15 Temmuz Darbe Girişimi Fetullah Gülen Kimdir

Fetullah Gülen Kimdir

sn.
Fetullah Gülen Kimdir
Bu çalışmada Fetullahçı Terör Örgütü lideri Fethullah Gülen’in Erzurum’dan başlayarak, Batı Anadolu ve ABD’ye kadar uzanan kişisel hayat serüveninin hiç bilinmeyen ve karanlıkta kalan noktaları ele alındı.

Fetullah Gülen, bundan tam 40 yıl önce kendi deyimiyle “altın nesil” yetiştirmek için sözde ulvi hedeflerle yola çıktı. 40 yılın sonunda ise altın nesli bir terör örgütüne, kendisi ise yüzyılın en kanlı ihanetini gerçekleştiren çetenin liderine dönüştü. Bu süreçte Türkiye’nin küreselleşmeyle imtihanı; Amerika ve Avrupa’ya entegre olma çabaları, demokratikleşme, uluslararası siyaset ve ekonomi politikaları aslında Gülen’in hayat hikayesinin de önemli dönemeçleriydi.

Fetullah Gülen'in kökleri

Fetullah Gülen Erzurum ili, Hasankale (Pasinler) ilçesi, Korucuk köyünde dünyaya geldi. Gülen'in babası Ramiz cami imamı, annesi Refia ise ev hanımıdır. Gülen, altısı erkek, ikisi kız, sekiz kardeşin ikincisidir.

Doğum tarihi karmaşası

Gülen'in nüfus kâğıdında doğum tarihi olarak, 27 Nisan 1941 yazılıdır. Gülen hayat hikâyesini anlatırken bu tarihi çoğu kez farklı söyledi. Gülen’in çelişkili ve yalanlarla dolu bu anlatımına göre; babası Ramiz, Fetullah’ın doğduğu yıl onu nüfusa kaydettirmek için Hasankale’ ye gitti. Nüfus memurunun “Ben bu ismi kaydetmem!” demesi üzerine kızan babası nüfus kaydını yaptırmadan köye geri döndü. 2,5 yıl sonra doğan ikinci oğlunu da nüfusa kaydetmek için Ramiz yeniden Hasankale Nüfus İdaresi'ne gitti. Bu defa samimi olduğu köy karakolunun başçavuşunu da giderken yanına aldı. Muhammed Fethullah ve Sıbgatullah isimlerini verdiği oğullarını başçavuşun nüfus memuruna sert çıkması üzerine kaydettirdi. Bu sefer de nüfus memuru her iki kayıtta da yanlışlıklar yaptı. Büyük oğlunun adını yalnızca Fetullah, küçük oğlu Sıbgatullah'ı ise Seyfullah ismiyle ve her ikisinin doğum tarihlerini de 1942 olarak kaydetti.

Doğum karmaşası burada bitmedi. 1959 yılında Edirne Müftüğü’ne talip olan Gülen’e Diyanet, askerliğini yapmaması ve yaşının 17 olarak görünmesi nedeniyle olumsuz cevap verdi. Memur olmak için mahkemenin yolunu tutan Gülen, doğum tarihini 1941 olarak değiştirdi. Askerliğini yapmadığı için müftü olamayan Gülen, Üç Şerefeli Camii İmamlığı’na atandı. Bu olayla, doğum tarihi 1941 olarak kayıtlara geçti. Gülen'in yaşı ile ilgili karmaşa burada da bitmedi. Kendisini Mesih olarak göstermeye çalışan Gülen, memur olmak için doğum tarihinde yaptığı bu hilekarlığın yanında bir söylentiyi de yaymayı büyük bir ustalıkla başardı. Gülen, ‘seçilmiş adam' imajı oluşturmak için Mustafa Kemal Atatürk’ün ölüm gününü de kullandı.

Fetullah Gülen’in resmi web sitesinde yayınlanan bilgiye göre ise asıl doğum tarihi; 10 Kasım 1938 yani Mustafa Kemal Atatürk’ün ölüm günüdür.

Fetullah kendine doğuştan ilahi bir misyon yüklenen ‘seçilmiş adam' imajı oluşturmak için doğum tarihini saptırmakla yetinmedi, hatıralarını anlatırken de İslami terbiye aldığını ısrarla vurguladı. Kişiliğinin gelişmesinde Osmanlı medeniyetinin etkilerinin de olduğunu sıklıkla anımsattı.

Yaşı konusunda kafası oldukça karışık olan Fetullah, otobiyografisindeiki hata yaptı.

Fetullah Gülen, kendi hayat hikayesini anlattığı Küçük Dünyam kitabında, bu dönemle ilgili birçok çelişkili ifade kullandı. Köylerine gelen jandarmalarla ilgili hafızasında kalan anılarını anlattığı bölümde, kendi biyografisinde çok belirgin iki hata yaptı. Askerlerden bazılarında kep, diğerlerinin başında ise siperli şapka olduğunu kitabında anlatan Gülen, önemli bir bilgiyi gözden kaçırdı.

Gülen, 1941’de geçen bu olay sırasında 3 yaşında olduğunu söylemesine rağmen orduda kepin kullanılmaya başlandığı tarih 1947’dir. Yaşı konusunda kafası oldukça karışık olan Fetullah, aynı kitabında 1945'te de dört ya­şın­da olduğunu anlatır.

“Fetullah seni genç bir teğmen olarak hayal ediyorum”

Babasının 1949 yılında Alvar Köyü'ne imam olması ve ailesinin bu köye taşınması nedeniyle ilkokulu bıraktı. Erzurum’da ilkokul öğretmeni Belma Hanım’ın özel ilgisiyle karşılaştı. Okula devam etmemesine rağmen Fetullah’ı 4. sınıfa geçiren öğretmeni bir gün ona; “Fetullah seni genç bir teğmen olarak hayal ediyorum” dedi. Çocukluğunda duyduğu bu cümleyi hiç unutmadı. Belkide çocukluğunda hafızasına yerleşen bu cümle, bütün hayatı boyunca kurduğu terör örgütüne giden yolu açtı.

Eğitim hayatından bahsederken sadece medrese değil, tekke kültürüyle yetiştiğini de ısrarla vurguladı. İlme olan merakını da ekleyerek bu üç kaynaktan beslenmenin önemini çoğu konuşmasında bilinçli olarak öne çıkardı.

Babasından aldığı Arapça derslerin yanında Hasankale'de bulunan Hacı Sıtkı Efendi'den tecvit dersleri aldı, Kur'an'ı 12 yaşındayken hıfzederek hafızlığını tamamladı.

Erzurum'daki Kurşunlu Cami medresesinde Alvar İmamı'nın torunu Sâdi Efendi'den ders okumaya başladı.

İlk kürsü tecrübesini Erzurum’un farklı köylerinde konuşmalar yaparak kazandı. 1955’de 14 yaşındayken bir Ramazan ayında kürsüye çıkması, ilk konuşma olarak kayda geçti. Erzurum'da talebelik yıllarında Bediüzzaman'ın yanından gelen Muzaffer Arslan'ın sohbetlerine katılması ile Nur Cemaati ile tanıştı. Bu yıllarda ilk kez Erzurum dışına çıkarak Amasya, Tokat, Sivas, Erzincan gibi şehirlerde konuşmalar yaptı.

Tek isteği fark edilmek

Fetullah Gülen, bulunduğu yerlerde toplumun dikkatini sürekli kendi üzerine çekmek isteyen bir karaktere sahiptir. Cesaretini göstermek için göçüklerin yaşandığı Kurşunlu Cami'ne gelen su yolunda yürüdüğünü sıklıkla anlatır. Bütün amacı insanların ona bu sözde cesaretinden dolayı hayranlık duymasını sağlamaktır.

Yine Erzurum’da gençlik zamanlarında minare şerefesinin üzerine çıkıp yürümeyi çok sevdiğini, hatta bu anısını anlatırken insanların onu korkuyla izlemesini cesaretinin ve gözü karalığının bir belirtisi olduğunu söyler.

Gülen, gelir seviyesi düşük olan halkın lüks kabul ettiği ütülü pantolon ve boyalı ayakkabı giymekten asla geri kalmadı. İkinci dünya savaşının ekonomik etkileri devam ederken toplumun genelinde yoksulluk hâkim olmasına rağmen Gülen, bu lüks yaşamını övünerek anlattı. Toplumun merkezinde olmayı kafasına koyan bu adam, aşırılık olarak algılanabilecek bir tutumla ceketini ters giyerek caddelerde yürüdü.

Memuriyet ve askerlik yılları

Erzurum'dan ayrılarak Edirne'ye gittiğinde tarih 1959’du. Edirne'de Hüseyin Top'un yardımıyla çevre edindi. 6 Ağustos 1959'da Üç Şerefeli Cami ikinci imamlığına tayin edildi. Memurluğa ilk adımını atan Gülen, askerlik dönemi gelinceye kadar Edirne’deki camilerde faaliyetlerini sürdürdü. İmamlık yaptığı zamanda, konuşmalarla ilgiyi üzerine çekmeyi başardı. İyi konuşuyor, cemaati etkilemek için ağlıyor, cemaatin duygularını yönlendirmeyi başarabiliyordu. Gözyaşlarını usta bir provokatör gibi kullanıyordu. Edirne’de kaldığı evden çıkıp, cami penceresine taşındı. İki buçuk yıl yani askere gidene kadar burada yaşadı.

Gülen konuşmalarında, Edirne'ye ait unutamadığı hatıraları arasında, iki idam cezası alan kişiye ruhani reislik yaptığını anlatır. Yani öldürülmeden önce iki suçluya dünyadan ahiret alemine geçiş hazırlığı yaptırdı.

İstihbarata ilk adım

Gülen’in hayatındaki asıl dikkat çeken ilişkiler askerlikle başladı. 10 Kasım 1961’de Ankara Mamak'taki birliğine teslim olarak askerlik görevine başladı. Askeriyeye 6 gün geç giriş yaptı. Fakat bu 6 günde neler yaşadığına, bu günleri Ankara’da kimlerle birlikte geçirdiğine dair hiçbir kayda rastlanmadı. Hatta diğer teslim tarihlerini de 6 gün geciktirdi, fakat nizamiyeye vardığında hiçbir sorunla karşılaşmadı. Yalnızca kendi hayat hikâyesinde bahsettiği üzere; Ankara’daki ilk günlerinde Said Nursi’nin hayattaki 5 öğrencisinden biri olan Salih Özcan’ın yanına gidip geldi. Geç teslim olmasına rağmen askeri makamların hiçbir işlen yapmaması, Fetullah Gülen'in derin devletin kirli odakları ile temas kurduğu şeklinde yorumlandı.

Genelkurmay’da kalma planı yaparken, telsizci olarak istihbaratçı görevi verildi.

Askere gittiğinde bölük komutanı Yılmaz Beyin Harbiye'den arkadaşı, sonradan yarbaylıktan emekli olan üsteğmen Mehmet Mutlu, Fetullah Gülen’i bölük komutanına lanse etti. Ayrıca Kurmay Başkanı Reşad Taylan’a Edirne'deki bir yakınından selam getiren Gülen, kendisiyle gönderilen badem ezmelerini Taylan'a verip kendisini tanıttı. Badem ezmeleri ve selam sayesinde korumaya alınan Gülen, bu koruma kalkanını Cenabı Hakk’ın inayeti olarak yorumladı.

Çocukluğundan itibaren kendisinin bir tür koruma altında olduğunu sık sık söyleyen Gülen, birçok tehlikeyle karşılaştığını ama koruma altında olduğu için hiçbir zaman zarar görmediği ifadelerini içeren anlatımlar üzerinden çevresinde 'seçilmiş insan' imajı oluşturmaya çalıştı.

Kafasında Genelkurmay’da kalma planı olan torpilli Gülen, askerde istihbaratçı oldu. Telsizci olarak istihbarat görevi verildi, böylelikle ordu içindeki bütün konuşmaları dinleme olanağına sahip oldu. Askeriyedeki bu göreviyle edindiği beceriler, terör örgütü yapılanmasını kurarken yararlandığı temel bilgiler halini aldı.

Gülen’in İlk Darbecilik Tecrübesi

O dönemlerde 27 Mayıs ihtilali destekçilerinden Talat Aydemir Kara Harp Okulu Komutanıdır. Gülen askerliğinin ilk aylarında tesadüf odur ki dönemin hükumetine karşı yapılmak istenen darbe girişiminin taraflarından biri oldu.

Talat Aydemir, 1962 yılında 27 Mayıs'ı yapanlara karşı yeni bir ihtilal yapma teşebbüsünde bulundu. Kurtuluş Savaşından sonra ikinci adam konumunda olan İsmet Paşa mevcut gücünü muhafaza ediyordu.

İhtilâl teşebbüsü olmadan bir ay evvelinden hazırlıklara başlandı, Gülen’in bulunduğu askeri birliğe gerçek mermi verildi. Darbe girişimi olduğu geceyi Fetullah Gülen kendi hatıralarında şu cümlelerle anlatır:

“Son gece hepimiz pürheyecandık. Radyoevini bir onlar, bir bizim taraf teslim alıyordu. Önce ihtilâl ilan ediliyor, ardından asiler bastırıldı, deniyordu. 28. Tümen hükümet tarafındaymış. Tabii ki, biz bunun farkına daha sonra vardık. Üzerimize uçaklar uçmaya başladı. Niyetleri Mamak'ı ortadan kaldırmakmış. Bizim taraf teslim oldu.”

Başarısız olan darbecilere o sabah umumî bir içtima yaptırıldı, ceza olarak silahlarının mekanizmaları alındı. Bundan sonra Gülen ve bölüğüne iki ay, muhabere ve temel eğitim kursları verildi.
Gülen, içinde yer aldığı bu başarısız darbe girişiminden yıllar sonra, kıtalar ötesinden bizzat yönettiği bir darbe içerisinde yer aldı. Gülen, bizzat liderliğini yaptığı ‘kanlı 15 Temmuz kalkışmasıyla’ ikinci başarısız darbe kalkışmasını tecrübe etti.

“Olmadı bir daha çek”

Gülen, acemi birliğinin ardından yine telsiz istihbaratçısı olarak dağıtım kurasında usta birliğinde İskenderun’a düştü. İskenderun’a gidişi de bir hayli şaibelidir.

Kura çekimi sırasında iki kez üst üste memleketi Erzurum çıkınca bu kura kabul edilmedi. Üçüncü kurasında ise Diyarbakır’ı çeken Gülen’e “Bu da sana zulüm olur” diyen komutanı tekrar kura çekmesini istedi. Dördüncü seferinde İskenderun’u çekti. İskenderun ise geniş çaplı dinlemelerin yapılması, sınıra yakın olması gibi sebeplerle kritik bir askeri çevre olarak dikkat çekmektedir. Darbeye teşebbüs eden bir askeri birlik içinde yer alan Fetullah Gülen'in böyle kritik bir göreve verilmesi çok dikkat çekicidir.

Uzun bir yolculuktan sonra İskenderun’a varan Fetullah, sivil olarak bir iki hafta cuma günleri İskenderun'un merkez caminde konuşmalar yaptı. Dönemin şartlarında bir askerin camilerde konuşma yapması mümkün değildi ama asker olmasına rağmen bu dönemde hiç bir engelle karşılaşmadı. Hatta İskenderun’da görevli bazı subaylar da konuşmalarını dinlemeye geldi.

Komutanlarla ilişkilerini hızlıca geliştirerek, sonradan konuşmalarında sıkça bahsedeceği koruma zırhına kavuştu. Birliğin haber merkezinde görevlendirildi, şahsına özel bir de araç verildi. Aracın içi, o günün şartlarına göre son teknoloji telsiz cihazlarına sahiptti.

NOT: Gülen'in askerlik belgesi
  • Gülen, 24 Kasım 1961'de silah altına alındı ve 24 Kasım 1963'te terhis edildi. İskenderun'daki 39. Mekanize. Piyade Tugayı'nda askerliğini yapan Gülen, 3 ay hava değişimi raporu aldı ve silah altındayken herhangi bir cezaya çarptırılmadı.

Hava değişimi için geldiği Erzurum'da konuşmalarına devam eden Gülen, ilk provokasyon deneyimini edindi.

İskenderun’da göreve başladıktan bir kaç ay sonra sarılık geçiren Fetullah, hava değişimi için Erzurum’a gönderildi. Bu sürede konuşmalarına devam etti ve ilk provokasyon deneyimini edindi.

Erzurum’da gösterime girmek üzere olan bir filmde sahabe rolünü oynayan kadın oyuncunun dine saygısızlık ettiğini düşünen Fetullah, mahkemeye başvurmak yerine camide halkı kışkırtan bir konuşma yaptı. Galeyana gelen Erzurumlular sinemayı bastı, ortalığı harabeye çevirdi, sinema sahibini ise darp etti.

Üç aylık hava değişimi izni dolduğunda, sarılık hastalığının devam ettiği gerekçesiyle bir aylık izin daha aldı. Aynı camide konuşmalarına devam etti. Yine benzer bir hadise de o yılın ramazan ayında gerçekleşti.

Ramazan ayı boyunca Deccal’i

anlatacağını anons ederek cami cemaatini meraklandırdı. Nihayet ramazanın son gününde Deccal hakkında bildiği her şeyi anlattı. Camiyi miting meydanına dönüştürdü. Hatta bu konuşmasında istihbarat görevlilerinin camide olmasına rağmen tesadüf odur ki ilahi koruma eli burada da devreye girdi. Kendisine bu konuyla ilgili tek bir soru dahi sorulmadı.

Sır gibi bir haftalar

Gülen dört aylık hava değişimi izni dolduktan sonra, yeniden İskenderun’a döndü. Diğer teslim olma sürelerinde olduğu gibi yine askeriyeye 1 hafta geç gitti, buna rağmen komutanları tarafından ihtimamla korundu. Teslim olduktan sonra da İskenderun Merkez Cami'nde rastlanılması zor bir örnek olarak askerlik görevindeyken konuşmalarına devam etti.

Konuşmaları sırasında, bir gün işler ters gidince tutuklandı. Ancak araya

Genelkurmay’ın, ordu ve tümen komutanlarının girmesiyle hemen serbest bırakıldı. Bir asker olarak camilerde ve hatta bazen askeri elbisesinin üzerine cübbe giyerek konuşmalarına devam etmesi, dönemin şartları düşünüldüğünde ender, hatta Gülen’e özel bir uygulama olarak akıllarda kaldı.

Gülen’i koruyan önemli kişilerden biri de dönemin 2'inci Ordu Komutanı Cemal Tural’dır. Bir defasında Gülen, kürsüde bizzat Tural’ın ismini anarak övgüler yağdırdı. Tural, Said-i Nursi’nin mezarını kaybettiren kişi olarak bilinmektedir.

Erken terhis torpili

Fetullah Gülen, 1963’ün son aylarında

askerliğini 34 gün erken terhisle tamamladı ve Erzurum’a döndü.

Erzurum'da kaldığı yıllarda Komünizmle Mücadele Dernekleri (KMD) açılmasında aktif rol aldı. İlki 1950 yılında kuruldu. Bu derneklerin kurucuları arasında Adnan Menderes, Celal Bayar gibi isimler de bulunmaktadır. Bu tür faaliyetler üzerinden devletle olan bağlarını güçlendirmeye devam etti. Askerliğinin ardından Erzurum’da yaklaşık 1 yıl kaldıktan sonra ailesinin evlendirme isteklerine karşı gelerek yeniden Diyanet’teki görevine dönmek için talepte bulundu. Üç Şerefeli Cami imamı olmak arzusu bu defa gerçekleşmedi, 4 Temmuz 1964 günü Dar'ül Hadis Cami'nde Kur'an Kursu öğretmeni ve fahri imam olarak göreve başladı.

Hizmet hareketi ve ilk örgütlenme

Dar'ül Hadis Cami'nin imamı hastalandığı için Kur'an Kursu öğreticiliğine ek olarak fahri imamlık da yapmaya başladı. Caminin içinde büyük bir oda yaptırdı, Edirne’de daha önce hiç görülmemiş bir yapılanma hareketinin ilk adımlarını bu odada attı. Bu sıralarda yolu birçok kez karakola düştü ancak her defasında tutuklanmadan sözlü uyarıların ardından salıverildi.

Bayramda Eski Cami'de konuşmalarına devam etti. Edirne’de yaptığı konuşmalardan dolayı, bu defa karakolla yetinmeyen kolluk güçleri tarafından mahkemeye sevk edildi. Ancak mahkemeden adli bir ceza almadan kurtulmayı başardı. Hemen arkasından tayinini İzmir’e çıkarmak için Ankara’ya gitti. Bu sıralarda işleri pek yolunda gitmedi. İstediği yere tayinini yaptıramayınca rotasını Kırklareli'ne çevirdi.

Edirne'de 1 yıl görev yaptıktan sonra, Kırklareli’ne tayin istedi ve 31 Temmuz 1965'te Kırklareli merkez vaizliğine tayin edildi. Burada her cuma ve ramazan ayının her günü konuşmalar yaptı. Tayini çıkmadan önce Edirne’de iki talebe evi açmayı başardı. Her gün bir bahane ile Edirne’ye gidip gelmeye başladı. Kırklareli’deki evinde ise her gece yavaş yavaş kurduğu yapıyı geliştiriyordu. Konuşmalarını aksatmadan sürdürdü.

40 günlük seyahat İzmir’e çıktı

Bir müddet sonra izne ayrılıp Türkiye seyahatine çıkmaya karar verdi. Çeşitli illerde tanıdıklarını ziyaret etti, Ankara’yı da es geçmedi. 20 günlük izninde 40 günlük Türkiye seyahati yapınca, soluğu Diyanet işleri Reis Muavini Yaşar Hoca’nın yanında aldı. Geçmiş günler için istediği sahte raporlar alamadı. Bu sorunu nasıl çözdüğü ise bilinmiyor.

Kendi deyimiyle hiç istememesine rağmen Mart 1966 yılında İzmir’e tayin edildi. Kendisi açısından bir milat olan, Fetullahçı Terör Örgütü'nün ilk temellerini attığı İzmir'e gitti.

1966’da İzmir merkez vaizliğine atanmasıyla her cuma Kestanepazarı Cami’nde konuşmaya başladı. Hafta sonlarında ise Aydın, Ödemiş, Tire, Salihli, Denizli, Isparta gibi yakın il ve ilçelerde, sohbetler yaptı. Bu konuşmalar 12 Mart 1971 muhtırasıyla kısa bir süre kesintiye uğradı. Bu sürenin akabinde Salepçioğlu ve Alsancak camilerinde de konuşmaya başladı.

Günleri sadece konuşma ve sohbetle geçmeyen Gülen, Kestanepazarı Cami’nde yetiştirdiği talebelerden bir ikisine insafsızca meydan dayağı da attı. Bu dayakla diğer öğrencilere de bir gözdağı verdi. İlk altı yedi ay, hep müdüriyette kaldı, daha sonra kalacak bir yer yapılması üzerine oraya taşındı.

İzmir’de imamlık yapan Gülen’in, Batılı hayat tarzına açık bu yerlerde yaşayan insanlarla sıkı bağlar kurdu. Buralarda edindiği tecrübelerin, farklı kesimlere açılma konusundaki dikkat çekici girişkenliğini bilediği söylenebilir.

İlk kamp ve ihtilalciler örneği

İlk zamanlar uzak yerlerdeki konuşmalara umumi araçlarla gitti. Kısa sürede etrafında insanları toplamayı başarınca dört araçlık bir kafileyle bu programlarına devam etti. Bu dönemdeki en önemli gelişmelerden biri de ilk kampın yapılmış olmasıdır. 1968 yılında ilk defa kamp yapma düşüncesini ortaya attı. Kampın yapılması önündeki en büyük engel olan finansman sorununu aşmak için Ankara’ya gitti, hatırlı dostlarını tek tek ziyaret etti. Bu ziyaretler sırasında aklına bir fikir geldi. Finansman sorunu çözmek istediği bu sırada, 27 Mayıs ihtilalcilerinin halktan topladığı para karşılığında dağıttıkları bonoları hatırladı. Bu örnekten hareket ederek piyasadan 3 bin lira tutarında bono toplayarak Kestanepazarı'na verdi. Bonoların paraya çevrilmesi ile finansmanını karşıladı.

İlk kampın dikkat çeken ziyaretçisi ise Harem-i Şerifin Emiri Mahmud Mahdum’dur. Mahdum, ikinci kampı da ziyaret etti. Üçüncü kampı da ziyaret etmek isteyen Mahmud Mahdum’un bu isteği Fetullah Gülen tarafından reddedildi. Gülen, bu ziyaretlerin dikkat çekeceğini düşündü. Yavaşça, hissettirmeden kurduğu yapının

dikkat çekmesini istemedi. Kamplarla ilgili kurduğu şu cümleler Gülen'in gerçek niyet ve amaçları açısından dikkat çekicidir:

Komünizmin gemi azıya aldığı bir dönemde ona karşı, hem de böyle nizamî bir mücadele, geleceğin milliyetçi ve maneviyatçı tarihçilerini derin derin düşündürecektir.

Hemen her dönemde devletin derin gücünü arkasında hissettiğini, açıklamaları ve davranışlarıyla yansıttı. Bu ifadeler anti-komünist propagandayı güçlendirmek için devletin kontrgerilla güçleriyle ilişki kurduğu tezini güçlendirmektedir.

Gülen’in konuşma yaptığı camiler
Gülen’in konuşma yaptığı camiler
Kalkışmayı gerçekleştiren FETÖ’nün lideri Fetullah Gülen, 1953 yılında başladığı vaazlarını 1991’de sonlandırdı. Gülen, 38 yılda Türkiye’de birçok camide konuşma yaptı.

Hemşeri kıyağı

Kestanepazarı’nda beşinci senesi dolduğunda idarecilerle sorunlar yaşamaya başladı. İdareciler, kendisini talebelerle ilgilenmemesi konusunda uyardı. Talebelerin kendisinden koparılmak istendiğini düşündü. Yönetimin talebeleri başka binaya taşıma isteğini reddetti.

Kestanepazarı’nda geçen beş senenin ardından gerginliğin büyümesi üzerine, Güzelyalı tarafında bulduğu bir eve taşındı. İstihbarat ile ikinci görünür teması bu zamanlarda oldu. Kendi deyimiyle peşine takılan sivil polisin Erzurum'lu olması nedeniyle paçayı kurtardı. İstihbarat polisinin hakkında hazırladığı müspet raporu daha sonra Diyanet’te bizzat gördü.

Kestanepazarı’nda İmam Hatip Lisesi ve Yüksek İslam Enstitüsü (1966) öğrencileri ile yakından ilgilendi. Kuracağı terör örgütünde bu çekirdek kadroyu kullandı. Daha sonra Ege bölgesine de yayılarak evler açmaya başladı. Milli Türk Talebe Birliği ile de ilişkiler kurdu, üniversite öğrencileri ile özel olarak ilgilenmeye başladı. Yine bu zamanlarda Beyler Sokağı'nda, Diriliş Derneği'nin açılışında yer aldı. Dernekte birkaç defa konuşma yaptı ama dernekte istediği tekçi düşünce çizgisinin olmamasından dolayı, derneğin kısa süre sonra kapatılmasını sağladı. Bundan sonra bütün enerjisini evlere yoğunlaştırdı.

İzmir’e geldiğinde ilginç bir olay daha kayıtlara geçti. Edirne'de hakkında açılan mahkeme devam ederken adı ve imzasının yer aldığı hakaret dolu bir mektup, mahkemeye bakan hakimlerden birine gönderildi. Bu olay hakkında daha sonra takipsizlik kararı verildi.

Devlete sızacak ilk çekirdek kadro

Himmet toplama faaliyetlerine, Kestanepazarı'nda bulunduğu zamanlarda başladı. Arsa alınması ve bina yapılması için farklı yerlerde doğrudan para toplayarak bir yere varılamayacağını anladı. Bunun üzerine yeni bir strateji geliştirdi.

Temellerini attığı örgütün hızlıca büyümesini sağlayacak 'himmet' yapılanmasını kurdu.

Para toplanacak insanların ayaklarına gitmektense, onları bir yerde toplayarak birbirlerini teşvik ettirerek daha fazla para toplanabileceğini düşündü. Gülen’in bu teklifinin kabul edilmesiyle bir mağazanın üst katında ilk himmet toplantısı gerçekleştirildi. Böylece kuracağı örgütün hızlıca büyümesini sağlayacak finansman kaynağını oluşturacak ‘himmet’ yapılanmasını da kurmuş oldu.

Hakikat Vakfı’nın kurucu yöneticisi Ömer Öngüt, Gülen ve kurduğu yapının bağış toplama yöntemlerini şöyle anlatır:

Bir taraftan iftar vereceğiz diye oltayı atıyorlar. Bir taraftan halkı kaz gibi yoluyorlar. Diğer taraftan keyfi yollarla israf ediyorlar. O da haram, bu da haram; bunların neresi İslam? Yemeğe davet ediyorsunuz, gelenlerden para topluyorsunuz veya senet alıyorsunuz, senedi ödeyemeyenleri de icraya veriyorsunuz. Hani din kurdunuz, Allah’tan korkmuyorsunuz. Halktan da utanmıyorsunuz. Biraz yemek verdim diye kişinin hanesini söndürüyorsunuz.

40 yılın sonunda terör örgütüne dönüşecek olan yapının ilk evi ise İzmir Müftüsü Ahmed Karakullukçu’nun önerisiyle, 1968’de İzmir’de açıldı. Zamanının büyük kısmını Tepecik tarafında açılan bu iki katlı evde geçirdi. En baştan beri bu evle ilgili düşüncesi buradan çıkan öğrencilerin devlet içerisinde kritik yerlere yerleştirilmesi oldu.

Abdullah Aymaz, Ali Candan, Mehmed Atalay ve Hüseyin Rençber ise bu evde devamlı kalan isimler oldu. 12 Mart Muhtırası'ndan önce Buca ve Bornova'da da ev açıldı. Yine o dönemlerde 18 bin liraya Fettah’ta ev alındı. Gülen’in ricası ile satılan bu evin parasıyla Hatay'da yeni bir ev alındı.

Fetullah'ın sapkınlık ve hezeyanları
OYNAT 00:02:50
Fetullah'ın sapkınlık ve hezeyanları
Yeni Şafak
FETÖ elebaşı Fetullah Gülen, 30 yıl boyunca örgüt mensuplarına yaptığı konuşmalarında İslam'a aykırı ve mantık dışı fetvalar verdi. 15 Temmuz'daki hain darbe girişiminin ön hazırlığı da, Gülen'in sohbetlerinde fazlasıyla yer bulmuş. İ
Hacda Gülen'in kulağındaki şeytanın sesi

Hac vazifesini yerine getirirken şeytanın sesini duydu.

İzmir Kestanepazarı Kur'an Kursunda hocalık yaparken Diyanet İşleri Başkan Vekili Lütfü Doğan kendisini telefonla arayarak, Diyanet Görevlisi olarak hacca gönderileceğini söyledi. 1968 yılı Kurban ve hac mevsimi Mart ayının 10'unda idi. İlk kez hacca giden Gülen'le ilgili haber, 19 Şubat 1968 tarihli İttihad gazetesinde yer aldı. Hayat hikâyesini anlattığı kitapta bu konuyu naklederken ilginç bir anısına da yer verdi. Hac vazifesini yerine getirirken şeytanın sesini duyduğunu şu sözlerle aktardı:

Bir gün sabah namazı için yine ikinci kat mahfile çıkmıştım. Sabah namazını aynı duygular içinde kıldım. Namazdan sonra evrad ve ezkar ile meşgul oluyordum. Ansızın, kendini görmedim fakat sesini bütün baskısıyla vicdanımda duydum, şeytan bana: "Hele buradan aşağıya bir kendini at" diyordu. Israrla birkaç defa bana "Kendini buradan at" dedi. Ben: "Kendimi buradan atmamın ne faydası var ki?" dedim. "Olsun, sen at" diye cevap verdi, "iyi ama niçin?" diye tekrar sordum. O yine, "Zararı yok, sen kendini buradan at" diye ısrar etti. Ne olur ne olmaz, düşüncesiyle geriye çekildim.

Bunun şeytanın bir oyunu olduğunu düşündü. Gülen hayatının her döneminde vesveselerle karışık dinsel anlatımları kullandı. Bu anlatımlarla etrafındaki insanları etkilemeye çalıştı. Hac vazifesini tamamladıktan sonra yurda döndü.

Fethullah Gülen'in Masonluk belgeleri

Takvimler 1969’u gösterdiğinde Fetullah Gülen’in Masonlarla ilk teması başladı. Gülen’in daha ilk gençlik yıllarında başlayan bu ilişki Masonluk yemini ve üstün hizmetlerinden dolayı taltif madalyası ile zirveye ulaştı. Mason Mahfili'nden 1972 ile 1976 yılları arasında Fethullah Gülen'e İlhami Madenoğlu, Orhan Demiriz, Onnik Karakaş, Hüseyin R. Yavuz gibi Mason yetkililerden davetler geldi.

Paralel yapının 1 numarası Fethullah Gülen’in şimdiye kadar hiç bilinmeyen ilişkilerini açığa çıkaran bu belgeleri ise Yeni Şafak gazetesi 2015 yılında yayımladı. 21 Nisan 1974 tarihli 'Orhan Demiriz/Sekreter' imzalı davetiyede, “Aziz Kardeşim, M. Fetullah Gülen. 10 Mayıs 1974 Cuma günü saat 19.00'da yapacağımız toplantıya katılmanızı, kardeşçe sevgi ve saygılarımla rica ederim" ifadeleri yer aldı. 10 Mayıs 1974 tarihli toplantının gündemi şöyle:

- 1. Çalışma: F. Buyurman K.mizin konuşması: Hoşgörü.

- 3. Çalışma: S. Oktay K.mizin önerdiği E. Dönmez ve O. Demiriz K'mizin önerdiği Kemal Tangay adlı haricilerin istek belgelerinin okunması.

Fetullah Gülen, 20 Mayıs 1974'te A. Kürkçüoğlu, F. Buyurman, S. Hattatoğlu, A. Kıymaz ve E. Kadaster'in 7 Haziran'daki yükseliş törenlerine çağrılıyor. Davetiyeyi gönderen yine Sekreter Orhan Demiriz.

Her Cuma Eskrim Kulübü'nde

Fetullah Gülen'e 5 Temmuz 1974'te gönderilen davetiyede ise Orhan Demiriz imzasıyla “Her tatil devresinde olduğu gibi, bu tatil devresinde de tuz ve ekmeğimizi paylaşmak üzere, kardeş soframızı kuracağız. Bütün kardeşlerin teşriflerini, sevgi ve saygıyla rica ederiz" denildi.

19 Temmuz 1974 günü Tarabya'daki Filiz restoranda yapılacak toplantıya davet eden mektupta “Hemşirelerimiz ve yakın dostlarımızla buluşmak arzusundayız. Bu gecemize katılmanızı kardeşçe sevgi ve saygılarımızla rica ederiz" ifadeleri kullanıldı. Mektuba göre, davete katılmak isteyenlerin bunu 'Sekreter K.'ye bildirme zorunluluğu vardı.

Mektubun altındaki not ise Mason biraderlerin ana buluşma mekanı olarak Taksim Tenis Eskrim ve Dağcılık Kulübü'nü kullandıkları belirtildi.

Gülen'e 'taltif madalyası' verildi

17 Temmuz 1969 tarihli belgeyle Fethullah Gülen'in Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Locası tarafından taltif madalyası ile ödüllendirildiği ortaya çıktı. Belgenin üst kısmında “Arayış Muh: Lo:" şeklinde bir ibare, sayı kısmında ise “116" yazıyor. Gülen'in masonlar için çok kritik bir isim olduğunu ortaya koyan belgede şu ifadeler dikkat çekti:
“Kardeşlerimizin daima birarada bulunmaları, 'MAH'in haricinde birbirleriyle ve ailelerine samimi münasebetler idamesi en büyük emellerimizden biridir. Tanışmadan, görüşmeden sevmek pek nazaridir. Birbirimizi içten anlayarak teati efkar etmek çok mutit semereler doğurabildiği herkesce malumdur. Bir müessesenin idamei hayatı her zaman o taazzuvu idare eden insanlar arasında ahenk ve anlaşma ile meydana gelebildiğini düşünerek bu işe çok kıymet ve ehemmiyet veren vazifederan 'KK'iniz, resmi celseleri takip eden her Salı günü akşam veya öğleden sonra yahut geceleri olmak üzere muhtelif toplantılar yapan yeni fikir ve mutallerle görüşmelere katkı sunan Muhammed Fetullah Gülen biraderimizin 'KK' katılacağı törenle taltif madalyasıyla ödüllendirilmesine oy birliğiyle karar verildi."

12 Mart, bir ihtilal ve darbe değildir. Hükumeti belli konularda uyaran bir ikazdır.

Fetullah ve 12 Mart

1969 yılında kahve sohbetlerine başladı ve Ege Bölgesi'nin çeşitli il ve ilçelerinde konuşmalar yaptı. 1971 yılında 12 Mart Muhtırası'ndan önce Kestanepazarı Kur'an Kursu'ndaki görevinden ayrıldı.

Kestanepazarı'nda yürüttüğü faaliyetler ise Gülen’in hayatında özel bir yere sahipti. Yaptığı bir konuşmada henüz 20 yaşındayken iktidarı devirmeyi, devleti ele geçirmeyi kafasına koyduğunu söyledi. Bu kirli hedeflerinin temellerini burada atmayı başardı.


1971 yılında dernekten, öğrencilerden ve camiden uzaklaştırıldı. Ayrılınca Güzelyalı'da bir eve taşındı. Bu dönemde bütün gecelerini ev sohbetleriyle haftanın birkaç günü ise konuşma ve sohbetlerle geçirdi. Sayıları gittikçe artan üniversite talebeleriyle özel olarak ilgilendi. Cemaat arasında esen tefrika rüzgarlarından ciddi biçimde etkilenen Gülen’in, Kestanepazarı'ndan ayrılmasında da bu fikir ayrılıkları etkili oldu.

Siyasi hayatın gerginleştiği, toplumsal hareketlenme ve bölünmüşlüğün giderek ivme kazandığı bu zamanlarda Türkiye, 12 Mart Muhtırası'na doğru kürek çekiyordu. 12 Mart 1971 Cuma günü saat 13.00’de radyodan okunan bildiri üzerine Muhtıra resmen verilmiş oldu. Topluma karşı yönelen bu hareketi Fetullah Gülen şu ifadelerle savundu:

“12 Mart, bir ihtilal ve darbe değildir. Hükümeti belli konularda uyaran bir ikazdır.”

Muhtıradan kısa bir müddet sonra tutuklamalar başladı. Gülen’e göre solcular buna müstahaktı, Müslümanlar ise sırf denge için tutuklandı ve gözaltına alındı.

Muhtıra verildiği tarihlerde Güzelyalı'daki evde kaldığı sırada, bir akşam Karşıyaka’daki eve yapılan baskını haber aldı. Hızlıca arabasına atladı ve birkaç arkadaşıyla emniyet amirinin yanına gitti. Olaydan önceden haberi olmadığını söyleyen emniyet görevlisi baskını bilseydi haber vereceğini söyledi. Emniyet görevlisiyle arasındaki bu dikkat çeken ilişkiye rağmen, gözaltındakilerin serbest kalmasını sağlayamadı.
Mahkemede, gözaltındakilerin bir kısmı serbest kalırken bir kısmı da tutuklandı.

Gülen hapiste

3 Mayıs 1971’de Gülen için yeni bir dönem başladı. Ziyaretine gelen babasını Ankara’ya yolcu ettikten sonra eve geldiğinde polis tarafından gözaltına alındı. Tepecik İnzibat Merkezine götürülen Gülen’in önce saçları ve bıyığı kesildi, ardından da sağdan, soldan, arkadan ve önden fotoğrafları çekildi.

Gülen ve arkadaşları ifadeleri alındıktan sonra mahkemeye sevk edildi. ‘Laikliğe aykırı olarak içtimai, iktisadi, siyasi, hukuki temel nizamlarını kısmen de olsa dini esas ve inançlara uydurmak amacıyla cemiyet tesisi, teşkil, tanzim, veya sevk etmek, böyle cemiyetlere girmek veya girmek için başkasına yol göstermek’ suçlamalarından tevkif edilmesine karar verildi. Önce inzibat merkezine daha sonra da Bademli’ye götürüldü.
Gülen, bütün konuşmalarında sıradan biri olduğunu anlatırken aynı zamanda seçilmiş, özel biri olduğunu da alt metinde hissettirmeye çalıştı.

Hapishanede kaldığı koğuşta tuvalet olmadığı için geceleri mahkumların yaşadıkları sıkıntıları anlatırken, bu seçilmiş insan imajı oluşturma gayreti açık bir şekilde ifadelerine yansıdı:


Zaruret insanı kâşif yaparmış. Hemen arkadaşlar yeni keşiflerde bulundular. Naylon torbalar ve şişeler tedarik ettiler. Artık geceleri, idrar ihtiyacını bu seyyar tuvaletlere yapıyorlardı, sonra da onları pencerenin önüne diziyorlardı. Pencerenin önü, eczane vitrinine dönüyordu. Bu hem acı, hem utandırıcı, hem de çok komik oluyordu. Mahmud Albay bazan bu durumu görür: "Böyle yapmayın" derdi. Ama kime söz dinletecek. Millet kasıklarını tutup sağa sola koşturmaktan bir kere kurtulmuştu... Daha sonra da bu torbalar dışarı atılıyordu. Allah'a şükür benim böyle şeyler kullanmaya hiç ihtiyacım olmuyordu.

Bu günlerde farklı sağlık problemleri yaşadı, hatta bir keresinde yediği yumurtadan zehirlendi. Solcularla zaman zaman problem yaşamasına rağmen kaldığı koğuşa gelen solcu bir gençle yakın ilişki kurdu. Mahkemeye gittiği zamanlarda bu gence sigara getirmeyi hiç ihmal etmedi.

Askeri müdahalenin sonuçlarını düşünmeden muhtıracıların demokrat olduğunu ateşli bir şekilde savundu. Muhtıranın sonuçlarına ise hapishaneye gelen anarşist bir gence yapılan işkenceyi görerek tanıklık etti. O anları şöyle anlattı:


Nedim, anarşistti. Fakat çok kibar ve çok nazikti. Sorgulaması işkence altında yapılmış; ancak tek kelime konuşturamamışlar. Solcular onunla öğünüyorlardı. Hakikaten kendisine çok işkence yapılmış. Bizim gördüğümüzde ayak tabanının kemiği çıkmış ve ayağının altı lime lime edilmiş bir durumdaydı. Usturayla kesmiş ve tuz basmışlar, iki üç ay seke seke gezdi. Bir insan olarak ona çok acıyordum.

Parası olmadığı için avukat tutamayınca diğer arkadaşlarının avukatlığını yapan Yılmaz Taşkan ücretsiz olarak savunmasını üstlendi. Mahkeme heyetini reddetmeleri üzerine başka bir heyet atandı. 20 defadan fazla mahkemeye çıktı, 7 ay tutuklu kaldıktan sonra Kasım 1971’de serbest kaldı.
1974 yılında Bülent Ecevit başbakanlığındaki 37. Hükümet döneminde çıkarılan af yasasıyla suçlamalardan beraat etti.

Hapishaneden çıktıktan sonra kısa bir süre dinlendi. Bu kısa istirahatin ardından 6 yıl önce geldiği Erzurum’a gitmek için yola koyuldu. Memleketine vardığında kendi deyimiyle altın nesil, Kuran ve ilim, içtimai adalet ve nübüvvet, Darwinizm gibi konularda verdiği konferanslarla çalışmalarına devam etti.

Fetullah'ın yükselişi

9 Kasım günü tahliye olduktan sonra göreve başlamak için Diyanet'e başvurdu, sıkıyönetim nedeniyle müspet bir cevap hemen gelmedi. Bu yüzden kısa bir süre Erzurum'a gitti. Döndüğünde Salepçioğlu ve Alsancak Camilerinde konuşmaya başladı. 23 Şubat 1972'de ise Edremit merkez vaizliğine tayini çıktı. Burada 2 yıl görev yaptı. Görev yerindeki bu değişiklik İzmir’le olan ilişkisini hiçbir zaman koparmadı.

2 sene 4 ay kadar Edremit'te görev yaptıktan sonra 1974’te Manisa merkez vaizliğine tayini çıktı. Görev yapmak istediği şehir yine İzmir’di. İzmir’e tayinin imkânsızlığı sonucu Manisa’ya razı oldu,konuşmalarını buradaki Muradiye Cami’nde devam etti. Genellikle Manisa Muradiye Cami’nden halka hitap etti, 1975’de bir kez Kırkağaç’ta konuştu. Manisa’daki konuşmalarını 1976’da İzmir-Bornova’ya tayini çıkana kadar sürdürdü. Aynı yıl içinde İzmir’de Bornova ve Hisar camileri ile Kahramanmaraş, Bursa, Elazığ ve İnegöl’de konuşmalar yaptı. 1977 yılında görevli olarak Almanya'ya gitti ve burada çeşitli yerlerde konuşmalar yaptı. Frankfurt, Hannover, Hamburg, Münih bunlardan bazılarıydı.

İstanbul'daki ilk konuşmasını ise 1977 yılında Eminönü'nde bulunan Yeni Cami'de yaptı. İstanbul'da ikinci konuşmasını 9 Eylül’de Sultanahmet Camii'nde yaptı. Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil dinleyiciler arasında dikkat çekti.

İlk sayısı Şubat 1979'da çıkan Sızıntı Dergisi'nde başyazıları ve daha sonra orta sayfa yazılarını yazmaya başladı. İlk başyazısı ise 'Bu Ağlamayı Dindirmek İçin Yavru' başlığı ile yayımlandı.

Ayrılık için 'boykot' fetvası

Nur Cemaati içinde bulunan ama hiçbir zaman bunu açıkça dillendirmeyen Fetullah Gülen, Said Nursi’den yaptığı ya da yapmak zorunda kaldığı alıntılarda dahi açık bir şekilde onun ismini kullanmamak için özel bir çaba gösterdi. 12 Mart’tan sonra Erbakan ve arkadaşlarının kurduğu Milliyetçi Selamet Partisi’ne yanaşmaya çalıştı. Temel amacı ise içinde bulunduğu grup olan Yeni Asya cemaatinden ayrılmak, bağımsızlığını ilan etmekti.

Gizli hedeflerine ulaşmak için, MSP’nin atak, keskin ve hareketli gençlerine ihtiyacı vardı. MSP çevresine adamları vasıtasıyla mesajlar göndermeye başladı, diğer yandan da Yeni Asya cemaatini eleştirdi. Bu yakınlaşmayla Gülen’in yıldızı parlamaya başladı. Yıllardır zihninde kurduğu ‘örgüt’ için usul usul attığı adımlarla zeminini oluşturduğu yapı, bir anda hareketlenmeye başladı.

Gittikçe güçleniyordu… İslami kesimdeki fikir ayrılıklarını kendi lehine kullanmayı başardı. Bu gidişin ayrılıkla sonuçlanacağını gören Yeni Asya cemaatinin önde gelenleri, onun aralarından kopmaması için girişimlerde bulundu. Bu girişimler Gülen'in zihnindeki karanlık planların hayata geçmesini engelleyemedi.

İlk ve temel amacı oluşturduğu yapıyı Yeni Asya cemaatinden koparma düşüncesiydi. Bu amacına ülke genelinde yapılan İslam Enstitüleri Boykotu'nda ulaşma fırsatı buldu. İzmir’de verdiği “İslam’da boykot yoktur” fetvasıyla boykotu kırmayı başardı. Bu girişiminin temel amacı ulaştığı gücü test etmekti. Buradan kazandığı ivme ile Yeni Asya cemaatini yıpranmakla ve cemaate siyasi bağlarının hizmete engel olduğu suçlamalarını yöneltti. Bu bayrak açma girişimi "bağımsızlığını" ilan etmekle sonuçlandı. Amaçları doğrultusunda attığı bu ciddi adım, Erbakan’la olan ilişkilerini de bozdu.

Darbeye açık çağrı

Türkiye’nin üzerinden bir dozer gibi geçen 12 Eylül askeri darbesine aylar kala sokaklar çatışma alanına dönüştü. Gazetelerin birinci sayfaları çatışma haberleri, faili meçhul ve cinayetlerle doldu.

Toplumsal gerginliğin hat safhaya vardığı bu dönemde Fetullah Gülen, tekrar devreye girdi ve askeri yeniden göreve çağırdı. 1980’in Şubat ayında yaptığı bir konuşmada “anarşist” ve “terörist” diye nitelendirdiği kişileri devletin asker ve polisine bildirmeyenlerin Allah katında sorumlu olduklarını belirtti. Haziran 1980’de İzmir’de camide yaptığı konuşmada ise darbe çağrısı yaptı:

İstihbarat duysun, emniyet duysun, askeriye duysun, başbakan duysun, riyaset-i cumhuriyet duysun. Polise, askere kurşun sıkan bu hainlere mahkemelerde gereken ceza verilmezse ne devlet kalır, ne millet… Bu nasıl iştir!.. Türkiye’de devlet ve hükumet yok mu? Ne oldu askere? Polisler Nerede?

İzmir'de darbe çağrısı yaptı.

12 Eylül 1980 askerî müdahalesinden bir hafta önce 5 Eylül Cuma günü son konuşmasını yaptı. Bu konuşmadan sonra Turgut Özal'la camide, imam odasında kısa bir görüşme gerçekleştirdi.

Gönülden arzu ettiği darbe isteği 12 Eylül gecesi gerçekleşti. Asker ülke yönetimine el koydu. Askeri göreve çağıran Gülen, askeri görünce 45 günlük rapor alıp ortalıklarda görünmemeyi tercih etti.

12 Eylül yönetiminde cinayetler, idamlar, işkenceler, tutuklamalar normalleşti.

Gerçekleşen darbeler arasında en kanlısı olarak tarihe geçen 12 Eylül yönetiminde cinayetler, idamlar, işkenceler, tutuklamalar normalleşti, ülke adeta açık hapishaneye dönüştü. Darbeye meşruiyet kazandırmak isteyen 12 Eylül’ün lideri Kenan Evren ise İslam’ı kullanmaya başladı. Fetullah Gülen ise eline geçen bu fırsatı kaçırmadı. Yine bir camide yaptığı ve daha sonra “Sızıntı” dergisinde yayımlanan konuşmasında darbecileri şöyle selamladı:

Ve işte şimdi, bin bir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tuluu saydığımız bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekasına alamet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz.

Kasım 1980’de Çanakkale merkez vaizliğine tayin edildi, rahatsızlığı yüzünden görevine başlayamadı. Mart 1980’de ise askeri darbenin ardından uygulanan sıkıyönetimin ağır şartları gerekçesiyle vaizlik görevinden istifa etti.

Darbeciler bu itaat beyanına rağmen Fetullah hakkında yakalama kararı çıkardı. Bu yakalama kararına rağmen elini kolunu sallayarak ortalıkta dolandı, 6 yıl boyunca yakalanmadı. Bu sürede Anadolu'nun birçok şehrini dolaştı, dost ve akrabalarını ziyaret etti. Bu ziyaretlerden birini de Ahlat'a yaptı.

Firari Fetullah'la yakalanan 13 isim

Darbe yönetimi Gülen hakkında yakalama kararı çıkarsa da 6 yıl boyunca elini kolunu sallayarak dolaştı. Üstelik kaçmadı da. Ancak sonunda, 1986 yılında bir otomobilin içinde yakalandı. Devlet kayıtlarına göre, dini bir örgütlenmenin lideri olarak arandı. 12 Ocak 1986’da, Burdur ve Isparta polisinin çevirdiği üç otomobilde Fethullah Gülen ile birlikte 14 kişi gözaltına alındı.

Hakan Serbest yönetimindeki 34 AEC 64 plakalı Murat 131 marka otomobilde Fethullah Gülen, Naci Tosun, Nuri Muhammed Sungur, Tabip Üsteğmen Mustafa Sarsılmaz vardı. Arkalarındaki 07 HY 811 plakalı Nevzat Ayvacı yönetimindeki Murat 131’de ise Behçet Akyar, Harun Tokak, Ahmet Kara bulunuyordu. Isparta girişinde durdurulan 34 AE 306 plakalı Mercedes’de Gürbüz Dönmez, Mustafa Başarı, Murat Kırımkan ve Barbaros Kocakurt vardı.

Nevzat Ayvacı ve Hakan Serbest, Fethullah Gülen’i tanıdığını söyledi. Geri kalan 11 kişi ise Gülen’i tanımadı. Yıllar sonra, FETÖ yapılanmasının en önemli şirketlerinden Kaynak Holding’İn Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı yapacak olan Naci Tosun, Fethullah Gülen’in bulunduğu otomobile otostop yaparak bindiğini söyledi. Gülen, ifadesinde hiçbir cemaat ya da yapının lideri olmadığını, kendisine bağlı yurt ve okulları bilmediğini ve bu konularda başka söyleyecek bir şeyi olmadığını ifade etti.

Yıllardır geliştirdiği ve özenle kurduğu ilişkiler bu aşamada devreye girdi. Siyasilerin yoğun baskısı sonucu serbest bırakıldı. Hakkındaki arama kararı da boşa çıkınca 1986’da yeniden hacca gitti.

İtaatini tazeledi

12 Eylül 1980 darbesinden bir hafta önce yaptığı konuşmadan 6 yıl sonra kürsüye ilk çıkışı ise İstanbul’da oldu. Büyük Çamlıca Cami'nin açılışı münasebetiyle 6 Nisan 1986 da yaptığı konuşma Miraç Kandili’ne denk geldi.

12 Eylül’den sonra ilk kez alenen yaptığı konuşmada devlete olan itaatini tazeledi. Toplumun büyük bir çoğunluğunu uzun süreden beri ilk kez bir araya getiren başörtüsü eylemlerindeki çarşaflı kadınları hedef aldı. Çoğu örtülü kadının erkek olduğunu, geri kalanların da aslında açık saçık kadınlar olduğunu söyledi.

Bu konuşmanın ardından Üsküdar Valide Sultan Cami, İstanbul'da Süleymaniye, Pendik, Sultanahmet, Fatih, Bakırköy Yenimahalle camileriyle İzmir'de Hisar ve Şadırvan Cami'lerinde kürsüye çıktı. Ankara Kocatepe ve Erzurum Ulu Cami’nde de cemaatlere hitap etti. Rutin cuma konuşmaları, 16 Mart 1990’da sona erdi.

Fetullah'ın 20 yaşındaki darbe hayali
OYNAT 00:02:37
Fetullah'ın 20 yaşındaki darbe hayali
Yeni Şafak
Fetullah Gülen, 15 Temmuz'daki darbe girişimini de yıllar öncesinden haber vermiş... 17 Aralık kumpasından sonra maskesi düşen teröristbaşı, halka hakaret etmek ve tehditte bulunmaktan da çekinmedi.

Sessiz ve derinden kadrolaşma

1986 yılının haziran ayında hac ibadeti sırasında Mina'da yaptığı, daha sonra kamuoyuna da yansıyan sohbeti asıl hedefinin ne olduğunu ve ne beklediğini gözler önüne serdi."Hiç kimse beni ve arkadaşlarımı henüz hazır olmadan bir mücadelenin içine sokamayacak. Ben sistemin enayiliğinden istifade ediyorum ve Türkiye’deki belli bakanlıklarla özellikle ilgileniyorum. Bazı yerlerdeki tayinleri adeta avucumun içi gibi biliyorum" cümleleri uzun soluklu bir işe giriştiği ve devlet kademelerinde de sessiz ve derinden bir kadrolaşma hareketi gerçekleştirmekte olduğunu ortaya koydu. Bu ifadelerindeki amacına 15 Temmuz kalkışması ile ulaşmaya çalışacaktı.

"Ben sistemin enayiliğinden istifade ediyorum."

Hacdayken Diyarbakır'da Mehmet Özyurt davasıyla irtibatlandırılarak hakkında tahdit (Sınırlama, pasaporta giriş ya da çıkış yasağı konulması) konuldu. Yurda döndükten sonra İzmir'e geçti ve Sıkıyönetim Komutanlığına teslim oldu. Gülen, suçsuz bulundu ve serbest bırakıldı.

Üç aylık periyotlarla yayın hayatına 1 Temmuz 1988 yılında başlayan Yeni Ümit Dergisi'nde başyazılar yazmaya başladı. İstanbul'da 13 Ocak 1989 yılında Üsküdar Valide Sultan Cami'nde konuşmaya başladı. Üsküdar konuşmaları 1 yılı geçkin süreyle 16 Mart 1990 tarihine kadar, 62 hafta devam etti. Bu konuşmalar, daha sonra Sonsuz Nur adıyla 3 cilt halinde kitaplaştırıldı.

1989 yılında pazar günleri Süleymaniye, Pendik, Sultanahmet, Bakırköy Yeni Mahalle, İzmir'de Hisar ve Şadırvan camilerinde konuştu. Pazar konuşmalarını değişik camilerde yaptı. Ramazan ayı içinde ayrıca salı akşamları Fatih Cami'nde iftardan sonra teravih namazına kadar konuştu.

Asya’ya ilk giriş

1900’lı yıllarda kurduğu yapı ile devletin önemli kurumlarına sızmaya devam etti. Bu dönemde kendisine bağlı iş adamları servetlerini genişletti. Tansu Çiller hükumetiyle kurduğu güçlü ilişki sayesinde yurt dışındaki ilişki ağını genişletti. Bu dönemde kurduğu yapıya mensup iş adamlarından yurt dışında okul açmasını bizzat istedi ve ilk hedefi Asya olarak belirledi. Bu hedefi ise şu cümlelerle özetledi:

İslam esas olarak Asya’da gelişti o yüzden bizim Asya’ya gitmemiz lazım. İran ve Suudi Arabistan bu bölgeye girmemeli. Biz bu ihtiyacı sağladık.

Kendisine bağlı 11 kişilik bir grup, 11 Ocak 1990’da önce Gürcistan’a daha sonra da Azerbaycan’a gitti. İstihbarat örgütü gibi bölgeyi gezip ön hazırlık yapan grup Türkiye’ye dönünce ilk işleri Kafkasya’daki gelişmeleri liderlerine aktarmak oldu. Sovyetlerin dağılmasından sonra oluşan boşluktan yararlanmak için 4 ay sonra, Mayıs 1990’da 37 kişilik bir ekibi yola çıkardı. Bu grup Azerbaycan, Özbekistan, Kazakistan ve Tacikistan’a gitti. Buralarda sıkı bir lobi faaliyetine giren iş adamlarına bu ülkelere yatırım yaptırdı. Bu çalışmalarla örgütün Asya’ya ilk girişini gerçekleştirdi.

55 günlük Amerika gezisi

Çocukluğundan beri bulunduğu yerlerde merkezde ve ilginin kendi üzerinde olmasını istedi. Kurduğu yapının güçlenmesiyle bu isteğine de adım adım yaklaştı. Yurt dışına okul açma faaliyetlerinin başladığı bir süreçte sürpriz bir şekilde ABD’ye gitti. 1992 yılında gerçekleşen ve 55 gün süren bu gezide, kurduğu yapının ADD’de faaliyet yürütebilmesi için birçok kesimle görüştü. Bu gezi esnasında kimlerle görüştüğü tam bilinmese de, temas kurduğu yerler sayesinde Pensilvanya ve New York gibi yerlerde kurs açılmasını sağladı.

Bu ziyaretiyle Amerikalıların açık desteğini aldı ve kurduğu yapı, Güney Amerika’da okullar açmaya başladı. 2000’lere gelindiğinde Gülen’e bağlı okul sayısı binlerle ifade edilmeye başlandı.

ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı 2002 yılında Gülen’in Bolivya’daki çalışmalarını yürüten okulunu “Eğitim Mükemmeliyet Merkezi” olarak seçti.

Bu gezi sırasında 2 Mayıs 1992'de Dallas Methodist Hastanesi'nde prostat ameliyatı olan Cumhurbaşkanı Turgut Özal'a, 5 Mayıs tarihinde 'geçmiş olsun' ziyaretinde bulundu.


Medyada dışa açılım

Kurduğu yapının dışa açılım siyasetinin diğer bir ayağını da medya alanına gerçekleştirdi. Zaman gazetesini satın alıp Samanyolu TV’yi kuran yapı, kısa süre içinde “amiral gemisi” olarak kabul görecek olan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın kuruluşunu, 29 Haziran 1994’te ilan etti. Tanıtım toplantısına Fetullah Gülen, CHP eski Genel Sekreteri Kasım Gülek ile birlikte katıldı. Toplantıda yaptığı konuşmada Gülen, Türkiye’nin demokrasiden dönmesinin mümkün olmadığını söyledi. Gülek’e üstat olarak seslendi, herkesi “laik-anti laik geriliminin yumuşatılması” için göreve davet etti. Kasım ayında Başbakan Tansu Çiller’le görüştü. Ocak 1995’de ise Sabah'tan Nuriye Akman ve Hürriyet'ten Ertuğrul Özkök ile söyleşiler yaptı. Bu açıklamalar medyada geniş yer buldu.

Devam eden dışa açılımın gerçek anlamda startı, Şubat 1995’de Polat Renaissance Otel’de Vakfın düzenlediği iftarda oldu. İftara gazetelerden çok sayıda köşe yazarı özel olarak davet edildi. Medyanın ilgisini çeken iftar programında dışa açılım tamda istediği gibi oldu. Bütün kesimlerle diyalog sürecini başlattı.

Çiller ve Fetullah 1994 yılında görüştü.

Siyasi temaslarına devam eden Gülen, Mart ayı içinde Bülent Ecevit'in ziyaretine gitti. Ecevit, bu görüşmenin çok yararlı olduğunu ve politikadan ziyade din, bilim ve felsefe konularında sohbet ettiklerini söyledi. Çiller ile 1994 yılındaki görüşmelerinden sonra ikinci defa İzmir'de bir araya geldi. Çiller, Özel Yamanlar Lisesi'nin mezuniyet törenine katıldı, törenden sonra ise ikili 45 dakika süren bir görüşme gerçekleştirdi. Haziran 1995’de ise Mesut Yılmaz'la bir araya geldi. Kamuoyunun dikkatini çeken bu görüşmelerin ardından açıklama yapma gereği hissetti. Gülen, yaptığı açıklamada bu görüşmeleri Sünni-Alevi ve sağ-sol kardeşliği adına gerçekleştirdiğini iddia etti.


Gülen’in Hristiyan dünyası ile ittifakı
OYNAT 00:05:30
Gülen’in Hristiyan dünyası ile ittifakı
Yeni Şafak
Fethullah Gülen 1998 tarihinde Papa ile yaptığı görüşmeyle bir anda gündeme oturdu. Siyasetin bütün kılcal damarlarına sızarak sağladığı bu görüşmeyi sıradan bir vatandaş olarak milleti için yaptığını iddia eden Gülen’in bu görüşmesi yeni bir ittifakın fotoğrafıydı.

Hristiyan dünyası ile ittifak

Vatikan’ın 1962-1965 yılları arasında düzenlediği “II. Vatikan Konsili”nde alınan diyalog misyonunu 1990’larda üstlendi. “II. Vatikan Konsili”nin diğer konsillerden ayıran en önemli unsur diğer Hristiyan mezhepleri ve özellikle de diğer dinlere karşı o zamana kadar görülmemiş bir açılımı öngörmesi oldu. Diğer dinlere olan açılım konusunda devreye giren Fetullah Gülen, radikalliğe karşı kendini ‘ılımlı İslam’ olarak sunmayı başardı. Hristiyan dünyası ile ittifakını, Eylül 1997 yılında “tedavi” için gittiği ABD’de New York Kardinali John O'Connor ile görüşmesi ile bir adım daha ileriye taşıdı. Vatikan ziyareti öncesinde gerçekleşen bu görüşme sonrası Papa’nın sağ kolu olarak bilinen O’Connor, Gülen’in dinler arası diyalog ile ilgili görüşlerine övgüler yağdırdı.

Bu ilk girişimden tam 5 ay sonra 9 Şubat 1998’de Hıristiyan dünyası ile ittifakını, Katolik dünyasının lideri Papa II. Jean Paul görüşmesi ile taçlandırdı. 30 dakika süren resmi olmayan bu özel görüşmede, Papa II. Jean Paul'e Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in davetini hatırlattı ve bir kez daha bu konuda kendilerine ev sahipliğinde yardımcı olabileceklerini belirtti.


Papa, kendisine değerli bir Hereke ipek halısı ile işlenmiş bir gümüş vazo hediye etti. Gülen ise Aziz Paulus ile Potrus'un altın kabartmadan oluşan tablosunu armağan etti. Görüşmeden sonra düzenlediği basın toplantısında, anjiyo olması nedeniyle bir yıl geciken ziyaretinin çok olumlu geçtiğini söyleyerek şöyle devam etti:

Kendisine, dünyayı daha iyi yaşanabilir bir mekan kılma yolunda üstlendiği misyonu hayranlıkla izlediğimizi, dünya barışı için işbirliği ve diyaloğun başlayıp, devam etmesini istediğimizi, sözde medeniyetler çatışmasının gerçekleşmesini görmek isteyen, yolunu şaşırmış ve şüpheci kimselere dalgakıran gibi karşı durabileceğimizi söyledim.

Gülen, İslam’ın yanlış anlaşılan bir din olduğunu ve bunun suçlusunun Müslümanlar olduğunu söyledi. İşte tepki çeken o ifadeleri:

Bunda en çok suçlanacak olan Müslümanlardır. Uygun bir ortamda zamanında bir gayret, bu yanlış anlamanın büyük oranda azalmasına katkı sağlayabili

Vatikan ziyaretinde Papa ile görüşmesinin yanı sıra Papa’ya bir de mektup verdi. Mektubunda gerçekleştirmeyi arzuladığı fikirlerinin yanı sıra adeta biat tazeledi. Vatikan topraklarında ölmeyi düşlediğini de şöyle ifade etti:

“Pek muhterem Papa cenapları;

Üç büyük dinin doğum yeri olarak bilinen toprakların dünyayı daha iyi yaşanabilir bir mekan kılma yolundaki kutsal misyonumuzu tam manasıyla bilen halkından size en içten selamları getirdik. Yoğun gündeminizde bize zaman ayırarak sizinle müşerref olmayı bahşettiğiniz için zat-ı alilerinize en derin kalbi teşekkürlerimizi sunarız.

Papa 6. Paul Cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinlerarası Diyalog için Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz. En aciz bir şekilde hatta biraz cüretle, bu pek kıymetli hizmetinizi icra etme yolunda en mütevazı yardımlarımızı sunmak için size geldik.

"İslam yanlış anlaşılan bir din olmuştur ve bunda en çok suçlanacak olan Müslümanlardır."

İslam yanlış anlaşılan bir din olmuştur ve bunda en çok suçlanacak olan Müslümanlardır. Uygun bir yerdeki vakitli bir gayret bu yanlış anlamanın büyük oranda azalmasına katkı sağlayabilir. Müslüman dünyası, İslam’ın asırlarla ölçülen yanlış algılanmasını silip atacak bir diyalog imkanını bağrına basacaktır.

Beşeriyet, çelişen görüşler ortaya koydukları gerekçesiyle, zaman zaman bilim adına dini, din adına da bilimi inkar etmiştir. Bilginin tamamı Allah’a aittir ve din Allah’tandır. O halde bu ikisi nasıl çelişebilir? İnsanlar arasında anlayışı ve hoşgörüyü artırmaya yönelik dinler arası diyaloğa yönelik ortak gayretlerimiz çok iş görebilir. Kendi memleketimizde şimdiye kadar çeşitli Hristiyan mezheplerinin liderleriyle diyalog içinde olduk. Bu naçiz gayretlerin boşa çıkmadığını acizane ifade etmek isteriz. Amacımız bu üç büyük dinin inananları arasında hoşgörü ve anlayış yoluyla bir kardeşlik tesis etmektir. Bizler bir araya gelmek suretiyle sözde medeniyetler çatışmasının gerçekleşmesini görmek isteyen yolunu şaşırmış ve şüpheci kimselere karşı dalgakıranlar gibi, isterseniz bariyerler gibi deyin, karşı durabiliriz.

Geçen yıl bazı ünlü uluslararası bilim adamlarının katıldığı medeniyetler arası barış ve diyalog konulu bir sempozyum düzenledik. Bu gayretin başarısından aldığımız teşvikle bu tür etkinlikleri tekrarlamak istiyoruz. Halihazırda üç büyük dinin bağlıları arasındaki bağları güçlendirmeye yönelik olarak dinler arası diyalog konusunda Vatikan’ın da temsil edileceğini ümit ettiğimiz bir konferans düzenleme sürecinde bulunuyoruz.

"Yine müsamahanıza sığınarak, bu misyonun hedeflerine yakından hizmet etmek için üstlenmek istediğimiz birkaç teklifte bulunmayı arzu ediyoruz."

Yeni fikirlerimiz varmış iddiasında bulunmuyoruz. Yine müsamahanıza sığınarak, bu misyonun hedeflerine yakından hizmet etmek için üstlenmek istediğimiz birkaç teklifte bulunmayı arzu ediyoruz. Hristiyanlığın üçüncü bin yılına girişi münasebetiyle yapılacak kutlamalar vesilesiyle Ortadoğu’daki Antakya, Tarsus, Efes ve Kudüs gibi bazı kutsal yerlere müşterek ziyaretleri içeren birçok etkinlik önermek istiyoruz. Bunu Sayın Cumhurbaşkanımız Demirel’in, cenaplarının ülkemizi ziyaretine ve mezkur kutsal mekanları göstermeye davetini tekrarlamak için bir fırsat addediyoruz. Anadolu halkı size misafirperverliğini göstermeyi ve şevkle selamlamayı hararetle beklemektedir. Filistinli liderlerle diyalog kurmak suretiyle Kudüs’ü birlikte ziyaret etmemize davetiye çıkarabiliriz. Bu ziyaret bu mübarek şehri Hristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanların, hiçbir kısıtlama, hatta vize dahi olmaksızın serbestçe ziyaret edebileceği uluslararası bir bölge olarak ilan etme gayretlerine yönelik dev bir adım teşkil edebilir. Üç büyük dinden liderlerin işbirliği ile ilki Washington DC’de olmak üzere muhtelif dünya başkentlerinde bir konferanslar serisinin gerçekleştirilmesini teklif ediyoruz. İkinci serinin zamanı için Hz. İsa’nın doğumunun 2000. yıldönümü ideal olabilir.

Bir öğrenci değişim programı da çok faydalı olacaktır. İnançlı genç insanların birlikte eğitim görmesi birbirlerine yakınlıklarını artıracaktır. Öğrenci değişim programı çerçevesinde üç büyük dinin babası olduğu ikrar edilen Hazreti İbrahim’in doğum yeri olarak bilinen Urfa şehrindeki Harran’da bir ilahiyat okulu kurulabilir. Bu, ya Harran Üniversitesi’ndeki programların genişletilmesi suretiyle ya da üç dinin ihtiyaçlarını da temin edecek şümullü bir müfredata sahip bağımsız bir üniversite şeklinde gerçekleştirilebilir.

Önerilen programlar aşırı büyük işler gibi algılanabilir; ama bunlar erişilmez değildir. Dünyada iki tip insan vardır. Bazıları kendilerini topluma adapte etmeye çalışır. Diğer bazıları ise topluma uymaktansa toplumu kendi değerlerine adapte etmek ister. Toplum bütün ilerlemeleri bu ikinci tip insanlara borçludur. Onları yarattığı için Rabb’e şükürler olsun.” (M. Fethullah Gülen/Rabb’in aciz kulu/9 Şubat 1998)

Bu görüşmeden sadece 10 gün sonra Ortadoğu Barışı İçin Dünya Kiliseler Birliği (CMEP) üç kişilik bir heyetle, Gülen'e barış adına ziyarette bulundu. Kısa bir süre sonra da NTV'de Cengiz Çandar ve Taha Akyol'un lâiklik, İslâm, Papa görüşmesi, Cumhuriyet ve Atatürk başta olmak üzere birçok sorusuna cevap verdi.

Yine asker yine selam

Asker bir kaz daha sahneye çıkıp Refahyol hükumetine 28 Şubat müdahalesini yapmadan önce gazete manşetlerinden Necmettin Erbakan’a savaş açtı. Sivil siyasete “Bırakın gidin” mesajını verdi. 28 Şubat’a iki ay kala gerçekleştirilen Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın “Ulusal Uzlaşma Ödül Töreni’nde devletin hakim gücüyle olan ittifakını en üst seviyede gerçekleştirdiğini adeta ilan etti. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel törenin en dikkat çeken ismi oldu. Törende kısa bir konuşma yapan Nazlı Ilıcak ise Demirel ve Gülen’e övgüler yağdırdı.

28 Şubat’ta Türkiye bir kez daha askeri müdahale ile karşılaştı. Refahyol hükumetine el çektiren askerlere, selam durdu. Gülen ise her askeri müdahalede olduğu gibi gönülden desteklerini sundu. Askere olan itaatini şu sözlerle tazeledi:

Bugün Türkiye'yi idare edenler gerekli performansı ortaya koyamadılar. Ben ayrılayım ve yardımcı olayım. Siz Türkiye'de nasıl bir idare istiyorsanız onu teşkil edin ve milleti idare edin diyemediler. Belki antidemokratik davranıyor sayılabilirler. Ama onlar konumlarının gereğini, Anayasa'nın kendilerine verdiği şeyleri yerine getiriyorlar. Ben zannediyorum, onlar bazı sivil kesimlerden daha demokrat


Gülen Amerika'ya kaçtı

Cevdet Saral ve Osman Ak tarafından hazırlanan 16 Nisan 1999 tarihli ‘Fetullah Gülen Işık Tarikatı’ rapor ve Saral’ın suç duyurusundan sonra, 21 Nisan’da Gülen’e ve onun kurduğu yapıya yönelik ilk dava açıldı. 1999 yılında hakkında başlatılan soruşturmadan kısa bir süre önce “sağlık sorunları” nedeniyle yurt dışına kaçtı. İleri bir tarihte yaptığı açıklamada dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit’in de ABD’ye gitmesi için kendisine tavsiyede bulunduğunu söyledi. Gülen, ABD'ye gitmeden önce Kanal D ekranlarında Yalçın Doğan'la bir söyleşi yaptı. Dönemin önemli bir televizyon yayını olarak öne çıkan bu söyleşide, Refah Partisi'nden ve geleneksel İslami hareketlerden ayrılık noktalarını ifade etti. Bazı kesimleri dini siyasete alet etmekle suçladı. Sonraki televizyon söyleşisini tam 16 yıl sonra BBC Türkçe ile yaptı.

ABD'ye gittikten sonra konuşmalarına devam etti. Bu konuşmaları ilk defa internet sitesinde "Kırık Testi" adlı köşede 1 Aralık 2001 tarihinde yayınlanmaya başlandı.
ABD’ye gittiği 1999’dan 2008’e kadar geçen zamanda oturma izni almak için uzun soluklu bir mücadele verdi. Muhtelif vize kategorilerinde yaptığı başvuruların reddedilmesinden sonra son olarak 2006 Kasım ayında
“I-140” olarak adlandırılan kalıcı çalışma vizesi için başvuru yaptı.

Bu kategoride başvuru yapmanın şartlarından biri olan “sıra dışı yetenek” ölçütünü karşıladığını ileri sürdü. Vize talebini destekleyebilmek içinse mahkemeye 30 kadar referans mektubu sundu.

4 Haziran 2008 tarihindeki dilekçe metnine bakıldığında aralarında CIA yetkililerinin yanı sıra Amerikalı akademisyenler ve Hristiyanlığın önemli savunucularının da olduğu isimler dikkat çekti.

Bu isimler arasında CIA’de Merkezi İstihbarat Analizi Direktörü olarak görev yapan, emekliliğinden sonra akademik hayata giren George Fides. Bir diğeri ise yine eski bir CIA görevlisi olan ve ABD Ulusal İstihbarat Konseyi üyeliği gibi bir hayli üst kademe bir göreve kadar yükselen Graham Fuller ve eski Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz yer aldı. Hepsi de mektuplarında bu yapının okullarının akademik başarılarını ve Fetullah'ın dinler arası diyalog alanındaki çalışmalarını övdü.

1999’da gittiği ABD’de oturma izni sağlayan Yeşil Kartını ise 16 Temmuz 2008’de almayı başardı. ABD İç Güvenlik Bakanlığı ile girdiği mücadeleden galip çıktı. ABD’nin kritik birimlerinde görev yapan Fuller ile Abramowitz’in kefaleti ise bu başarının temel sebebi oldu.

Fetullah beraat etti

Kaçmasından sonra Türkiye’de kendisi hakkında dava açan savcı ve olayı araştıran polisler hakkında ilginç gelişmeler yaşandı. 38 emniyet mensubu hakkında ‘telekulak skandalı’ adı altında dava açıldı. Davayı açan savcı Nuh Mete Yüksel ile ilgili de kasetler ortaya çıktı. Yüksel görevden alındı, dava ise tozlanmak üzere rafa kaldırıldı. Gülen, Amerika’da verdiği ifadede bütün suçlamaları reddetti.

Bu dava önce 2000 yılı Aralık ayında çıkan af ile askıya alındı. 2006 yılında ise Terörle Mücadele Kanununda (TMK) yapılan değişiklik sonrasında Gülen'in avukatlarının başvurusu nedeniyle yeniden görüldü. 2008 yılında cürüm ve şiddete başvurarak teşekkül oluşturduğuna dair delil olmadığından beraat etti ve karar Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nca da oybirliği ile onandı.

15 Temmuz ihaneti

Gülen’in gençliğinden beri kafasında geliştirdiği amaçları gerçekleştirmek için kurduğu yapı önlenemez bir şekilde büyüdü. 40 yılda tamamladığı örgütlenmenin devlete nasıl sızdığını ise şu cümlelerle adeta itiraf etti:

Teşvik edilen insanlar da o müesseseler de bu ülkeye ait. Kastedilen manadaki sızmayı belli bir dönemde Türk milletinden olmayanlar yaptılar hatta belli yere kadar geldiler. Belki endişelerinin altında o sızıntıların fark edilmiş olabileceği endişesi var. Bir milletin ferdi, kendi milleti için var olan müesseselere sızmaz; hakkıdır girer oraya; mülkiyeye de girer adliyeye de, istihbarata da girer hariciyeye de.

Ağır ağır, adım adım kurduğu yapıyı geliştirdi. Yetiştirdiği örgüt elemanları hazır duruma geldiğinde ise Ergenekon ve Balyoz kumpaslarının başlaması için düğmeye bastı. Devlet içerisine yeterince sızdığı kanısına vardığında bunu yargıda da yapmak istedi, bu amaçla 2010 Anayasa Referandumuna tam destek verdi. “Gerekirse ölülerinizi mezardan kaldırıp sandığa götürün” ifadelerini içeren video mesajıyla yaptığı destek açıklaması o günlerde çok tepki çekti.

Fetullah Gülen ve kurduğu yapı Milli Güvenlik Kurulu’nun (MGK) 30 Nisan 2014 toplantısıyla “terör örgütü” olarak ilan edildi. Kurduğu yapının amacı seçilmiş hükümeti devirmek, ülke yönetimine el koymak olarak tespit edildi. 17-25 Aralık 2013 yolsuzluk iddiası ile hükumete darbe soruşturmaları, 1 ve 19 Ocak 2014’te Hatay ve Gaziantep’te Suriye’ye askeri malzeme taşıyan MİT kamyonlarının engellenip aranması ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun makamının gizlice dinlendiği kayıtların yayınlanması bu kararın alınmasında etkili oldu. 1986’da bahsettiği mücadeleyi 15 Temmuz 2016 gecesi başlatan Fetullah Gülen ve kurduğu terör örgütünün işgal girişimi Cumhurbaşkanı, Hükumet, Meclis ve halkın direnişiyle püskürtüldü. 40 yıldır zihninde hazırladığı planı devreye sokarak kendisine bağlı askerlerle halkın üzerine bombalar yağdırdı. 40 yıl önce kurduğu yapı artık Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) olarak tarihin sayfalarına kaydedildi.

Milletin hafızasına ve devlet kayıtlarına terör örgütü lideri olarak kazınan Gülen’in yargılanmak üzere Türkiye’ye verilmesi için iade süreci başlatıldı. İade ve FETÖ mücadelesi Türkiye’nin NATO ortağı ABD ile arasındaki en önemli iki sorundan biri olmaya devam ediyor.

Erzurum’da doğan Fetullah Gülen 40 yıl içinde kurduğu örgütle 170’den fazla ülkede örgütlenmeyi başardı. Kurduğu yapı terör örgütü, kendisi ise yüzyılın ihanetini gerçekleştiren örgüt lideri olarak tarihe geçti.