AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
Veriyormuş gibi yapıp olanları da geri almak cinliği

Türkiye 17 Aralık'a, yani AB'den müzakere tarihi alana kadar çok şeyler yaptı. Birçok anayasa maddesini, yasa maddesini, uygulamayı değiştirdi. Bu değişikliklerin amacı şuydu: Özgürlüklerin genişletilmesi, yasakların azaltılması, Avrupa İnsan Hakları ölçütlerine mümkün olduğu kadar uyum sağlanması. Yetkililere bakılırsa ve kağıt üzerinde hakikaten durum böyle.

Ama buna rağmen bu yapılanlar bir türlü görülmüyor. Hayata geçirilemiyor.

17 Aralık'tan bu yana ortaya çıkan gelişmeler, 17 Aralık'a kadar gerçekleşen kağıt üzerindeki değişikliklerden daha etkili oldu.

Bütün bu değişliklere rağmen hala mahkemeye kravatla katıldığı için bir işkencecinin cezası hala en alt seviyeden kesiliyor. Ya da mahkemeler takdir haklarını nedense hep işkencecilerden yana kullanıyor.

Valilerin, mülki amirlerin, kendilerine bağlı personelin işkence ya da diğer insan hakları ihlalleri nedeniyle adli kovuşturulmaya, idari soruşturmaya maruz kalmalarına bir türlü gönülleri razı olmuyor. Anlaşılan amirlerimiz kendi peroneline karşı çok yufka yürekli. Buna karşılık emirleri altındaki personel tarafından hırpalanan, işkenceden geçirilen hatta öldürülen vatandaşlara karşı çok acımasızlar.

İstanbul valisi bu tür personelin en büyük hamisi durumunda. Diğer mülki idare amirleri de ondan aşağı kalır mı?

Kitap toplatıp yakma kararı alan kaymakama adeta 'taltif' anlamında 'kınama' cezası verilip görevinde bırakıldı.

Lise öğrencisi genci siyasi içerikli şiir okuduğu gerekçesiyle polislere yakalattıran ve saatlerce karakolda kalmasına neden olan kaymakama henüz bu 'taltif' de uygun görülmedi.

Özellikle de şu sözleri için: "Gencin okuduğu şiir siyasi içerikliydi, yasak olup olmadığını araştırmak için çocuğu gözaltına aldık."

İşe bakın!.. Bir şiirin yasak olup olmadığını anlamak için bir genci gözaltına almaktan mı başlamalı, bir şiir için hala yasak kavramının geçerli olmasından mı? Hangisinden başlamalı?

Mardin Kızıltepe'de cereyan eden katliam benzeri şaibeli infaz olayından şöyle ya da böyle sorumlu bir emniyet amirini 'taltif' eden anlayışa ne demeli?

Son günlerde bu konuda sayısız örnek var. Bu örneklerle bir takım idareciler, sivil-asker bürokratlar ve yargı bürokrasisi diyor ki:

"Biz bu çıkarılan yasaların, değiştirilen maddelerin, yönetmeliklerin vesairenin, özgürlükleri gerçekten genişletmek ve yasakları azaltarak demokratik ve hoşgörüye dayalı bir iklim yaratmak amaçlı olmadığını biliyoruz. Bu değişikliklerin böyle bir mesajı, böyle bir ruhu yok. Buna karşılık biz bu yapılanlardan başka bir mesaj alıyoruz." Mesela şöyle bir mesaj: "Biz değiştiriyoruz, siz bize bakmayın, bildiğinizi okuyun; arkanızdayız."

Eğer hala en azından İstanbul Valisi ve bu iki kaymakam değiştirilemiyorsa, bu mesajın hakikaten doğru olduğu söylenebilir. Çünkü her ne kadar bu idareciler devletin görevlileri olsalar da, siyasi otoriteye, yani İçişleri Bakanı'na bağlılar.

Ayni şekilde Adalet Bakanı'nın daha öncekilere ilaveten son verdiği, 'hainler' mesajı da zikretmeye değer bir örnek olarak ortada. Ona da hala hükümet içinden gereken tepki verilebilmiş değil.

Bu durumda 17 Aralık'a kadar yapılanların değişim mi, yoksa bazı hakları veriyormuş gibi yaparak durumu idare etmek amaçlı faaliyetler mi olduğu anlaşılmıyor.

Gelelim bu konudaki başka örneklere.

Dışişleri Bakanlığı geçenlerde hükümeti uyarmış. Terör mağdurlarına tazminatları ödenmezse devletin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde çok zor durumda kalabileceği bilgisini vermiş. Bakanlığın bu uyarısı sayesinde terörden zarar gören mağdurlara tazminat ödenmesini öngören 17 Temmuz 2004 tarihli yasanın işletilmediğini öğreniyoruz.

Tipik bir durum. Veriyormuş gibi yaparak aslında bir şey vermemek. Bize has bir cinlik. Demek ki bu cinliği AİHM yemiyor. Bakanlık, hükümetin yasayı hızlandırmasını, yasanın yürürlük süresini uzatmasını ve ödenecek tazminat miktarlarını arttırmasını istiyor. Aslında bunu, AİHM'nin konuyla ilgili davalardaki yaklaşımına bakarak söylüyor.

İllerde kurulan komisyonlar, adeta tazminat vermemek için kurulmuş gibi. 31 Mart 2005 tarihine kadar yaklaşık 70 bin kişi başvurmuş. Şimdiye kadar 1595'i sonuçlanabilmiş; bunlardan da sadece 342'sine komik denecek miktarlarda tazminat verilmiş.

İnsaf, Türkiye'de özellikle son 15-20 yılda cereyan eden olaylar, çatışmalar nedeniyle Terörden zarar görenlerin sayısı milyonlarla ifade edilirken şu sayılara bakın... Tabii bu durumda insanların AİHM'ne dava açıp daha insani tazminatlar istemeleri çok doğal. Dışişleri Bakanlığı işte buna işaret ediyor.

Köye dönüş meselesinde de aynı durum söz konusu. Nazari olarak köye dönüş serbest, ama, yakılıp yılan köylerine dönmek isteyen vatandaşlara binbir zorluk çıkartılıyor. Ne o? Köye dönüş güya serbest... En başta onlardan korucu olmaları isteniyor. Sonra köylerini PKK'nın yaktığına dair belge isteniyor. Onlar da tabii, AİHM'nin yolunu tutmakta gecikmiyor.

Şimdi en moda cinlik, "AB nasılsa Türkiye'yi tam üyeliğe kabul etmeyecek. Öyleyse biz bildiğimizi okumaya devam edelim" cinliği.

Ama nereye kadar?


2 Haziran 2005
Perşembe
 
KORAY DÜZGÖREN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED