T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Milleti temsilcileriyle eşitlemek gerekmez mi?

CHP'nin son günlerde üzerinde çok söz edilen bir önerisi ve vaadi var. Genel Başkan Deniz Baykal, ısrarla, "Yasama Dokunulmazlığı"nın yeniden düzenlenmesi gerektiğini belirtiyor. Hatta bu yoldaki samimiyetlerinin bir delili olarak, milletvekili adaylarından "kürsü dokunulmazlığı" dışında kalan dokunulmazlıkların kaldırılması yönünde taahhütname istendiğini bile gazetelerde okuyoruz. CHP'nin başını çektiği bu tartışmada, söz konusu öneriye dair diğer partilerden olumlu bir ses çıkmadığını da gözlemlemekteyiz. CHP'nin bu öneriyi getirmesinin nedeni malûm; istiyor ki, TBMM üyeliği, kamu vicdanını çok rahatsız eder bir biçimde, adaletten kaçmanın bir yolu olmaktan çıkarılsın. "Kürsü dokunulmazlığı"na evet, diğer suçlama, soruşturma ve yargılamadan kaçışa hayır...

Biliyorsunuz, 82 Anayasa'nın 83. maddesi TBMM üyelerini Meclis kararı olmadıkça güvenlik kuvvetleri ve savcıların eline teslim etmiyor. Bu çerçevede Batı ülkelerinin hemen hepsinin anayasasında olduğu gibi ilk istisna TBMM üyelerinin "Ağır cezayı gerektirecek suçüstü hali"dir. Nitekim bu istisna 24 ve 61 anayasalarında da (sırasıyla 79 ve 17. madde) aynıydı. Ancak 82 Anayasası bir yenilik. Dünya anayasa hukukuna "hoş" bir katkı olsun diyerek ikinci bir istisna daha getirmişti. Bunu da biliyorsunuz; "seçimden önce başlanılmış olmak kaydıyla Anayasanın 14'üncü maddesindeki durumlar bu hükmün dışındadır." 14. maddeyi uzun uzadıya aktarmaya gerek yok sanırım. Hani şu "Temel Hak ve Hürriyetlerin Özü" başlığı altında kaleme alınıp aklınıza ne kadar "muzır" fiil geliyorsa hepsinin peş peşe sıralandığı ünlü madde! Yeri gelmişken hatırlatalım; 82 Anayasası'ndaki bu 14. maddenin 61 Anayasası'ndaki muadili olan madde artık bizim için hayal olan şu temel ilkeyi hatırlatıyordu: "Kanun, kamu yararı, genel ahlak, kamu düzeni, sosyal adalet ve milli güvenlik gibi sebeplerle de olsa bir hakkın ve hürriyetin özüne dokunamaz." Ne güzel değil mi? Siz şu maddenin 1971'deki Anayasa değişikliğiyle "kuşa" dönmeden önceki haşmetine bakınız... "Bir hakkın ve hürriyetin özüne dokunulamaz!"

"Dokunulmazlık" meselesine geri dönecek olursak: 82 Anayasası'nın milletvekillerinin "sakıncalı" laflar ve suçüstü haller dışındaki her laf ve fiilini TBMM'nin koruması altına alması gerçekten de üzerinde tartışılmayı hakeden bir durumdur. Öyle bir durum ki, milletvekili olarak hakkınızda "hırsızlık-yolsuzluk" iddiaları ya da uygunsuz kişilerle bir kaza sonrası ortaya çıkan bir "suçüstü" durumu mu var, endişeye gerek yok çünkü "dokunulmazlık" zırhı arkasındasınız... Ama öte yanda vakti zamanında bir biçimde "sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde egemenliğini sağlamak" (!) ya da "dil, ırk, din ve mezhep ayrımı yaratmak" türünden bir soruşturmayla karşılaştıysanız, "dokunulmazlık"a ve hatta Meclis'e veda etmek için bavulunuzu yapmaya başlayabilirsiniz... Yani öyle bir "dokunulmazlık" ki, "keser"i hep "akçeli işler"den yana çalışıyor! Tamam, Anayasa'nın 83. maddesi TBMM üyelerine Meclis çatısı altında sarfettikleri "sözler"den de sorumlu tutmuyor; ama takdir edersiniz ki, "söz ve eylem"in binbir cambazlıkla içiçe geçirildiği bir ülkede bu hakkın da fazla bir hükmü yoktur. Hatırlasanıza...

Peki, parlamento üyelerinin "dokunulmazlıkları"nı tartışırken nasıl bir bakış açısını benimsemeliyiz? Bu soruyu soruyorum, çünkü bence mesele epeyce karmaşık. Herşeyden önce, CHP'nin dokunulmazlığa ilişkin getirdiği öneri pek çok AB ülkesindeki uygulamalarla uyuşmuyor. Meclis üyelerinin Meclis çalışmaları sırasında kullandıkları oy ve sözlerinden sorumlu tutulmamaları ve buna ilaveten Meclis kararı olmaksızın (yani "dokunulmazlık" kaldırılmaksızın) her türlü ("suçüstü" hariç) sorgu, tutuklama ve yargılamadan uzak tutulmaları benim göz atabildiğim pek çok anayasada öylece mevcut. Fransa'da da böyle Almanya'da da; Belçika Anayasası'nda da benzer hükümler var, Yunanistan Anayasası'nda da... Ben dişe gelir bir farklılık olarak, Portekiz Anayasası'nın 160. maddesindeki hükmü gördüm. Portekizliler dokunulmazlığı biraz daha daraltarak, "suçüstü" hallerinin yanına 3 yıldan fazla ceza alan bir suçu da takmış. Dolayısıyla, anlaşılan o ki, zamanında asıl olarak parlamentoya ve parlamenterlere "Kral"ın elinin kolayca uzanamayacağı bir güvenlik sağlamak nedeniyle düşünülen "dokunulmazlık" uygulaması (bizim 1876 Anayasası'nda da olduğu gibi) büyük ölçüde bugün de devam ediyor. Bir diğer önemli neden olarak tanınan süre içinde "temsil"in aksamadan sürdürülmesi de düşünülmüş olabilir, bilmiyorum. Ama her ne ise de, milletin temsilcileri olan parlamenterlerin milletin kendisinden daha çok güvenlik içinde olmaları bana bugün tuhaf geliyor. Sadece Meclis'in izni olmadan parlamenterler haklarında hiçbir soruşturma yapılamaması da değil; CHP'nin önerisinde korunmak istenen ve adına "kürsü dokunulmazlığı" denilen sonuçta ifade özgürlüğüne ilişkin imtiyaz da tuhaf. "Dokunulmazlık"ın hiçbir çeşitinden söz etmeyen anayasalar var mı, doğrusu onu da bilmiyorum. Özellikle de "kürsü dokunulmazlığı". Milletin temsilcilerinin sıra özellikle "söz"e gelince milletin hiçbir üyesinden daha fazla bir hak sahibi olmaması daha tabii değil mi? Bir rejimde ifade özgürlüğünü "temsilcilerin" daha çok kullanmasındansa, demokratik çerçevesi içinde bu özgürlüğü her yurttaşın temsilcileriyle birlikte aynı derecede paylaşması daha makul değil mi? "Temsil" mekanizmasının yurttaşlar içinden bazılarını (temsilcilere, parlamenterlere) imtiyazlı kılması kabul edilebilir mi? Yani şöyle bir şey: Ya hep beraber özgürüzdür, ya da hep beraber "zincirli", yok öyle ayri gayri! CHP'nin önerisinde kaldırılması düşünülen "dokunulmazlık" türlerine ilişkin olarak da belki şunları söyleyebiliriz: Milletvekilleri görev yaptıkları sürede "soruşturma" ve "yargılama"yla ilgili dokunulabilir olsunlar. Ancak eğer bir suçtan dolayı cezaları kesinleşirse, cezanın infazı için görev sürelerinin sona ermesi beklensin... Böylece, infaz ertelendiği için "temsil" olayı zedelenmemiş olur.

Yazının sonuna geldik; belki de içinizden bazıları şöyle düşünüyordur: "İstendiğinde parlamenterlerin yakalarından tutulup önce kapıya sonra cezaevine kondukları bir ülkede sen neden söz ediyorsun?" Aklından böyle şeyler geçirenler varsa, kendilerine verecek cevabım yok doğrusu!


2 Ekim 2002
Çarşamba
 
KÜRŞAD BUMİN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED