T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Tekno-pagan/izm: "öküz"e (b)akan "(t)ren" (1)

Önceki yazımda neo-paganizm ("yeni-putperestlik") biçimlerinin, tüm küre sathında hızla yaygınlaştırıldığına dikkat çekmiş ve bu süreci, tarihsel kökenlerine kadar inerek analiz etmeye ve anlamlandırmaya çalışmıştım.

Bu yazıda paganizmin tekno-paganizm olarak adlandırdığım yeni bir biçiminden sözedeceğim: "Techno-paganism" kavramını, Türkçe'mize de nüfûz eden iki Frenkçe sözcüğü yanyana getirerek icat etmiş oluyorum. Tekno-paganizm kavramsallaştırmasının bir hayli imaginatif, ufuk ve zihin açıcı bir kavramsallaştırma çabası olduğunu sanıyorum.

Tekno-paganizm fenomeni, iki farklı düzlemde tezahür ediyor: Birinci düzlem, bizatihi teknolojinin kendisi ile ilintili: Burada doğrudan hayatımızın –her ânının- teknolojiye bağımlı hale getirilmesinden, dolayısıyla teknolojinin putlaştırılmasından, kutsanmasından; yegane güç, anlam ve değer üreten bir aktör'e / Özne'ye (="araçsal akıl"a) dönüştürülmesinden sözediyorum.

İkinci düzlem ise, sürgit karmaşıklaşan, esrarengizleşen, sanallaşan, minyatürleşen ve banalleşen (Adam Smith'in "kapitalizm dini" için sözünü ettiği ama bu kez yeni bir "görünmez el"e dönüşen) iletişim teknolojileri aracılığıyla icat edilen, yeniden-üretilen, yaygınlaştırılan, kullanıma veya tüketime sunulan ve hızla küreselleştirilen nevzuhur paganizm biçimleri şeklinde tezahür ediyor. Böylelikle, iletişim teknolojilerinin, hayatımızın her alanına nüfûz ederek, dinin gördüğü işlevi üstlenen ama sefih ve geçici hazlar, primitif dürtüler, sahte ikonlar, sanal imgeler / mitler, sanal / yalan dünyalar üreterek hayatımızı din-dışı kutsallıklar ekseninde yeniden-inşa eden pagan/laştırıcı işlevine gönderme ve vurgu yapıyorum. Tekno-paganizm fenomeni, özellikle bu ikinci düzlemde karşımıza çıkıyor.

Tekno-paganizm fenomenini, "öküz"e bakan tren" nitelemesi özlü bir şekilde özetliyor. Burada amacım "kelime oyunu yapmak" filan değil. Belki de, sözcüklerle oynayarak, düşüncenin sözcüklerle üretildiği gerçeğine de dikkat çekmek.

Etrafta olup bitenleri, söylenenleri anlamakta zorlanan ve muhatabına aval aval bakan insanları "öküzün trene baktığı gibi bakma, öyle!" diyerek uya(ndı)rırız. Muhatabımız bu uyarı üzerine özür dileyerek söylenmek isteneni anlamaya çalışır.

Artık iletişim teknolojilerinin hayatımıza fena halde nüfûz ettiği, her şeyimize çeki düzen verdiği, onsuz yapamadığımız bir konuma (Özne konumuna) ulaştığı bir zaman diliminde yaşıyoruz; o yüzden "trene bakan öküz" nitelemesi, yerini, kaçınılmaz olarak "öküze bakan tren" nitelemesine terketmeye başladı.

Cins düşünür Foucault, İngiliz filozofu Jeremy Bentham'ın hapishanelerde yöneticilerle mahkumlar arasındaki iktidar ilişkilerini açıklamak için başvurduğu panopticon kavramından yola çıkarak modern / seküler toplumlardaki iktidar / güç ilişkilerini panopticon sözcüğüyle / durumuyla açıklayabileceğimize dikkat çekmişti: Panopticon, hapishane görevlisinin, hakim bir nokta'dan (hapishane kulesi'nden) mahkumların tümünü gözetlemesi ve dolayısıyla kontrol etmesine işaret eder.

Foucault, panopticon metaforundan yola çıkarak, iktidarı / gücü adeta putlaştıran küçük ("azgın") bir azınlığın, toplum denen büyük ("makul") çoğunluğu seküler iktidar aygıtları aracılığıyla gözetleyebilmesinin, kuşatma altına alabilmesinin, kontrol edebilmesinin ve gerektiğinde şiddet uygulayarak cezalandırmasının imkan dahiline girdiğini söylemişti.

Ancak postmodern duyarlıkların, söylemlerin ve pratiklerin küreselleştirildiği çağımızda PANOPTICON'un yerini SYNOPTICON fenomeni almaya başlamış durumda: Artık küçük ("azgın", sefih, mutlu) bir azınlığın, büyük ("makul", sefil, mutsuz) çoğunluğu denetlemesinden çok; büyük çoğunluğun küçük azınlığı dik/izlediği ama kontrol edemediği; sadece ağzının suları akarak (dik)izleyebildiği (televolelerin, Biri Bizi Gözetliyor türü programların ve tabii reklamların en uç örneklerini teşkil ettiği) pornografik, hiper-gerçek (sanal, sığ, ayartıcı) postmodern bir durum, hayatımızın itici gücü; çekim, cazibe ve eylem merkezi haline gelmiş durumda.

Biri Bizi Gözetliyor programının sadece işleyiş mantığını ifşa eden ve hiçbir yorumda bulunmadığım bir yazıma bazı okuyuculardan gelen tepkiler, bu tür programların nasıl tekno-paganizm biçimleri ürettiğini çok güzel gözler önüne seriyor/du: Bu okuyucular, Biri Bizi Gözetliyor türü dikizci, teşhirci programlara "bayıldıklarını", "onsuz yaşayabilmelerinin güçleştiğini", "bu programların kendilerini hayatın sıkıntılarından uzaklaştırdığını", dolayısıyla bu tür programları "büyük bir haz ve keyif alarak izlediklerini", bu programların "bağımlılık, rahatlama, boşalma biçimleri üreterek" adeta afrodizyak etkisi yaptığını söylüyorlardı.

Bu programlar, sanal ile gerçek arasındaki sınırları ortadan kaldırıyor; gerçekliği buharlaştırarak kitleleri sanal, yalan ve "pornografik" / baştan çıkarıcı bir dünyanın kucağına fırlatıveriyor: Böylelikle iletişim teknolojileri, pagan/laştırıcı yeni ayinler, tapınma, ilişki, iletişim ve psiko-terapi biçimleri, trans durumları üreterek bizi tekno-paganizmin hakim olduğu bir dünyanın ortasına bırakıveriyor.

Hegel, "gazete, modern insanın sabah ibadeti haline geldi" derken; film teorisyeni David Bordwell ise sinema salonlarının "modern tapınaklar" olduğunu söylerken aslında tekno-paganizm biçimlerine dikkat çekiyorlardı. (Batı'da sabahleyin süratle metrolara üşüşüveren kalabalıklar, tıkış tıkış vagonlarda ayakta veya oturarak da olsa birbirleriyle ilgilenmeksizin, Hegel'in "sabah ibadeti" dediği işle meşgul olurlar yalnızca!).

Müzikten spora, kültür endüstrisinden eğlence endüstrisine kadar tüm iletişim teknolojileri, tekno-dans, tekno-trans, tekno-müzik, tekno-fizik / tekno-spor, tekno-sanal-seks ve tekno-terapi yöntemleriyle yepyeni tekno-ayinler, tekno-ikonlar, tekno-tapınaklar, tekno-kaçışlar, tekno-hazlar, tekno-sapkınlık ve tekno-bağımlılık biçimleri üretiyorlar: Böylelikle Foucault'nun, Walter Ong'un "ben'in teknolojikleştirilmesi" olarak adlandırdıkları din-dışı kutsallıkların, geçici hazların, kırılgan kimliklerin, ilkel dürtülerin kutsandığı, süblime edildiği (=yüceltildiği) neo-paganizmin teknolojik aygıtlar yoluyla hayatımızın tek anlam, değer, haz ve güç kaynağı haline geliverdiği (Özne konumuna yükseldiği) sanal bir dünyada kaybolup, yuvarlanıp gidiyoruz.

Sonuçta tekno-paganizm, bize, baştan çıkarıcı, uçurucu varoluş / kaçış biçimleri sunduğu için, Baudrillard'ın deyişiyle tastamam bir "iletişim coşkusu" ile hareket ediyor ve adeta bir uyuşturucu bağımlısı gibi "daha fazla tekno-iletişim, tekno-haz, tekno-hayat biçimleri istiyoruz!" diye çığlığı basmaktan kendimizi alıkoyamıyoruz.

Oysa bu durumun bizi sürgit daha fazla duyarsızlaştırdığını, dünyaya, dünyanın ve insanlığın sorunlarına yabancılaştırdığını farkedemiyoruz: Çünkü, "tren", "öküz"e (=kitle'ye, yalnız/laşan kalabalıklara doğru) fena halde baştan çıkarıcı şekillerde (b)akıyor.

Bu durumdan kurtulabilmenin yolu, simülasyonlara (sahte, sanal gerçekliklere) dur diyecek varoluş biçimleri geliştirebilmekten geçiyor: Bugün hayattan uzaklaştırmaksızın hayatın sıkıntılarına göğüs gerebilme, direnebilme ve otantik varoluş biçimleri geliştirebilme imkânı sunabilen ve insanı dolduruşa getirerek trene bindirilmekten kurtarabilen, fizik gerçeklikle fizikötesi gerçekliği aynı anda mezceden, birini ötekine dışlatmayan tek kaynak İslâm.

"Tren"e bindirilen "öküz"lerin hali pür melalini merak ediyorsanız beni izlemeye (dikizlemeye değil izlemeye) devam edin, diyorum.


1 Mayıs 2002
Çarşamba
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED