AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
K R O N İ K  M E D Y A
31 Mayıs: Türk basınında 'içe
kapanma'ya direniş bayramı!

Türk basınının "biz"im dışımızdaki gelişmelere ilgisizlikle malûl bir basın olduğu herkesin malûmu... Ama ülkenin Avrupa Birliği macerası, basının bu kötü huyunu değiştirmede son birkaç yılda (özellikle de son aylarda) belirgin bir rol oynadı. Hiçbir şeyin "bizim dışımızda" olmadığının anlaşılmaya başlamasının meyvesi olan bu evrimsel gelişme,
31 Mayıs tarihli gazetelerde niteliksel bir sıçramaya ulaşmış görünüyor...

Fransa'daki Avrupa Birliği Anayasası referandumunu okurlarına duyuran 30 ve 31 Mayıs tarihli Türk gazeteleri, bir açıdan, hadi bizim basınımızın sevdiği bir tabirle anlatalım, "koleksiyon sayısı" niteliğinde... Fransız halkının "hayır" tercihi iki gündür Türk gazetelerinin manşetinden inmiyor... Ama bu ikisinden birini tercih etmek gerekirse, biz, neredeyse bütün yorumcuların da manşetlerle birlikte bir "dış haber"i öne çıkardığı 31 Mayıs'ın daha önemli olduğunu söyleyeceğiz...

Denebilir ki, 11 Eylül'de de böyle olmuştu... Doğru, fakat çok önemli bir fark var bu ikisi arasında: Bir kere orada binlerce insanın öldüğü bir olay söz konusuydu; haber değeri açısından üzerinde tartışma yürütülemeyecek "akut" bir gelişmeydi 11 Eylül... İkincisi daha da önemli: 30 ve 31 Mayıs, Türk basınının zaten "dış"a daha çok bakmaya başladığı bir dönemin zirvesi niteliğindeydi. Dolayısıyla, bu iki gün, Türk basınının bir daha içe kapalı eski günlerine dönmeyeceği gibi bir umut uyandırıyor...

Türk basınını ve okurlarını bilemeyiz, biz, 30-31 Mayıs 2005'i, gazetelerimizin "normal" gazeteler olma yönünde çok radikal bir adım attıkları günler olarak kutlayacağız...

Bu vesileyle gazete köşelerinde yer alan yorumların bizce ilginç ve önemli olanlarından bir seçme yapmayı uygun bulduk... Buyrun, okuyun...

Gülay Göktürk (D. B. Tercüman)
'Garip koalisyon'

Fransa'daki Anayasa oylamasına sadece Türkiye açısından bakmayı bir yana bırakırsak, bu referandum dolayısıyla ortaya çıkan ilginç saflaşmayı görebilir ve daha da ilginci bu saflaşmayı 'bir yerlerden' çok iyi hatırlayabiliriz.

(...)

Fransa'daki saflaşmada geleneksel sağ-sol saflaşması tarumar oldu. Aşırı sağcı Le Pen'cilerle sosyalistlerin ve komünistlerin önemli bir bölümü kol kola girip merkez sağa karşı 'hayır' kampanyası yürüttüler. Peki neydi Fransa'daki aşırı sağla aşırı solu birleştiren: Liberalizm ve küreselleşme karşıtlığı! Yani bizim Kızıl Elma Koalisyonu'nun temelinde yatanın aynısı! Fransa'daki milliyetçiler ve solcular da tıpkı bizimkiler gibi statükoyu korumak, değişime karşı barikat kurmak için birleştiler. Saflaşmanın bir tarafında değişimden korkanlar, öbür tarafta dünyadaki değişime ayak uyduramayan bir Avrupa'nın çökeceğini söyleyenler vardı.

Ali Sirmen (Cumhuriyet)
'Taze bir umut...'

(...) Devrim'den beri, solun simgesel alanı olan Bastille'de solun uç partileri ve yandaşları toplanmışlardı; nutuklar sevinç çığlıklarıyla karşılanıyor, şarkılar marşlar gırla gidiyor, insanlar sevinçlerini dile getirmeye çalışıyorlar, gençler dans ediyor, şarkı söylüyor, birbirlerine sarılıyor, öpüşüyorlardı.

Bir genç kız ağlıyordu, kaldırımın kenarında. Taze bir umudun sevinç gözyaşlarıydı bunlar. Belli ki genç kız, Fransız halkının yüzde 55'inin 'hayır'ını, daha insancıl, daha adil, daha fırsat eşitliğine açık, daha güvenli bir yaşamın başlangıcı olarak yorumluyordu.

Can Dündar (Milliyet)
'AB, gençliği kaybetti'

Fransa'da referandum sonucu açıklandığında sevinç çığlığı atanlara dikkat ettiniz mi? Çoğu gençti... Aşırı sağcı Le Pen'in karargâhında kutlama yapanlar da... Bastille Meydanı'nda AB karşıtı komünist sloganlar atanlar da... Sendika ve çiftçi birliklerinin 'Hayır' bildirilerini dağıtanlar da... Alınan sonuçta bu tuhaf koalisyonu oluşturan gençlerin payı büyük... Büyük olasılıkla yarın Hollanda gençliği de 'Hayır' diyecek. Türk kampüslerinde de durum aynı: 'AB' dendi mi herkes ayağa kalkıyor.

Oysa 10 yıl önce Avrupa gençlerinin 3'te 1'i kendini Fransız, İngiliz, Alman değil, "Avrupalı" olarak görüyordu. "Avrupalılık"; "çok kültürlülük", katılımcı demokrasi", "sivil toplum", "çevre duyarlılığı" vb. anlamına gelen bir üst kimlikti. 10 yılda 1 milyonu aşkın öğrenci Avrupa ülkeleri arasında değiş tokuş edildi. Bu klonlanmış teknokratlar ordusu 10 yıl içinde AB'nin dizginlerini teslim alacaktı. Avrupa entegrasyonuna aşırı sağ ve sol karşı çıkıyordu. Şimdi ise kitlesel bir tepki var.

Doğan Tılıç (Birgün)
'Hayır'da hayır vardır!'

(...) "Avrupa'nın romantikleri"nin "hayır"ında bir hayır olduğundan kuşkum yok. Belki de artık Avrupa'da daha güçlü bir sol alternatif boy verecek.

(..)

Anayasayı okumasalar da, "hayırcılar", sosyal hakların tırpanlandığını, serbest rekabetin ve pazarın neredeyse tanrılaştırıldığını, özelleştirmenin putlaştırıldığını, bu gidişle kamu hizmeti diye bir şey kalmayacağını hissettiler. Ücretsiz kreşlerin, okulların ve sağlık hizmetlerinin, işsizlik sigortalarının ellerinden kayıp gideceğini gördüler. Emeklilik ve grev hakları tırpanlanırken lokavtın bir "anayasal hak" haline gelmesinden ürktüler. Bir ankete göre, kendisini işçi sınıfı diye tanımlayanların yüzde 75'i, "çiftçiyim" diyenlerin büyük çoğunluğu ret oyu kullandı. Aşağıdakiler paldır küldür gelen "liberal" Avrupa'ya "hayır" dediler.

Ertuğrul Özkök (Hürriyet)
'Kızıl elma enternasyonali...'

Ben 'kızıl elma koalisyonu' denen koalisyonu sadece Türkiye'ye özgü bir garabet sanırdım. Meğer Fransa'da da varmış. Size iki sonuç vereceğim. Fransız Komünist Partisi'ne oy verenlerin yüzde 98'i referandumda 'Hayır' oyu kullanmış. Irkçılıkla suçlanan aşırı sağ politikacı Le Pen'in partisinin 'Hayır' oyu da yüzde 93. Parti yönetiminin 'Evet' verilmesi için kampanya yaptığı Sosyalist Parti'nin yüzde 56'sı 'Hayır' oyu kullandı.

(...)

Biz demokratik ideallerin, serbest rekabet ve verimliliğin Avrupa'sını kurmayı hayal ederken, buna paralel bir 'kızıl elma Avrupası' oluşuyormuş. 'Alafranga kızıl elma'cıların kullandığı üçüncü argüman 'ulusal egemenlik' kavramıydı. Hemen hepsi 'devletlerüstü devlet' kavramına karşı çıkıyorlardı. Bu referandumdan çıkan sonuç şu: Yirminci yüzyılda 'sosyalist enternasyonali' kuramayan Avrupa, şimdi Fransa'da 'kızıl elma enternasyonali'nin ilk adımını atıyor.

Erdal Şafak (Sabah)
'Polonyalı muslukçu korkusu...'

(...) Mart ortasına kadar kamuoyu araştırmalarında "evet" önde gidiyordu. O günlerde birileri "Polonyalı muslukçu" lafını ortaya atıverdi. Sözde, hizmetlerin serbest dolaşımı ilkesinin hayata geçirilmesiyle birlikte Polonya'dan Fransa'ya muslukçu akını başlamıştı. Fransız muslukçular işlerini ve ekmeklerini kaybediyorlardı. Çünkü Polonyalılar rekabet kabul etmeyecek kadar ucuza çalışıyorlardı. Buna "sosyal damping" denirdi.

İşte o rivayetle birlikte, "hayır" şaha kalktı. Polonyalı muslukçulara Letonyalı elektrikçiler, Slovak TIR şoförleri, Çek tarım işçileri eklendi. Birileri ellerinde kırbaç, halkın korkularını kamçılayıp durdu. Buyurun sandığa etkisini: İşçilerin yüzde 79'u, çiftçilerin yüzde 70'i, memurların yüzde 67'si, esnaf ve KOBİ işverenlerinin yüzde 51'i sandığa "hayır" oyu attı. Buna karşılık, yüksek ücretlilerin ve doktor, avukat, mimar, mühendis gibi serbest meslek sahiplerinin yüzde 69'u "evet" dedi. Çünkü onların işleri için tehlike yoktu. En vahimi, ne Polonyalı muslukçu vardı Fransa'da, ne Letonyalı elektrikçi...

İsmet Berkan (Radikal)
'Brüksel'deki merkezi bürokrasiye tepki...'

Burada spekülasyona girişecek değilim ama Avrupa halklarının Brüksel'deki merkezi bürokrasiye ve AB'nin halklara hesap vermeyen yapısına ciddi bir tepki içinde olduğuna bence artık kuşku yok. (15 üyeden 25 üyeye genişlerken bana mı sordunuz' sözü en önemli sloganlardan biri anlaşılan. Bu bağlamda geleceğe ilişkin tpkinin Türkiye'ye olduğunu görmemek de imkânsız ve bu ortam şimdilik hem Türkiye hem de Avrupa için fazlasıyla zehirli bir ortam.

Dolayısıyla aslında Avrupa'nın geleceğini kurtarmak isbteyenlerle Türkiye'nin çıkarlarının aynı çizgide buluştuğunu, yani Avrupa halklarını hem Avrupa'nın geleceği hem de Türkiye konusunda ikna etmek gerektiğini görmeliyiz. Bu bizim için bir avantaj bile sayılabilir.

Taha Akyol (Milliyet)
'Fransız ruhu...'

REFERANDUMDA çıkan hayır kararı, liberalizme asırlardan beri tepki duyan "Fransız ruhu"nun yeni bir dışavurumudur. Tepkilerini "Bu anayasa, bizi Anglosakson kalıplarına sokacak..." diye ifade ettiler. Anayasadaki terimleri bile saymışlar: Seksen küsur defa "rekabet" kelimesi geçen anayasada "sosyal" ve "kamu" gibi terimler çok azmış.

(...)

Fransız ruhu "rekabet"ten "liberalizm"i anlıyor ve kızıyor. Anayasanın 178. maddesinde "serbest rekabeti içeren açık pazar ilkesi"nden hoşlanmıyorlar. Anayasada "sosyal piyasa ekonomisi" teriminin yer alması da onları yatıştırmadı. "Bunlar Tony Blair'in lafları" diye daha da kızdılar!


1 Haziran 2005
Çarşamba
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED