından anlaşıldığı kadar derlenebilen "sağlıksız haberler"den söz ediyoruz.

Önümüzde 3 Şubat tarihli Vatan gazetesi duruyor. Muhabir Elif Ergu, bir gastroentereloji uzmanından "hepatit" hakkında bilgi almış. Mülakatta söz konusu hastalık açıklandıktan sonra haklı olarak bu hastalığa karşı aşılanmanın önemi vurgulanmış. Ancak mülakatta şu başlık altında yer alan bir bölüm daha var: "Sivrisinekten bile bulaşabilir". Çok tuhaf bir bilgi doğrusu; aranızda "hepatit"in sivrisinekten de bulaştığını bugüne kadar duyan var mı?

Muhabir soruyor: "Sivrisinekten de geçer mi?"

Uzman Dr. Erol Avşar: "Hepatit-C'li birini emen bir sivrisinek gelip sizi sokarsa geçebilir."

Şimdi şu habere bir bakın.... Hepatit-C teşhisi konmuş bir insanın etrafında yaşayanların bu haberi okuduktan sonra havada bir sivrisinek gördüklerinde içine düşecekleri endişe ve telaşı hesap edin... Hem de Türkiye gibi, sivrisineği bol mu bol, "omurgalı" mı omurgalı olduğu bir ülkede!

Neyse, hiç değilse Vatan'ın tirajı pek yüksek olmadığından (ve de elinde televizyon kanalı bulunmadığından) bu "kötü haber" ülkeye yayılmamıştır!

Yoksa yanılıyor ve Vatan'ın (ve uzman doktorun) günahını mı alıyoruz? O zaman da görev tabii ki, pek çok gazete içinde mutlaka Vatan'a da göz atmış bulunan valilik görevlilerine düşüyor... (K.B.)


7 Şubat 2003
Cuma
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED