T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Belirsizlik, istikrarsızlık ve tıkanma

Türkiye, siyasetin bittiği, ekonominin çöktüğü, toplumsal ve kültürel hayatın felç olduğu bir ortamda seçimlere gidiyor. Bu ortam, dış aktörlerin Türkiye'ye her geçen gün daha fazla müdahale edebildiği, ancak savaş şartlarına özgü dış dayatmaların ve müdahalelerin sözkonusu hale gelebildiği son derece tehlikeli bir ortam.

Türkiye, bu noktaya, bu çıkmaz sokağın eşiğine birdenbire ve tesadüfen gelmedi. Bunun en azından 10 yıllık bir zamana yayılabilecek bir arkaplanı var. Modern tarihimizin en uzun on yılı olarak adlandırabileceğimiz bu süre içinde Türkiye, tıpkı yüzyıl öncesinin Osmanlı'sı gibi yeniden bölgenin hasta adamı olup çıkıverdi.

Bu son on yıllık süreci en iyi tasvir ve tarif edecek kavram, herhalde belirsizlik; ve belirsizliğin doğal sonucu olarak patlak veren istikrarsızlık kavramı olsa gerek. Türkiye, artık öylesine ürkütücü bir noktaya geldi ki, hangi alana bakarsanız bakın, bu belirsizliğin, istikrarsızlığın izlerini görebilmeniz mümkün. İşte 3 Kasım erken genel seçimleri, belirsizliğin ve istikrarsızlığın nasıl ortadan kaldırılabileceği sorusunun en hayatî mesele olduğu genel seçimler olarak tarihe geçecek.

Burada sorulması ve üzerinde yoğunlaşılması gereken soru şu: Türkiye, bu belirsizlik ve istikrarsızlık ortamını aşabilecek mi? Ve nasıl aşacak?

Bu sorulara gerçekten inandırıcı cevaplar verebilmek pek kolay görünmüyor. Çünkü Türkiye'de, özellikle de elitler düzleminde, bu belirsizlik ve istikrarsızlığın nedenleri ve nereden kaynaklandığı sorunu maalesef açıklığa kavuşturulabilmiş değil. Üstüne üstlük işin daha da kötüsü, belirsizliğin ve istikrarsızlığın nedenleri konusunda yapılan teşhisler, geliştirilen açıklama biçimleri, bütünüyle yanlış ve ne yazık ki, yanıltıcı. Yani ortada kendi temel sorunlarını kavrayamayan, bu sorunların nerden çıktığını göremeyen bir Türk eliti var karşımızda. Bu çok ürkütücü bir şey.

Bize göre, Türkiye'yi her bakımdan perişan eden, Türkiye'nin hallaç pamuğu gibi oradan oraya savrulmasına neden olan belirsizlikler ve istikrarsızlıkların en temel nedeni, Türkiye'nin elitlerinin kafalarında tasarladıkları Türkiye tablosunun son derece çarpık bir tablo olmasıdır: Türkiye'nin elitleri ve aydınları, Türkiye'nin hâlâ esaslı ve silkeleyici bir kimlik, bir yön, bir varlık ve varoluş sorunu olduğunun farkında bile değiller. Onlara göre, Türkiye, kimliğini, yönünü, varlık ve varoluş nedenini ve tercihini Batılılaşmak olarak yapmış bir ülkedir; bu tercih çoktan yapılmış ve mesele kapanmıştır. Hâlâ Türkiye'ye vaziyet eden elitlerin geliştirdikleri, gerçekliğinden, doğruluğundan en ufak bir şekilde bile kuşku duymadıkları en yakıcı nokta burası.

Oysa Türkiye'de son on yılda yaşanan belirsizliklerin ve istikrarsızlıkların temel nedeni bu tercihin kökten yanlış olmasında gizlidir. Türkiye'nin elitlerine göre, Türkiye'nin Batılılaşma idealinin, kültür ve medeniyet değiştirme ülküsünün doğruluğunun tartışmasını yapmak bile mümkün değildir. Tam bir akıl tutulması, akıl yırtılması, akıl ve zihin körleşmesi hali bu. Çünkü Türkiye'nin yaşadığı ve Türkiye'yi her bakımdan tam bir bitkisel hayata mahkum ve mahpus eden şey, Türkiye'nin elitlerinin Türkiye'nin kim ve ne olduğuna, nereye doğru gitmesi gerektiğine ilişkin olarak yaptıkları; tarihsel, toplumsal, kültürel bir karşılığı ve gerçekliği olmayan bu yanlış ve yanıltıcı tanımlamadır.

Türkiye'nin böylesi bir çıkmaz sokağın eşiğine gelip dayanması kaçınılmazdı. Türkiye kültür ve medeniyet değiştirme projesine soyunduğunu ilân ederek ve aslâ içini doldurma becerisi göstermeksizin yaptığı bu Batılılaşma tercihiyle, ülkeyi belirsizliklerin, istikrarsızlıkların, yön ve öz-güven yitiminin tam ortasına fırlatıvermiştir.

Özetle Türkiye, esaslı bir kimlik, varoluş ve yön yitimi sorunu yaşıyor. Bu durum, zorunlu olarak ülkeyi belirsizliklerin ve istikrarsızların her alanda ve her yere hakim olduğu hastalıklı bir Türkiye'nin zuhur etmesine neden olmuştur. Elitlerin ve aydınların kültür ve medeniyet değiştirme ve Türkiye'de hayâlî bir Batılı toplum yaratma projeleri, gerçekleştirilmesi aslâ mümkün olmayacak ham ve boş hayalden ibaret bir projedir. Bu proje, Türkiye'nin İslâm'la ve dolayısıyla toplumla, tarihsel tecrübemizle, kültürel dinamiklerimizle ilişkilerini de, Batı'yla ilişkilerini de sakatlamıştır.

İslâm'ı daha işin başındayken siyasî, kültürel, toplumsal bir aktör olarak devre dışı bırakmayı göze alabilecek kadar gözükapalı bir şekilde yola koyulan Türkiye, Batılılar nezdinde de kendisini kabul ettirememiştir. Batılılar, Türkiye'nin 1000 yıllık tarihsel tecrübesinin yaratılmasında kurucu bir aktör ve dinamik olarak kilit rol oynayan İslâm'la ilişkilerini koparabilmesinin mümkün olabileceğine hiçbir zaman inanmamışlar; ama her ne sûretle olursa olsun, Türkiye'nin İslâm'la yeniden yaratıcı şekillerde ilişki kurma imkân, ihtimal ve yollarını her zaman engelleyebilmek, erteleyebilmek için olağanüstü çabalar göstermişlerdir. O yüzden Türkiye'nin Batı yörüngesinden sapmaması, kaymaması, çıkmaması için ellerinden gelen her şeyi yapmaktan geri durmuyorlar.

Ürkütücü olan nokta şu: Batılılar da, Türkiye'nin seküler elitleri ve aydınları da, Türkiye'nin yeniden İslâm'la buluşmaması, İslâm ekseninde yeni bir yörünge oluşturmaya kalkışmaması konusunda hemfikirler.

Sözün özü, Türkiye'nin elitleri bu ülkenin tarihsel tecrübesi, kültürel dinamikleri ve medeniyet havzası ile barışmadıkları, İslâm'ı hâlâ irtica'yla mücadele gibi projelerle bu ülkenin ve toplumun hayatından uzaklaştırma aymazlığına son vermedikleri, yani İslâm bu ülkede en esaslı, en köklü, en güçlü siyâsi, toplumsal ve kültürel realite olarak görülmek yerine, meşrûiyeti olmayan sadece halkın vicdanlarına hapsedilen ölü, ruhsuz, anlamsız bir din olarak algılandığı sürece Türkiye, aslâ belini doğrultamaz ve bizi perişan eden belirsizlikleri, istikrarsızlıkları aslâ aşamaz ve hatta şu Anadolu coğrafyasındaki varlığını sürdürmeyi bile aslâ garanti altına alamaz.

Türkiye'nin İslâm'la ilişkilerini sıfırlamaya dönük projeler, Türkiye'nin temellerini sarsmış, her şeyini tıkamış ve Türkiye'yi çıkmaz bir sokağın eşiğine getirip bırakmıştır. Türkiye'nin yeniden toparlanabilmesi, tarihsel ve uzun soluklu bir yürüyüşe yeniden soyunabilmesi İslâm'la ilişkilerini yeniden sağlıklı, yaratıcı ve kalıcı şekillerde kurabilmesine bağlıdır. Çünkü İslâm bu toplumun özgün tecrübelerinin, zengin birikimlerinin, toplumu ayakta tutan temel anlam haritalarının, değerlerinin, dinamiklerinin, dinamizmlerinin, heyecanlarının, kısacası ruhunun yegane kaynağıdır. Bu ruhun pörsümesi, Türkiye'nin bitmesi anlamına gelir!


2 Ekim 2002
Çarşamba
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED