AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
Bir işi anlamak istiyorsan, onun edebiyatına bak...

Siyasî meseleleri ve "tarihî kırılma noktalarını" (diyelim ki 27 Mayıs'ı, 12 Mart'ı, 12 Eylül'ü, hatta 28 Şubat'ı) anlamanın yolu, o işin edebiyatına bakmaktan geçiyor.

12 Mart ve "karşıdevrim" meselesi üzerine düşününce bir şeyi farkettim: "12 Mart edebiyatı" denilen şey, Berna Moran'ın ileri sürdüğü gibi, sadece küçükburjuva duyarlığının ürettiği bir "yazıklanma ve işkence edebiyatı" değilmiş. Başka bir şeymiş. Hiç de öyle sivil endişeler taşımıyormuş.

Nasıl mı?

60'lı yıllar, bir kısım aydın açısından uyanış dönemiydi, 27 Mayıs darbesinin getirdiği anayasa hem sendikal hareketlerin önünü açmış ve işçi sınıfının örgütlenmesine "olanak sağlamış", hem de halk kitlelerinin (!) devrime olan özlemlerini "ayaklandırmıştı"; üniversiteler özerkti, yargı bağımsızdı, sosyalist dernekler kurulabiliyordu, Türkiye İşçi Partisi TBMM'ye 15 milletvekili sokabilmişti, kısacası sosyalist teorinin "pratize edilebilmesi için" her türlü imkan hazırdı.

Sonra bir şey olacak, film kopacaktır. 12 Mart darbesi silindir gibi ezip geçecektir bu uyanış çabalarını.

Mesela, Sevgi Soysal'ın, en önemli 12 Mart romanlarından biri sayılan "Şafak"ının birinci kahramanlarından Oya şöyle der: "Hepiniz hayalcisiniz. Birinin elinde dinamit, öbürünün kalem, sonuç aynı. Aşağı yukarı hepimizin saati bozuk. Çünkü aslında şafak vakti değil..."

Hulasa:

Bir şey bekleniyordur; bir darbe, bir müdahale... Ama gelen, "beklenen" değildir. Çünkü şafak henüz sökmemiştir. Yani şartlar henüz olgunlaşmamıştır. Bu nedenle, "asker-sivil" ortak kalkışması olan "Millî Demokratik Devrim" (9 Mart) ters tepmiş; bu girişim faşizm, baskı ve işkence olarak geri dönmüştür; ve daha da kötüsü, kimlikleri erozyona uğratmış, bireyleri "devrimci kalamamak" sorunuyla baş başa bırakmıştır. Dolayısıyla, devrimciler açısından bu bir yenilgidir.

Murat Belge, bir yazısında, "bu yenilgi radikal bir şekilde sorgulanmalıdır" diyordu ama, 12 Mart edebiyatının temel "sorunsalı" hiçbir zaman bu sorgulama olmadı. Daha çok, mağdur edebiyatının doğurduğu işkence olgusu tartışıldı.

Dolayısıyla, bütün 12 Mart romanlarında (hatta şiirlerinde) "olması gerekenin gerçekleşmemesine" duyulan öfke sezilir. Çünkü "kendisinden çok şey beklenenler", egemen güçlerin (faşizmin ve ABD emperyalizminin) dümen suyunda, devrimi yok etme misyonuna soyunmuşlardır. Üstelik, 27 Mayıs'ın getirdiği özgürlükler ortamını yok etmiş, kitlelerin (!) devrime olan inancını sarsmışlardır. Olan da, özgürlükler ortamını yeniden tesis etmek ve nihai devrimin önünü açmak isteyen gençlere olmuştur.

Bu "hayal kırıklığı", hemen hemen bütün 12 Mart romanlarına mihver teşkil eder.

Biz yıllarca işkence mağdurlarına ağladık ama, meğer onlar "karşıdevrim" fikriyatına karşı silaha sarılmışlar.

Füruzan'ın "47'liler" romanının kahramanı Emine'nin işkenceli sorgulamada söyledikleri bu açıdan çok dikkat çekicidir:

"Biz, 27 Mayıs anayasasının koyduğu haklarla yasaların dışına çıkanlara karşı anayasayı savunmak için çabalıyoruz. Eğer bu suçsa biz bunu yaptık."

Demek ki, şu sıra bazı egzantrik solcuların ağzından düşmeyen "karşıdevrim" meselesini anlamak için 12 Mart edebiyatına bakmak gerekiyormuş.


2 Haziran 2005
Perşembe
 
AHMET KEKEÇ


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED