AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

K R O N İ K  M E D Y A
Deniz, güneş, kum, havuz ve 'herşey dahil'ler hangi okura?

Kaç zamandır aklımızda ama kısmet bugüne imiş.... Aslında konuya bugün eğilmemizin önemli bir nedeni var. ANAR'ın birkaç gün önce elimize geçen "Türkiye Siyasi Gündem Araştırması/Haziran 2003" başlıklı araştırma sonuçları, konuyu bir an önce gündeme getirmemizde etkili oldu.

Kaç zamandır aklımızda olan konu, gazetelerimizi özellikle yaz aylarında istila eden "Turizm" sayfaları... Sizin de farkettiğiniz gibi manzara gerçekten inanılır gibi değil... Bazı gazetelerin neredeyse üçte biri bu sayfalara ayrılmış durumda. Biz bu konuyu epeydir düşündüğümüzden, arada bir söz konusu sayfaları üşenmeyip saymayı da ihmal etmiyorduk. Elimizdeki bulgulara göre (yazı böylece daha "bilimsel" bir bir hal alıyor!) "Turizm" sayfalarının en çok görüldüğü gazete Sabah gazetesi. Ne zamandı, hangi gündü şimdi iyi hatırlayamıyoruz ama, günün birinde Sabah gazetesinde tamı tamına 11 sayfanın "Turizm"e (iç ve dış birlikte) ayrıldığını bir kenara not etmişiz...

Bugün, günlerden 7 Haziran Pazartesi, gazeteleri bu açıdan bir kez daha tarıyoruz. Sonuç Sabah için yine her zamanki gibi iyi, yani yüksek. Tam 10 sayfa "Turizm" remlamı... Fakat ilginç bir biçimde, bugün Hürriyet'in de önemli bir atak yaptığını ve Sabah'ın skorunu yakaladığını tespit ediyoruz. Demek ki Hürriyet bu alanda da ciddi hazırlık içinde...

"Turizm" sayfalarını tanıyorsunuz. Deniz, güneş, kum, havuz, "herşey dahil" ya da "yarım pansiyon" oteller, moteller ve tabii tatil köyleri... Bu tür sayfaların "medeni" ülkelerin ciddi gazetelerinde yer alması (hele 10 sayfa!) âdetten değil. "Medeni" ülkelerde tatile çıkmayı düşünen insanlar gerekli bilgiyi turizm acentalarından aldıkları için, "tatil" meselesi bu biçimiyle gazetelere girmemiş. Ama bizde tamamen tersine... Turizm acentalarının kataloglarını yayınlama görevi gazetelere verilmiş!

Neyse, "tatil" tabii ki, Anayasa'nın da emrettiği gibi, herkesin hakkı... Özellikle de çalışanların... Ancak dikkat ediyorsanız, gazetelerde yer alan tatil yeri ilanlarında karşılaştığımız fiyatlar gerçekten "ateş pahası". Bu kadar para ödeyerek bu hizmetlerden kim yararlanır, gazetelerin bu işte rolü ne derecedir, anlayabilmek mümkün değil...

ANAR'ın araştırmasına dönecek olursak:

Araştırmada yer alan bir tablodan, "Bu yaz tatilini nerede geçireceksiniz?" sorusuna muhatap olan deneklerin yüzde 62.1'inin "Tatil yapmayacak olan" kesiminde yer aldığını görüyoruz. Yani açıkcası, toplumun yüzde 62.1'inin "Turizm" sayfalarıyla yakından uzaktan ilgisi yok...

Peki, tatilde "Denize gidecek olan"ların oranı ne? Sadece yüzde 16.1'lik bir kesim tatilde denize gidecek. Bu "denize gitme" işine karışan "ezici" çoğunluğun da "Turizm" sayfalarıyla ilgisi olmadığını unutmayalım. Çünkü bu kesimin önemli bölümü "denize gitmek" işini çok daha mütevazi ölçülerde gerçekleştirecek.

Tatilde "Yurtdışına gidecek olan"ların oranı, üzerinde laf etmeye bile değmeyecek düzeyde: Yüzde 0.7 Tatilde "memlekete gitmek", eskisi gibi olmasa da yine de yüzde 5.9'luk bir oranla temsil ediliyor.

İsterseniz şimdi de gelin, ANAR'ın araştırmasının sonuçlarıyla şu "Turizm" sayfalarını birlikte ele alalım: Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, toplumun ancak (o da her şartta) yüzde 16.1'i gibi küçük bir kesimi "Denize gitmeyi" düşünürken, ülkenin büyük gazetelerinde onlarca sayfa küçücük bir kesimin tatilini tasarlamasına yardım etmek için ayrılmış!

Peki bu manzara asıl olarak neye işaret ediyor? Neye olacak, ülkenin gazeteleriyle toplumun tamamen ayrı tellerden çalmalarına! (K.B.)


'Asker-siyaset ilişkilerinde unutulan noktalar';
bölüm 6, madde 44

Cumhuriyet gazetesi yazarı Emre Kongar'ın birkaç hafta önce köşesinde başlattığı, hiç bitmeyecekmiş duygusu veren dizi sürüyor... 7 Temmuz 2003 itibariyle dizi 38-44. maddeleri ihtiva eden altıncı bölümünü idrak ediyordu... Koronolojik bir hat izleyen dizinin altıncı bölümünün 12 Eylül'le ilgili olduğunu hesaba katın ve "unutulan noktalar"ı daha kaç hafta izleyeceğimizi tahmine çalışın...

Muhtevaya gelince... Niceliğin verdiği "Allahım, biz asker-sivil ilişkisinde ne kadar da çok nokta unutmuşuz" duygusu, diziyi okumaya başlayınca yerini "Hoca bizimle kafa mı buluyor?" duygusuna bırakıyor... Sizi temin ederiz ki, dizide şimdiye kadar "işlenen" noktaların hepsi orada burada yüzlerce defa karşımıza çıkan noktalar... Mesela son dört maddenin giriş bölümleri şöyle (her maddede daha sonra bu cümleler açılıyor):

"41) 12 Eylül yönetimi, ülkeyi anti-komünist bir yapıda yeniden biçimlendirmek ve iktidarı sivillere devrettikten sonra da uzunca bir süre, örneğin en az 10 yıl, bu yeniden biçimlendirilmiş yapıda söz sahibi olmak istiyordu.

42) 12 Eylül Anayasası, tam anlamıyla 27 Mayıs Anayasası'nın karşıtıydı. Bir anlamda askerler, yine kendilerinin yaptırmış oldukları çok özgürlükçü bir anayasayı, çok anti-demokratik bir anayasayla değiştirdiler.

43) 12 Eylül yönetiminin en önemli ideolojik özelliği, tüm baskıcı önlem ve yöntemleri Atatürkçülük adına uygulamaya koymasıydı.

44) 12 Eylül yönetimi, kendi denetiminde yapılan 1983 seçimlerini, Amerikalıların da desteğiyle Özal'ın kazanmasını sağlayacak koşulları oluşturdu."

Böyle gidiyor... Anladığımız kadarıyla işin sadedinde "sivillere bazı tavsiyeler" çıkacak ama şimdiden tahminde bulunup mahçup olmayalım. Bekleyelim, görelim... (A.G.)


'Azami ölçüde özgürlük'e hayır! Yaşasın 'Çin modeli'!

Radikal gazetesi yazarı Gündüz Aktan 7 Temmuz tarihli, "Bizim yaptığımızı yapmayın" başlıklı yazısında Türkiye gibi ülkelerde iktisadi kalkınma ile demokrasi arasında ters bir orantı olduğunu savundu. Aktan'ın, "Şimdi zuhur eden, ekonominin hızla büyümesi için, aslında uzun kapitalist kalkınma sürecinin nihai ürünü olan özgürlüklerin başından itibaren azami ölçüde verilmesini savunan bir grup liberal"le polemik niteliğindeki yazısından bazı bölümler...

(...) Irak gibi aşiretlere, etnik ve dini gruplara bölünmüş yani tam uluslaşmamış ve piyasa ekonomisiyle orta sınıfı oluşmamış bir ülkede demokrasi başarılı olabilir mi? Demokrasi ve insan haklarına öncelik verilmesi halinde ekonomik kalkınmayı sağlamak mümkün mü?

(...)

Türkiye 1950'de demokrasiye geçmek için gerekli asgari sosyo-ekonomik altyapıya sahip değildi. Bu durumun yarattığı sıkıtıları hâlâ çekiyor. Şimdi Rusya farklı şartlarına rağmen bizim yoldan gidiyor. Çin ise Uzakdoğu ya da Japon modelini izliyor. Hangisi daha başarılı görüyoruz.

(...)

Japon mucizesinin sırrı her şeyi 'sırasıyla' yapmaydı (sequence). Avrupa'nın yanı başındaki Türkiye bu yöntemi uygulamadı ya da uygulayamazdı. Şimdi zuhur eden bir grup liberal, ekonominin hızla büyümesi için, aslında uzun kapitalist kalkınma sürecinin nihai ürünü olan özgürlüklerin başından itibaren azami ölçüde verilmesini savunuyor. Siyasi alt sistemin gelişmesini, sosyal ve ekonomik alt sistemlerin şartlarından soyutluyor. Oysa çağımızın en büyük demokratı Karl Popper 'Özgürlük, kapımıza hayatın nimetlerini sunmaz. Demokrasi, bırakın ekonomik mucizeyi, hiçbir şeyin başarılı olmasını sağlamaz. Halka özgür olunca her şeyin iyi olacağını söylemek, yalnız yanlış değil, son derece tehlikelidir de' diyor. Kopenhag Kıstasları'nın otomatik olarak ülkeyi bütünleştireceğini ve ekonomik kalkınmayı sağlayacağını savunanlara atfolunur."


9 Temmuz 2003
Çarşamba
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED