T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
1 Ekim'den 4 Kasım'a bakmak...

TBMM, tatilden çıkıp açıldığı gün, tatile girdi ve 3 Kasım seçiminin önünü açtı. 'Seçim erteletme lobisi', en az 21 oy farkla yenilgiye uğradı. Yani, 10 kişi farklı oy kullansa, 'denge', siyaset sahnesinden 'silinecekler' lehine değişmiş olacaktı. Olmadı. Aklın ve Türkiye'nin içinde bulunduğu şartların gereği yerine gelmiş oldu.

Ancak, TBMM'de dünkü oylama, tartışmaların seyrinden ve oylama sonucundan daha önemli bir sonucu ortaya koydu: Başta ANAP ve YTP (ve bu arada SP) bazı siyasi partiler ve başta Mesut Yılmaz, Hüsamettin Özkan ve İsmail Cem, bazı siyasi şahsiyetler, yüzkızartıcı biçimde, muhtemelen, siyasi hayatlarını noktayı koydular.

449 oyla bundan topu topu iki ay önce seçim tarihi olarak 3 Kasım'ı saptamış olan TBMM'den, seçimlere topu topu bir ay kalmışken ve ortada fol yok yumurta yokken 'erteleme' kararı çıksaydı ne olurdu tasavvur edebiliyor musunuz?

Faizleri ve doları tutmak mümkün olamayacaktı. Ölümcül şiddette bir ekonomik krizin yoğun bakım odasından çıkmış, tehlikeli bir nekahat dönemine girmiş ekonomi, altından kimsenin kolay kolay kalkamayacağı bir enkaz haline sokulacaktı.

AB, Kopenhag Zirvesi'nden önce Türkiye'de 'halk iradesi'nin nasıl tecelli edeceğini ve nasıl bir parlamento oluşacağını beklerken, burnumuzun dibinde Irak çevresinde savaş bulutları toplanırken, Türkiye, TBMM'de 58 milletvekili kalmış bir partinin liderinin başbakanlığında, baraj altı kalma ihtimaliyle ciddi biçimde yüzyüze bir MHP'nin ve siyaset sahnesinden silinmekte olan bir ANAP'ın yönetiminde belirsiz bir süre bırakılmış olacaktı.

Yani, ülke, en 'kritik' döneminde ekonomik krize ek, bir yönetim bunalımına sokulacaktı. Bunun en tipik göstergesi, gayet sorumlu bir bakanlık ve parlamenterlik kariyerini ardında bırakan, hukuk ve yasallık kavramlarına saygısı bilinen M. Ali İrtemçelik'in dayanamayıp bir 'sivil itaatsizlik' çağrısında bulunması ve saat 15:00'da tüm araçların korna çalarak 'seçimleri erteleme lobisi'ne baskı yapmalarını istemesiydi. Nitekim, Şoförler Federasyonu derhal harekete geçmiş ve 'korna eylemi' için üyelerine talimat vermişti.

Bu ne demekti?

'Millet'in önlerine getirilip konulan 'sandığı', önlerinden çekip almak isteyen 'vekilleri'ni reddetmesi demekti. 'Asıl' olan, 'yetki'nin sahibi olan 'millet'tir ve seçim arefesinde 'vekiller'in 'milletin yetkisi'ni 'gasp etme'ye hakları yoktur. 'Seçim erteletme lobisi', bu lobi faaliyetine daldıkları andan itibaren 'meşruiyet'lerini kaybetmiş ve 'gasıp' konumuna girmişlerdir.

Bu 'gasıplar'ın başında, bir Başbakan Yardımcısı ile bundan üç ay öncesine dek Başbakan Yardımcısı, Dışişleri Bakanı, vs. sıfatlarını taşımış olanların yer almış olmaları hazindir.

Bu 'yüzkızartıcı rol'e niye soyunmuşlardır?

Çünkü, tüm göstergeler, bir ay sonra 'millet'in kendilerini reddedeceklerini ve siyasi kariyerlerinin sona erebileceğini görmüşler ve 'süreyi uzatma'nın böyle bir 'gasp'tan başka bir yolla gerçekleşemeyeceğini düşünmüşlerdir de ondan.

TBMM, dün, bu 'gasp'a izin vermemiştir. Hadise budur. Ve, tam bu noktada, partileri ve kendilerinin seçim şansı zayıf olmakla birlikte, 'gasp hattı'nı izlemeyerek, ülke çıkarlarını kendi çıkarlarının önüne koyarak 'devlet adamlığı' performansı gösteren Başbakan Bülent Ecevit ve Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli ile DSP ve MHP gruplarının büyük bölümüne teşekkür etmek gerekir.

Özellikle, Bülent Ecevit, bir daha parlamentoya giremeyebilir ama büyük sorumluluklar altına girmiş ve 'büyük sıfatlar' taşımış kıdemli bir siyaset adamı olarak, siyasi kariyerini 'namusu' ile tamamladığını teslim etmeliyiz. Aynı şekilde, Devlet Bahçeli'nin de, barajı aşamasa bile, 'siyaset kabristanı'na gömülmeyeceğini şimdiden söyleyebiliriz.

Aynı şeyleri Mesut Yılmaz için söylemek imkansız. Hüsamettin Özkan, siyaset sahnemizin birkaç yılını işgal eden bir 'Rasputin' olmaktan öteye bir 'değer' ifade etmediği için üzerinde uzun uzun durulmaya değmeyecek birisi. İsmail Cem için ise 'yazık' sözcüğünden başka bir sözcük bulamıyoruz. Bu fotoğrafın içinde onun işi olmamalıydı...

3 Kasım'ın 'kimin geleceği'nden ziyade 'kimlerin gideceği'ni belirleyecek bir 'tasfiye seçimi' ve bir 'yenilenme' olacağını ve başta Türkiye halkı olmak üzere 'iç ve dış dinamikler'in bunu böyle istediği üzerinde daha önce defalarca durmuştuk. 1 Ekim'e 4 Kasım itibarıyla bakmış ve bu 'sonuç'u tahmin etmiştik.

Aylardır okurlarımızı yanıltmadık. Seçimin lafı yokken, seçimlerin kaçınılmazlığından söz ettik. YTP ortaya çıktığı anda, böyle bir 'yeni proje' olmadığını ve olamayacağını, 'troyka'nın 'sanal' olduğunu, YTP'nin ayakta kalamayacağını ısrarla vurguladık. Manzara ortada.

3 Kasım, öyle bir 'yenilenme' olacak ki, seçim, bazılarını 'dirilmemek üzere' gömecek. İyi de yapacak.

TBMM'de dünkü oylama, aslında Mesut Yılmaz-Hüsamettin Özkan siyaset şirketinin 'konkordato işlemi' idi. Hele 3 Kasım seçimleri yapılsın; görün bakın 4 Kasım'ı izleyen dönemde daha kimlerin 'toplu siyasi-ticari cenaze namazları'nı seyredeceğiz.

1 Ekim 2002, 4 Kasım 2002'yi getireceği için önemli bir gündü...


2 Ekim 2002
Çarşamba
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED