T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
"İmdi" mi, "şimdi" mi?

Uzun zamandır posta-hesabıma gelen mektupları, hem teknik aksaklıklarla başa çıkmaktaki beceriksizliğim yüzünden, hem de kimi zaman şartların elvermemesinden ötürü okuyamadığımı ve okuduklarımı da tam cevaplamak amacıyla bir kenara koymuşken sonradan yitirdiğimi üzülerek itiraf etmeliyim.

Bazı okurlarımın, mektuplarını sessizlikle karşılamış olmamı bir nezaketsizlik olarak addettiklerini gösterir serzenişlerine muhatap olmasaydım, böyle bir itirafta bulunmaya lüzum görmezdim. Bu bakımdan uzun bir süredir bakmayı ihmal ettiğim posta-hesabıma geçenlerde girip de biriken mektupları görünce, vakit geçirmeden bazılarını cevaplandırmamın uygun olacağına karar verdim. Böylelikle hatamı biraz olsun telafi etmiş olacağımı umuyorum.

Önce, sayın Yılmaz Karakoyunlu'nun 18 Ocak 2003 tarihli mektubuyla başlamakta fayda mülahaza ediyorum; zira kendilerinin yazılarımda kullandığım üsluba ilişkin eleştirileri, zaman zaman başkalarınca da dile getiriliyor. Dolayısıyla açıklamamın benzer şikayetleri de dikkate alan bir cevap olarak telakki edilmesi gerektiğini belirtmeliyim.

- "Sayın Cündioğlu,

Bugünkü yazınız üzerine iki küçük görüş belirtmek istedim.

Osmanlıca'yı bilirim. Hattâ sıklıkla kullanırım. Aynı sıklıkla da eleştirili[ri]m; ama, söylemek istediğimi hangi kelime en iyi anlatıyorsa, onun aidiyetine değil, mahiyetine bakarım. Çünkü, mânâ bencildir ve kendini her koşulda önemsetir. Çocuklarımı da bu bahiste konuya vâkıf ve hâkim olarak yetiştirdim.

Bugün oğlum, makalenizdeki "MÜDDEA" kelimesi üzerinde durdu. "İmdi müddeâmı delillendirmek" yerine "şimdi iddiamı delillendirmek" denilseydi mânâ çok mu değişirdi diye sordu. Hayır diye cevapladım.

Elbette ki bu tespit "müddeâ" kelimesinin isabetsiz kullanıldığı anlamına gelmez. Yanlış olduğundan bahis bile açılamaz. Ama böyle meselelere âşina ve/veya meraklı kadroların daha kolay anlayacağı noktada biraz müsamahakâr olmamız gerektiğini de gündeme getirmez mi?

Ben de müsamahanıza sığınarak saygılarımı yeniliyorum."

Dikkat edilecek olursa burada kullandığım iki kelimeye işaretle herkesin anlayacağı şekilde "şimdi" demek varken "İmdi" ve "iddia" demek varken "müddea" demiş olmakla sanırım okurun (en azından gençlerin) anlama sınırlarını biraz sebepsiz yere zorladığım (müsamahasız davrandığım) söyleniyor. Sayın Karakoyunlu nezaket icabı yaptığımın "tasannu" olduğunu telaffuz etmiyorlarsa da bunda -İlm-i Belağat ıstılahınca- "garabet", hatta "ta'kid-i lafzî" bulunduğunu ima ediyorlar.

Acaba "İmdi" yerine "şimdi", "müddea" yerine "iddia" deseydim mânâ çok mu değişirdi?

Kendileri mânânın değişmediği kanaatindeler ki bu doğru değil! Çünkü biraz dikkat edilseydi, ses uyumuna aldanıp iki kelimenin arasında alâka kurmak (ş-imdi) hatası işlenmez ve "İmdi"nin [müteakib iki paragraf ya da fikir arasında] bir bağlaç/rabıta edatı olarak kullandıldığı ve fakat buna mukabil "şimdi"nin ise bir "zaman zarfı" olduğu pekâlâ anlaşılabilirdi. Her halde takdir edilecektir ki bağlaç olan "İmdi"nin mânâsı başka, zaman zarfı olarak kullanılan "şimdi"nin mânâsı daha başka olmak iktiza eder. ["Her halde" ile "herhalde" kullanımları arasında dahî muazzam bir fark var; zira ilki "her halukârda" mânâsında katiyet ifade ederken, ikincisi tam da aksine kuşku ve tereddüt ifade eder. Nitekim ben bu nedenle yazılarımda ilkini ayrı, ikincisini bitişik yazarım. Fakat bu konuda muvazaa (uylaşım) olmadığından bu inceliği kim, nasıl farkeder, işte orasını bilemem.]

İkinci misale gelince, "dâvâ"dan türeyen "iddia" kelimesi, her ne kadar gündelik dilde galat-ı meşhur kabilinden "müddea" anlamında kullanılmakta ise de ilki "iddia etmek, bir dava öne sürmek", ikincisi ise "iddia olunan şey" demektir; yani müddeî (dâvâcı) bir iddiada bulunur ve kendisinden iddiasını (iddia etmesini) değil, müddeasını (iddia ettiği şeyi) delillendirmesi istenir. Bu yüzden ben de o yazımda iddia edişimi (!) değil, iddia ettiğim şeyi delillendirmeye çalışmıştım. Nitekim sayın Karakoyunlu da zaten bu tercihte isabetsizlik değil ve fakat mânânın aynı olduğu zannıyla garabet buluyorlar. İmdi, iki ayrı mânânın mevcut olduğu anlaşılmış olmalı. (Kaide: Kip değişirse anlam da değişir!)

Sözün özü, üslubumun İlm-i Belağat'ın en köklü kaidesi olan "mukteza-yı hâle mutabakat" kaidesine muvafık, dolayısıyla da beliğ ve fasih olmadığını, çünkü "hâl" ile muhatabın halinin kastedildiğini ve fakat buna mukabil üslubumun "mukteza-yı hâlime" tamamiyle mutabık bulunduğunu kabul ve itiraf ederim.

Hakikatte ayinesi laftır kişinin, asıl, işe bakılmaz! (Bu da işin latifesi!)


8 Şubat 2003
Cumartesi
 
DÜCANE CÜNDİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED