AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
"Bize Şah Damarımızdan Daha Yakın Olan"dan nasıl uzak olabiliriz ki?

Aziz dostum, ayrıldığımızdan bu yana her fırsatta bana "Ayrılık nedir?" diye soruyorsun. Biliyorsun ki ben bence uzun sayılabilecek bir süredir Paris'teydim; bir süreden beri de Berlin'de... Ayrıyız yani. Ayrı ayrıyız. "Ayrı olan(lar) olmasaydı, ayrılık da olmazdı" diyor ve fakat ayrı olanın değil, aksine, özü itibariyle ayrılık'ın ne olduğunu bilmek istediğini söylüyorsun; sanki ayrı olanı bilmeden ayrılık bilinebilirmiş gibi.

Sen bu mektubu okurken, nasipse ben İstanbul'da, köyümüzde (Çengelköy'de) çayımı yudumluyor olacağım. Bir kez daha aynı olanı, ayrı olan'dan ayıranın ayırdına varmaya çalışacağım. Çünkü "aynı olan" olmasaydı, "ayrı olan" da olmazdı. Ayrılık'ı varmış gibi gösteren de zaten işbu 'aynılık' değil mi?!

Sen ise, mahiyetini merak ettiğin ve "Nedir?" sorusuyla cevabını talep ettiğin bu hâlin (!) -her şeyden evvel- 'var' olduğunu kabul ediyorsun. Çünkü var olduğunu kabul etmeseydin, ne olduğunu da merak etmezdin, edemezdin. Varlık (vücud) sorusu sorulmaksızın, nelik (mahiyet) sorusu sorulabilir mi? Nitekim bizler bir şeyin ve/veya bir olgunun önce 'var' olup olmadığını, sonra da 'ne' olup olmadığını öğrenmek istemiyor muyuz?

Sözü uzatmadan söylemeliyim ki soruna katılmayı kabul ediyor ve hem de hiç beklemeksizin katılıyorum; yani sorduğun soruyu bir kez daha sormak suretiyle ben de bu sorunun dile gelişine kendimce bir katkımın olmasını istiyorum:

Hakikaten nedir şu 'ayrılık', 'ayrılık' dedikleri?!?

İmdi artık soruyu yinelemekle gerekli katkıyı sağlamış olduğumu sanıyorum. Hal böyle ise şayet, şimdi ayrılık'ın etrafında daireler çizebilir, ayrılık'a dair konuşma (=karşı karşıya konma) hakkını elde ettiğimizden emin olabiliriz; zira sormak demek, cevap taleb etmek demektir.

Peki biz bu soruyu kime soruyoruz? Kimseye! Bilâkis biz soruyu bizzat ayrılık'ın kendisine soruyoruz. O halde cevabı da bize bizzat ayrılık'ın kendisi vermeli! Kendini açığa vuranı bütün açıklığıyla açıklıkta durmaya ikna etmekten başka çıkar yolumuz yok. Daireler çizmeyi sürdürmeli ve sordukça sorumuza katılacak olanların sayısının artacağını ummaktan vazgeçmemeliyiz. Kimbilir, ısrarımız karşısında 'ayrılık' da en nihayet sorularımızın şiddetine dayanamaz da peçesini kaldırıp o nazlı yüzünü bizlere gösterir belki... Evet, kim bilir? (İşte bakın kimse bunu bilemez; bilse bile söyleyemez.)

Ayrılığın özüne yönelelim o halde.

- Ayrı olan ile ayrı kalan olmasa ayrılık olur mu?
- Olmaz!
- Peki ayrılık'ı mümkün kılan, bizatihi ayrı olanın/ayrı kalanın kendisi değil mi?
- Evet!

Demek ki ayrılık olmasaydı, ne ayrı olabilirdik, ne de ayrı kalabilirdik. Lâkin bizler ayrı olmasa, ayrı kalmasa idik, aslâ ayrılık da olmazdı.

Gördün mü, ayrılık üzerine konuşurken hep onu 'var' kabul edip de öyle konuşuyoruz. Ayrılık varlığın bir hâli gibiymiş gibi konuşuyoruz. Oysa ayrılık, uzaklaşmak demek, uzaklaşa uzaklaşa gözden yok olmak demek...

Birlikte (var)olmanın, beraber (var)olmanın, aynı mekânda ve aynı zamanda (var)olmanın yokluğuna 'ayrılık' mı deniyor yoksa?!? Eğer böyleyse, ayrılık 'yokluk' demektir. Yokluk ise yoktur. Neticede ayrılık yokluk olur, yokluğun bir diğer adı da ayrılık olur.

Bizler hep bir şeyin varlığına nisbetle yokluk'tan sözedebiliyoruz. Yokluk ise, bilmen gerekir ki ey dostum, hep bir şeyin yokluğudur, bir şeyin varolmama hâlidir, eskilerin tabiriyle adem-i izafî'dir.

Alimlerimiz, zihin dışında varolanlara 'mevcud' (haricen varolan), olmayanlara 'madum' (haricen varolmayan) derlerdi. Zihinde varolanlara 'sâbit' (zihnen varolan), olmayanlara ise 'menfî' (zihnen varolmayan) adını vermişlerdi. Bu iki kategorinin üzerinde mutlak anlamıyla 'vücud' (varlık) ve 'adem' (yokluk) kavramları yer alırdı ve ilki 'vacib' (varlığı zorunlu olan), ikincisi 'mümtenî' (yokluğu zorunlu olan) sıfatlarıyla açıklanırdı; 'mümkin' ise zorunlu olmayan'ın adıydı.

Bu durumda haricen varolan (mevcud), zihnen yok (menfî) olabileceği gibi, zihnen varolan da (sabit), haricen yok (madum) olabilir.

Acaba ayrılık hangi anlamıyla varlık, hangi anlamıyla yokluk dairesine giriyor?! Sözgelimi ayrılık haricen mi var veya yok (mevcud-madum), zihnen mi var veya yok (sâbit-menfi), hem haricen, hem zihnen mi var veya yok (vücud-adem)?!?

Bu soruların sînesinde sakladığı cevapların tebessümünden anlamış olmalısın ki bizler ayrı olan ile ayrı kalan'ın özünü bilmedikçe ayrılık'ın özünü aslâ bilemeyiz. Sen ayrılık'ı hep 'uzaklık' olarak anladıkça ey dostum, kuklaların dünyasında kuklaların ayrılığından ve gayrılığından sözetmeyi sürdürmek zorunda kalacak ve bize "şah damarımızdan daha yakın olan"ın yakınlığındaki 'daha' vurgusundan -ne yazık ki daha uzun bir süre- gafil kalacaksın demektir.

Ayrılık, aynı olanı, ayniyeti fark u tefrik edemeyenlerin, yani yokluğu varlık sananların sanısı... o bir gölge... bir araz, bir hayal, bir vehim, düpedüz bir sanrı... yani birlik'ten (vahdet) nasibi olmayanların, ikilik/çokluk (kesret) âleminde gezinenlerin serabı... iskeletleriyle avunanların sancısı... elbiselerinden soyunamayanların kancası... bu yüzden de dinmek bilmez bir ızdırap kaynağı...

Yüzünü ekşitme de söyle bana dostum, ayrı olan/ayrı kalan yoksa, bizatihi ayrılık nasıl var olsun ki? Olamaz, olabilemez.

Demek ki yüzünü arazlara çevirmene gerek yok, asıl arazlardan yüzünü çevirmeli ve önce varlığı bütün çıplaklığıyla temaşa etmenin yollarını arayıp bulmalısın!


6 Ağustos 2005
Cumartesi
 
DÜCANE CÜNDİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED