AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Avrupa'yı emniyete al, Asya'ya açıl!

Rusya ve OPEC ülkeleri petrolü euro ile satmaya yönelirlerse, bu Avrupa'nın elini güçlendirir ve doları çökertir. Irak, petrolünü euroyla satıyordu; ABD'nin Irak'ı işgalinin sebeplerinden biri, başka ülkelerin Irak'ın yolundan gitmesini önlemekti.

Osmanlılar Asya'yı emniyete alıp, Avrupa'ya doğru ilerliyorlardı. Yirmi birinci yüzyılın Türkiye'si bunun tersini yapmaya yazgılı: Avrupa'yı emniyete alıp, Asya'ya doğru gitmek! Osmanlıları en fazla uğraştıranlar İranlılar oldu. (İranlı yerine Fars demiyorum, çünkü Osmanoğullarının en büyük rakibi olan Safevî hanedanının ünlü hükümdarı Şah İsmail, divanını Türkçe yazarken; Yavuz Sultan Selim divanını Farsça yazıyordu! Ulus-devlet kategorilerini geçmişe doğru uygulamak ironik sonuçlar doğurur!)

ANLAYIŞ dergisinin aralık sayısında kendisiyle görüştüğümüz ünlü sosyolog ve iktisat tarihçisi Andre Gunder Frank, "21. yüzyıl Asya'nın olacak!" diyor. 1960'larda "Bağımlılık" kuramının geliştirilmesinde anahtar rol oynayan Frank'e göre, "gerikalmışlık" doğal bir durum değil, kapitalist sistemin gelişiminin sonucuydu ve kurtuluş Sistem'le bağları koparmada yatıyordu. 1990'larda kaleme aldığı yazılarda ve son eseri Reorient'te ise Marx'tan Braudel ve Wallerstein'a kadar birçok sosyal bilimciyi Avrupa-merkezcilikle itham etti ve Avrupa ile Asya arasındaki ekonomik kopuşun ancak 19. yüzyılda, hatta 1870'lerden sonra meydana geldiğini ileri sürdü. Frank'e göre, Asya, Afrika ve Latin Amerika'nın zaafı ekonomi veya kültürle değil, devlet yapılarının güçsüzlüğüyle bağlantılıdır.

Türkçe'ye en son Dünya Sistemi başlıklı ortak çalışması çevrilen A. G. Frank, kapitalizm kavramının analitik bir değer taşımadığını, son 500 yılda Avrupa'da kurulduğu söylenen ekonomik sistemin 5000 yıldır Afro-Avrasya'da oluşum halinde olduğunu; Avrupalıların son 100 yıl içinde geçici bir üstünlük sağladıklarını ve bunun sona ermek üzere olduğunu düşünüyor. Türklere öğüdü kısa ve net: Hesabınızı iyi yapın. Avrupa'ya girin, fakat asıl yönünüz Doğu olsun. Gelecek Asya'dadır!

Doğu'nun sorunu, güçsüz devlet yapılarıdır!

Andre Gunder Frank'e göre, Avrupa ile Avrupa-dışı dünya arasındaki ekonomik gelişme farkı 19. yüzyılda meydana geldi. Daha önce böyle bir fark yoktu; hatta denge birçok hususta Asya lehineydi. Sömürgeleştirilen Hindistan dışında, Asya, Afrika ve Latin Amerika 19. yüzyıl ortalarına kadar gelişme içindeydiler. Çin gerçekte 1850'lerdeki Taiping İsyanı ve ikinci afyon savaşına kadar çöküş içinde değildi. Asya'nın gerilemesinde en önemli faktör devlet yapılarının zayıflığı ve sömürgecilikti. Bu sorunlardan en çabuk sıyrılan Japonya ilk gelişen Asya ülkesi oldu, ta 19. yüzyılın ikinci yarısında! Bağımlı ekonomilerin en büyük sebebi, zayıf ve bağımlı devletlerdir.

Yirminci yüzyılda, öncekinden daha düşük bir düzeyden yola çıksalar da, Asya ülkelerinin ekonomik büyümesi Batı'nın büyümesinden daha hızlı oldu. Son birkaç onyılda Çin'in ortalama büyümesi yüzde 10'un altına düşmedi. Diğer Asya kaplanlarının da öyle. Bu demektir ki, Avrupa/merkezci iddiaların aksine, Batı'nın dünya hakimiyeti en fazla bir asır sürdü ve şimdi sona ermek üzeredir. Onlar Batı'nın beş yüz, hatta bin yıldır üstün olduğunu söylüyorlar.

İyi ama, 1997 krizi Asya ekonomilerinin aczini göstermedi mi? Başta IMF iktisatçıları olmak üzere, bazıları bunların birer kâğıttan kaplan olduklarını bile ileri sürüyorlar. Frank'in bu konuya yaklaşımı son derece ilginç: Doğu Asya krizi, Asya ekonomilerinin güçsüzlüğünün değil, tam aksine, gücünün kanıtıdır!

Krizin Asya ekonomilerini olumsuz etkileyip Batı'yı görece güçlendirdiği doğru. Fakat, 1990 başlarında Japonya'da ve 1997'de Tayland'dan başlayarak Doğu Asya'da yayılan finans ve ekonomi krizi sadece Asya'nın zayıflığı olarak yorumlamamalı. Gerçekte Asya'nın üretim gücünün sonucu ve kanıtıydı bu kriz! Yirminci yüzyılda ekonomik krizler hep Batı'da başlar, sonra bütün dünyayı etkilerdi. Ekonomik krizin ilk defa olarak Doğu'dan başlayıp Batı'ya doğru seyrettiği bir vaka oldu bu. Doğu Asya sanayileri öylesine güçlenmişti ki, dünya ihracat pazarlarının altını üstüne getiriyorlardı. Doğu Asya ticaret dengesi bu krizle geriledi ve bu durum borç ödemelerini güçleştirdi. Bu ise spekülatif finans sermayesini ürküttü; Asya'yı terkederek emniyet bölgesi saydıkları Wall Street ve Amerikan Hazine tahvillerine yöneldiler. Bu, aslında var olan bir yönelişin şiddetlenmesiydi. Clinton Amerika'sının 1990'lardaki refahını yaratan şey sözde "yeni ekonomi" ve olmayan üretkenlik artışı değil, Japonya, Doğu Asya ve ardından Rusya'dan kaçan sermaye idi.

Amerikan ekonomisini kim finanse ediyor?

Andre Gunder Frank'in bilinen bir tesbiti de şu: Bugün bütün dünya bir finans ve borç ekonomisi içinde yaşıyor. Dünyada alınıp satılmakta olan çoğu şeyler Amerikan Doları temelli borç enstrümanlarına dayanıyor ve bu, gerçek mal alışverişinin 20 mislini aşmış bulunuyor. Borç ancak krediyle sürdürülür; Amerikan ekonomisini de yüzer durumda tutan ve Pentagon'u finanse eden Avrupa ve Asya'nın ABD'ne açtıkları kredidir. Amerikalılar bu sayede dünyaya hükmediyor ve sadece kendi çıkarlarına uygun düşen politikaları uyguluyorlar. ABD'nin yıllık ticaret açığı 550 milyar dolardır ve bu her geçen gün artıyor. Bu açığın 100 milyar dolarını Avrupa, 100 milyar dolarını Çin, 100 milyar dolarını Japonya, geriye kalanını da başta Hindistan olmak üzere diğer Doğu Asya ülkeleri finanse ediyor. Amerikalılar tasarruftan uzak yaşıyor; kazandıklarından çok fazlasını harcıyor ve başkalarının kendilerine borç olarak verdikleri tasarruflarla ayakta kalıyorlar.

Peki, bedava mı veriliyor bu kredi? Ne yazık ki öyle! Dünya para rezervleri ve başta petrol ile altın olmak üzere başlıca ödemeler dolar cinsindendir. ABD'ye düşen yalnızca kâğıt maliyetine katlanıp dolar basmak ve bu kâğıt parçalarını (hatta, basıma ihtiyaç bile duymadan, eletronik fon ve hesapları) kullanıp dünya âlemin üretimini satınalmak ve kendi yatırım ve tüketimi için kullanmaktır. Banknotlar, Hazine bonoları, elektronik hesap ve fonlar; bütün bunlar son kertede değersiz kâğıt parçalarıdır. Onları değerli kılan, başkalarının iltifatıdır. Amerikan dış borcunun çok yüksek olduğunu ve yabancıların Amerikan varlıklarının büyük bölümüne sahip olduklarını biliyoruz. Bu borcu normalde geri ödemek imkânsızdır. Bir tür gazino ekonomisi içinde yaşıyoruz; hayalî değere sahip kâğıtlar ortalıkta uçuşuyor. Kâğıttan kaleler yapılıyor. Fakat, tarihte ilk defa olarak, bu durum rekabet gücünü yitirmiş, dünyanın en büyük borçlusuna üstünlük sağlıyor.


21'inci yüzyıl Asya'nındır!

Frank'e giderayak şunu soruyoruz: Avrupalı veya Asyalılar, Amerikalı efendilerini ne zamana kadar baş tacı edecekler? Bugünlerde yükselişe geçen euro, dolara gerçekten rakip olup, Amerika'nın ekonomik hegemonyasını sona erdirebilir mi? Tarihçi-sosyal bilimcimiz pek umutlu konuşmuyor: Evet, ilk akla gelen ve en çok konuşulan, daha üretken ve rekabetçi olan Avrupa ülkelerinin devreye girip, euroyu dolar yerine rezerv para haline getirebilecekleridir. Bunun olması için güçlü bir devlete ihtiyaç var ve bu devlet Avrupa'da yok. Eğer Rusya ve OPEC ülkeleri petrolü euro ile satmaya yönelirlerse, bu Avrupa'nın elini güçlendirir ve doları çökertir. Irak, petrolünü euroyla satıyordu; ABD'nin Irak'ı işgalinin sebeplerinden biri, başka ülkelerin Irak'ın yolundan gitmesini önlemekti. Dünyaya gözdağı veriyorlar.

Frank'e göre, kazanan Avrupa değil, Asya olacaktır. Birkaç yıl sonra bir Asya para sepeti oluşturulacaktır. Düşük maliyetli Çinli işçiler bugün gerçek mallar üretiyorlar ve Çinliler daha şimdiden dünyada 100 imalat malının öncü üreticisi durumuna gelmişlerdir. İhracatları 350 milyar dolara ulaştı; bunun çoğunu Amerika'ya yapıyorlar. Şimdilik, bedava basılan kâğıt dolarlar karşılığında. Peki, ne yapıyorlar bu paraları? Yıllık faizi yüzde 4-5 olan Amerikan Hazine kâğıtlarına yatırıyorlar. 700 milyar dolarlık toplam Hazine kâğıtlarının 300 milyar dolarını Çinliler almış, geriye kalanını da Japonlar, Avrupalılar ve diğerleri. Peki, Çinli, Japon ve Avrupalılar bunu niçin yapıyor?

Çinlilerin dolar tutmaktaki temel amacı, Amerikan ve dünya pazarlarına rahat mal satabilmek için, kendi paralarının (yuan) değerini dolar karşısında düşük tutabilmektir. Çin ancak son zamanlarda bu dolarların bir kısmını Güneydoğu Asya ülkelerinden mal ithalinde kullanmaya başladı. Fakat bu hep böyle gitmek zorunda değil. Çin, ihracatını arttırdıkça, dolar yerine yuan ile ihracat yapmaya yönelebilir. Böyle yaptığı zaman, Çin malı almak isteyenler ellerinde dolar yerine yuan tutmak isteyeceklerdir. Böylece yuan da rezerv paralardan biri haline gelecektir. Çin'e Tayvan, Hong Kong ve denizaşırı Çinlileri de ilave ettiğimizde neler olabileceğini düşünün.

Acaba Japonya, Kore ve Hindistan da bu tür yönelişlere arka çıkarlar mı? Yoksa herkes kendi yoluna mı gider? Frank, bu tür şüpheci yaklaşımların bir Batı oyunu olduğunu ihsas ettiriyor:

Batılı akademisyenler boyuna Asya-içi gerilimlerden söz ederler. Oysa 1997 ekonomi ve finans krizi gösterdi ki, bunların kaderi ortak. Japonya krizin başında ortaya çıktı ve Birleşmiş Milletler aracılığıyla, krizden etkilenen ülkelere el uzatacak bir Asya Para Fonu oluşturulmasını önerdi. Kendileri yüklüce bir parayı taahhüt ettiler. Fakat iyilik meleği ABD, bunu şiddetle reddetti ve fon oluşturulamadı. Bu bölge sanayileşmede çok ciddi bir mesafe almıştır; kendi ortak para ve finans sistemlerini de geliştirdiklerinde, Amerikan sistemi nalları dikecektir. Bunu silahla önleyemezler!


5 Aralık 2004
Pazar
 
MUSTAFA ÖZEL


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED