T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Erbakan mı Erdoğan mı?

Necmettin Erbakan, dindar camianın siyasiler tarafından istismarına son vermek üzere siyasete giren; dernek düzeyinin üzerine bir türlü çıkamayan sindirilmiş muhafazakar tabana ülke yönetimine talip olacak derecede irtifa kazandıran ve önüne çıkan her türlü engele rağmen ısrarla yoluna devam eden, şöhreti ve saygınlığı dünyaya yayılmış, özellikle de İslam dünyasında aydınlardan sokaktaki halka kadar her kesimin tanıdığı ve gıpta ettiği karizmatik bir lider.

Recep Tayyip Erdoğan, Erbakan'ın kurduğu Milli Görüş hareketi içinde siyasete atılan gençlik kollarından başlayarak Büyükşehir Belediye Başkanlığına kadar geldiği her makama tırnaklarıyla ve hak ederek gelen, siyasetin itibarını tükettiği bir dönemde, Türkiye'nin siyasetteki umudu haline gelmiş olan genç ve karizmatik bir lider.

48 yaşındaki Erdoğan 76 yaşındaki Erbakan'ın yanında siyasete başlamış ve orada yükselmiş, teşkilatçılığıyla ve enerjisiyle dikkat çekmiş, Refah zamanında bile zaman zaman farklı fikirler ileri sürmüş ve içinde bulunduğu camiayı içine kapalı bir topluluk olmak yerine topluma açmış, toplumun her kesimiyle temas kurmaya gayret etmiş ve bu açılımı sayesinde de Sultanbeyli ve Arnavutköy'den başlayarak, Tuzla, Kağıthane, Bağcılar, Güngören ve Bahçelievleri ve sonunda 17 ilçesiyle İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nı partisine kazandırmış başarılı bir siyasetçi. (Şunu da hiçbir zaman unutmamak gerekir ki her şeye rağmen Erdoğan'ın önünü açan ve icraatına destek veren isim Genel Başkanı Erbakan'dır.)

Fazilet Partisi'nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasıyla bu iki önemli insanın yolları ayrıldı. Ayrılmaması temenni edilirdi. Ama ayrıldı. Farklı düşündükleri ve farklı yaklaşımlara sahip oldukları açıklandı. Tarihteki bu ve benzeri olaylar incelendiğinde, bunun da aslında fazlaca yadırganmaması gerektiği görülür. Ama şu anda Türkiye'nin en önemli gündem maddesini oluşturduğu için haklarında ne var ne yok araştırılıyor/karıştırılıyor. Ha bire bu iki önemli ismi "biri birine ne kadar hasım gösterebiliriz"in hesabı yapıldı/yapılıyor. Bu istikamette malzeme buldukça da birileri keyiften dört köşe oluyorlar. Gazeteler ve tv kanalları bu iki önemli ismi her fırsatta sayfalarında ve ekranlarında düşman kardeşler olarak ağırlamaya çalışıyorlar.

Doğaldır ki, daha 3 sene öncesine kadar yan yana gördükleri sevgi ve saygı ile andıkları bu iki ismin bugün ayrı noktalarda olduğuna en çok üzülecek olan kesim Milli Görüş tabanıdır. 19 Nisan seçimlerinde bile Tayyip beyin adını anarak oy toplayan bir tabanın aynı Tayyib beyi bugün gözden çıkarması kolay mı?

Aslına tabana bakılırsa ortada çok ciddi bir bölünmenin olmadığı çok rahat anlaşılır!. Fakat gerek basının tahrikleriyle gerekse her iki tarafta bulunan kimilerinin düşünmeden ettiği sözler sebebiyle Milli Görüşçüler Erbakan ile Erdoğan arasında tercihe zorlandılar/zorlanıyorlar.

Birisi herhangi bir konuda Erdoğan'ı takdir ederse Erbakan karşıtı olarak, ya da herhangi bir konuda Erbakan'ı takdir ederse Erdoğan karşıtı olarak algılanmaya başladı. Yani bu iki değerli insan hakkında orta yolu tutmanın kapıları kimi taraftarlarca adeta kapatıldı/kapatılıyor.

Böylesi bir tercihe zorlayanlar bence çok büyük bir yanlış yapıyorlar.

Bence Erbakan'ın yanında kalanlar Erdoğan'a sevgiyi devam ettirebilmeli, aynı şekilde Erdoğan'ın yanında kalanlar da Erbakan'a muhabbet ve saygıyı sürdürebilmelidirler. AK Partide kalanlar Erbakan'a ve SP'ye, SP'de kalanlar da Erdoğan ve AKP'ye saygılı olmalı ve aralarındaki farklılığa tahammül gösterebilmelidirler.

Daha dün beraber oldukları insanlara tahammül edemeyenlerin başkalarına tahammülü tartışılır hale gelmez mi? Yarın seçim meydanlarında hoşgörüden bahsederlerken birileri kalkıp," siz daha kendi içinizden çıkanlara tahammül edemiyorsunuz, farklı düşüncelere nasıl tahammül edeceksiniz?" derse ne cevap verilecektir?

Bence SP de AKP de madem artık iki farklı partidirler, öyleyse biri birlerini kabul etmeli ve geçmişteki birliktelikleri göz önünde bulundurarak biri birlerinin aleyhinde anlaşılacak her tavır ve sözü engelleyecek bir strateji geliştirmelidirler.

Ve bu sonuçtan eğer bir hayır beklemek gerekiyorsa, "olanda hayır vardır." sözünden hareketle SP, "bizimle birlikte olmasa da halkın umudu haline gelmiş bir lider bizim içimizden çıktı." diye sevinmeli, AKP de "bugün farklı partilerde de olsak geçmişte birlikte yürüdük bu yollarda" diyerek SP'lilere saygılı olmalılar. Tahriklere gelmemeliler.

Ben iki tarafın tahammülü öğrenmeleri gerektiğini daha önce de yazdım. Yine tekrar ediyorum, zaman biri birini eleştirme ve biri düştüğü zaman ötekinin sevinme zamanı değil, tahammül ve hoşgörünün en geniş sınırlarının zorlanması gereken zamandır.

Büyükler büyüklüğünü yapmalı küçükler küçüklüğünü bilmeli, her iki taraf da tabanı üzmekten kaçınmalıdırlar. Her iki taraf da bu taban üzerinde büyüdüklerini ve onlara borçlu olduklarını unutmamalıdırlar. Tabanın da bu ortamda hiç kimseden vazgeçme lüksüne ve hiçbir kimseyi karalama hakkına sahip olmadığını bilmesi gerekir..

Böyle bir lükse ve böyle bir hakka sahip olduklarını zannederek hareket edenler müşterek rakiplerinin oyununa gelmiş olurlar.

Hem biri birlerini üzmenin kime ne faydası var ki?


1 Mayıs 2002
Çarşamba
 
Resul Tosun
RESUL TOSUN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED