AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Laikliği dinle savunmak (3)

"Osmanlı'nın Hanefi-Maturidi akaidini göklere çıkarıp, medreselerde tam tersi bir çizgiyi savunan Eşariliği okutmasının yıkılışımıza nasıl yol açtığına dair tek analiz yapmazlar. Eşariliği içselleştirmiş bir toplumun her türlü ilerlemesinin donduğunu irdelemezler. Allah'ın verdiği aklı 'heva ve heves' olarak damgalayıp, eskinin körü körüne taklidini savunan Eşarîlik doktrininin fikri yaratıcılığı kuruttuğunu algılamazlar. İnsana zerre kadar özgür irade alanı bırakmayan kaderciliğin nasıl sorumsuz ve ahlaksız bir toplum yarattığını göremezler. Başkalarının imanını amelleriyle yargılama hakkını kendinde gören bu inanışın, sadece dini hayatımıza değil, hayatın her alanına riya ve şekilcilik saplantısının bir kanser gibi yayılmasına sebep olduğunu idrak edemezler..."

Sayın Aktan'ın bu satırları da hem tarihi hem de teorik gerçekliğe uymamaktadır. Konuyu derinleştirmeden önce bir daha hatırlatalım ki, asıl tartışma konumuz "laikliğin İslam esaslarına göre savunulması ve meşrulaştırılması" idi. Ben "bunun çelişkili olduğunu, laikliğe karar verdiğiniz andan itibaren İslam'ı bölmüş, bir kısmını fertler için yürürlükte bırakıp diğer kısmını hükümsüz kılmış, yürürlükten kaldırmış olacağınızı" iddia ve ifade ediyorum. Biri çıkar da "Ben, laik sistemin İslam'a uygun olduğunu bir şekilde Kur'an'a dayanarak ispat ediyorum" derse -böyle bir ispatın mümkün olmadığı konusundaki kanaatimi muhafaza ederek- ona diyeceğim şudur: "Bindiğin dalı kesiyor, laikliği ispat ederken ondan vazgeçiyorsun; çünkü laiklik bir devlet tavrıdır ve özünde devlet işlerine dini karıştırmamak vardır".

Gelelim son tartışma konumuza:

Son dönemde yapılan ıslahat istisna edilirse Osmanlı medreselerinde, devletin mecbur ettiği bir program yoktur, medreselerde hakim olan müderristir, programını yapar ve dersini okutarak icazet verir.

Medreselerde okutulan Tavzih gibi Fıkıh Usulü, Medârik gibi tefsir kitapları Mâtürîdî mezhebine göre yazılmıştır. Son dönemde -bir ara şeyhülislam da olan- Mustafa Sabri Efendi'nin son zamanlarında, Eş'arîlikten de öte cebrîliği kabul ve müdafaa etmesi üzerine bugünki milli eğitim bakanlığına muadil olan ders vekilliği makamında bulunmuş büyük alim M. Zahid Kevserî, el-İstibsâr isimli bir cevabî kitapçık yazarak Mâtürîdî inancını savunuyor ve bu Risalede şunları söylüyor: "el-Lüm'a, Nizâmiyye ve İşârâtü'l-merâm (Bu eser, 11. hicret yılında yaşamış bir Osmanlı Kadî-askerine aittir) isimli kitapları neşrettim, bunlar Mâtürîdî akaidine uygun olarak irade ve cebir konularını en iyi işleyen kitaplardır..." Kevseri şunları da söylüyor: "M. Sabri Efendi ben dahil olmak üzere, Mâtürîdî inancını savunuyorlar diye Sadrüşşerîa, İbnü'l-Hümam, Teftâzânî, Siyalkûtî, Gelenbevî gibi büyük Matürîdî ulemaya ölçüsüz bir şekilde çatıyor..." (s.2-5). Bu satırlar gösteriyor ki, Osmanlı medreselerinde yalnızca Eş'arî mezhebi okutulmuş değildir.

Mâtürîdî, Eş'arî ve Mu'utezile mezheplerinde, "kulun yaptıklarından sorumlu olacağı" inancı ortaktır, Eş'arîler'in insana zerre kadar özgür irade alanı bırakmadığı iddiası tutarsızdır. Bu mezheplerin asıl tartıştıkları ve farklı hassasiyetler gösterdikleri konu, "kulun (insanın) irade ve kudreti ile yapıp ettikleri yaratma olarak/bakımından kime aittir, eğer kula ait denirse Allah'a yaratmada ortak koşulmuş olmaz mı?" meselesidir; yani İslam'ın temeli olan tevhîddir.. Her üç mezhebe göre de insan iradesiyle yaptığından sorumludur, ancak bu yapılanların yaratma ile ilgisi konusunda iki uç bir de orta görüş vardır, orta görüş Mâtürîdîlere aittir. Durum böyle olunca müslümanların tamamen başka amiller sebebiyle içine düştükleri felaketlerin sorumluluğunu bir mezhebe bağlamanın ilmi tahlil ve tarihi gerçeklikle bir alakası olamaz.

Dini hüküm koymada aklın rolü konusunu bundan önceki yazıda açıklamıştım; her iki mezhebe göre de akla böyle bir selahiyet verilmemiştir. Aklın tek başına (ilâhî irşaddan uzak) kaldığında doğru yola da eğri yola da rehberlik edebileceği hususu da tartışma konusu değildir.

İnsanların imanlarına (belli bir dine inanıp inanmadıklarına), bazı amellerine, yapıp ettiklerine, taşıdıkları sembollere, davranışlarına bakarak hükmetmek, dine aykırı davranışları kınamak Eş'arîlere mahsus değildir, bütün Sünnî mezhepler arasında ortaktır. İşin gerçeğini (gerçeğin dışa yansıyanla örtüşüp örtüşmediğini) elbette Allah bilir, ama insanların gerektiğinde bir bilgi ve kanaat sahibi olmak için dışa vurandan başka bakabilecekleri bir yer yoktur.

Bir yazılık daha devam edecek.


5 Aralık 2004
Pazar
 
HAYRETTİN KARAMAN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED