AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
İzahı zor işler

-Kıtalar arası silahlı operasyonlarını uluslararası terörle mücadele misyonuna bağlayan ve PKK'yı terör örgütü olarak ilan eden Amerika'nın Kandil dağında üstlenen PKK militanlarını oradan çıkaramamasını, bunun için yeterli gücünün bulunmadığını ifade etmesini anlamak zor.

-Irak'ta büyük bir askeri işgal gücü bulunduran, bununla her gün şehir şehir, sokak sokak karadan - havadan operasyon yapan Amerika'nın Türkiye'nin PKK'ya yönelik müdahalesi söz konusu olduğunda işi "Irak'lılarla müzakere"ye havale etmesini anlamak zor.

-Kandil dağındaki teröristlere koca Amerikan ordusunun müdahale etme gücü bulunmadığını bütün absürdlüğüne rağmen anlamaya çalışsak bile, Amerika'nın, PKK'nın Kerkük'te büro tutup, bayrak açmasına müdahale edememesini anlamak mümkün değil.

-PKK militanlarının kıtalar arası güç kullanan Amerika'dan çekinmeden (!), Irak topraklarında üstlenmesindeki cesareti (!) anlamak zor.

-Türkiye'de bir adada tecrid halinde bulunan terörist başının, taa Kandil dağındaki terör örgütüne talimat ulaştırabilmesini anlamak zor. Kendi hapishanesindeki terörist başına hakim olamayan Türkiye'nin Amerika'ya "Kandil dağına neden müdahale etmiyorsun?" diye çıkışmasını anlamak da zor.

-Türkiye içinde dağlarda 2 bin civarında terörist bulunduğu ifade ediliyor. Türkiye'nin bu terörist gruba karşı tüm gücünü kullanma imkanı mevcut. Bununla birlikte köklü bir netice alınabilmiş değil. Hala "şehit naaşları"yle ilgili haberler Türkiye'nin yüreğini dağlıyor. Bu durumda, bütün güçleri kullanabilme imkanı mevcutken içerideki terör odaklarını çökertmeden, Irak'ta sınır ötesi operasyonu konuşmanın hangi amacı taşıdığını anlamak mümkün değil.

-Sınır ötesi operasyon imkanı verilse bile, kaç uçak sortisinde veya kaç tankı - kaç bin askeri ne kadar süre ile sınır ötesine geçirerek nasıl bir sonuç alınacağı belli değilken, Irak'a sınır ötesi harekatın yapılabilir olduğu 15 yıllık süre içinde "kök kurutma" işi başarılamamışken, şimdi işi, sınır ötesi harekat yapma - yapamama noktasına kilitlemenin gayesini anlamak zor.

-1984 Eruh baskını ve 2005... Tam 21 yıl... Bu süre içinde Türkiye'nin deyim yerindeyse kıçı kırık bir örgütün hakkından gelememesini anlamak zor.

-Hiç olmazsa örgüt başının yakalandığı zamandan sonra Türkiye'nin bir, "örgütü bitirme" stratejisi geliştirememesini anlamak zor.

- Terör örgütü ile mücadelenin bir boyutunun sosyo - kültürel - ekonomik tedbirler almak olduğu, bunun için sağlıklı bir sivil - asker diyaloguna ihtiyaç bulunduğu bilindiği halde, 20 yıldır bu alanda netice verici hamleler yapılamamasını anlamak zor.

-Şu sıra, uzaktan kumandalı mayın operasyonları gündemde. Bunun için yolların toprak - asfaltlı olması tartışılıyor. Bir yazar ısrarla, mayınlı suikastların toprak yollarda gerçekleştirilebildiğini, hükümet yolları asfaltlamış olsa, teröristlerin bu imkanı bulamayacağını, oysa hükümet, taa Moğolistan'da Orhun Abidelerine giden yolu asfaltlarken, burada dalyan gibi gençlerin hayatına mal olan bir işi savsakladığını yazıp duruyor. Belli ki, bir kesimin tepkisini dile getiriyor ve belli ki bu kesim, askerlerden oluşuyor. Bu iddianın bir tür "ihanet suçlaması" olduğu açık. Yani "Hükümet bile bile ana kuzularını ateşin içine atıyor!" suçlaması... Buna karşılık Hükümet de, medyayı kullanarak bu iddiaya cevap vermeye çalışıyor. Ama iddia ile cevabın birbiri ile buluşmadığı, dolayısıyla suçlamanın en azından suçlamada bulunanlar açısından ortada kaldığı görülüyor. Bu durumda anlamak gerçekten zor, Türkiye 20 yıl içinde bilmem kaç milyar doları bölgeden teröristleri tasfiye için sarfetti, askeri operasyonlarda neye ihtiyaç duyuldu ise onları temin etti de, şimdi üç kuruşluk asfaltı yollara dökmüyor, öyle mi? Asker bunu sivil kadrolara duyurdu da cevap alamadı, öyle mi? Genelkurmay ile Hükümet arasında bu konuda herhangi bir bahis geçti de sonuç vermedi öyle mi? Ve bu iş, çok satan bir gazetenin köşesinde dile getirilirse problemin hallolacağı düşünüldü, öyle mi? Anlamak zor, diyorum. Terörle mi mücadele ediyoruz, birbirimize karşı halk oyunu kazanma mücadelesi mi veriyoruz, anlamak zor...

Aslında burada zikredilen her "zor"luğun anlaşılır bir yanı mevcut.

Amerika'yı da anlıyoruz, Avrupa'yı da...

Tabii Türkiye'nin iç zaaflarını da...

Ama tıkanıp kaldık bir yerlerde... Bir Babil Kulesi sendromu, dillerin yabancılaşması hadisesi herkesi kahrediyor.

Ben inanıyorum ki, Türkiye, Kürt meselesinde böyle bir kısır döngü yaşamazdı.

İç ahenk olsaydı...

Türkçe ve Kürtçe konuşsaydık ama dillerimiz yabancılaşmasaydı. Araya Amerikanca da girmezdi, İngilizce de Fransızca da... Bir Amerikalı ya da İngiliz, Kürtçeyi Türkten daha iyi anlamazdı. Biz Türkçe ve Kürtçe anlaşırdık. Ama iç ahenk olsaydı. Biz, garip olan şu ki, Türkçe bile anlaşamıyoruz. Askerimizle sivilimiz, halkımızla aydınımız iletişim kuramıyor. Türk de ölüyor Kürt de ölüyor.. Birbirimize dirilik taşıyacağımıza acılar taşıyoruz. (KKTC Cumhurbaşkanı'na Çankaya'nın uyguladığı düşük protokol çok tipik bir Türkiye sancısını yansıtıyor. "Yavruvatan"ın çocukları arasında bile ayrım yapıyoruz kendi zihniyet şablonlarımızla. Dünyaya "KKTC'ye tecridi kaldırın" çağrısı yapıp, biz Ankara'da bir tecrid halkası oluşturuyoruz.. Bunun anlaşılır yanı var mı?)

İç ahenk olsaydı...

Yollara asfalt dökmek için sütunlarda kavga etmezdik.

İç ahenk olsaydı, komşu Müslüman ülkeyi kana bulayan Amerika'dan imdat dilenmezdik.

İç ahengi nerede kaybettik, asıl soru burada. Bunu çözmeden Türkiye'nin başı daha çok ağrıyacak.


6 Ağustos 2005
Cumartesi
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED