T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Tehlikeli oyunlar

Önce, Türkiye'deki sivil toplum araştırmalarını, sivil girişimleri, düşünce toplantılarını en çok destekleyen Alman Think-Tank'larının istihbari çalışmaları iddiası ortaya çıktı. Ardından bunların misyonerlik faaliyetleri içinde oldukları söylendi. Sonra konu Milli Güvenlik Kurulu'na geldi. Salkım Hanım Taneleri filmi üzerinden başka bir alana yönelindi; sıra kuru ve kaba bir milliyetçiliğe, ülkenin tarihini ve sorunlarını dışarıya jurnalleme meselesine geldi.

Garip bir kampanya havası esti ortalıkta.

Nitekim bunların hemen hepsi "psikolojik harekat kokusu" veren bir şekilde önce malum bir gazetede bir yazarın bilgi notunu andıran yazıları, hemen ardından malum bir televizyonda bir programcının tartışmalarıyla gündeme getirildi.

Toplumdaki kaba devletçi-milliyetçi damarlara ulaşılmaya çalışılıyordu, adeta…

Sanki "Batı'nın manevi, dini ve milli değerler üzerindeki manipülasyonu ve bunları bozma gayretleri" söylemi yeniden kurgulanıyor, bu kurgu üzerinden AB ile ilişkiler tersten tanımlanıyor, resmi otoritenin tehlikeli ve kabul edilemez gördüğü AB taleplerinin altı çizilmeye, muhafazakar kamuoyu başka bir açıdan şartlanmaya itiliyordu.

Sözün ne ifade ettiğinin değil, neden söylendiğinin; haberlerin ne anlattığının değil, neden yapıldığının önemli olduğu, bu önemin her geçen gün arttığı bir ülkede yaşıyoruz.

Ana çatışmaların ve ilişkilerin "toplum-siyaset-devlet üçgeni"nde değil, "devlet içinde" şekillendiği bir dönemden geçiyoruz. Değişimi devletin taşıdığı, her zorunlu ve olumlu değişimin adımının iki geri adımla telafi edildiği bir evreden geçiyoruz. Zımni devlet politikalarının 28 Şubat'ta iyice netleşen bir alışkanlıkla istihbarat kaynaklı "psiko-politik kampanyalar"la meşrulaştırıldığı bir dönem bu…

Böyle olunca, gelişmelerden kuşku duymamak, hatta olanı görmemek mümkün değil.

Lafı eveleyip gevelemeye gerek yok; devletin duruşu ve özellikle AB'ye yaklaşımı ortada:

"AB girmeye evet, ancak AB'nin demokratikleşme taleplerine hayır…" Bu taleplerin ülkeyi böleceği takıntısı, devletin garip bir refleksi haline gelmiş durumda. Son gelişmeler bu bölünme takıntısının muhafazakar kamuoyu duyarlılıklarına hitap ederek yaygınlaştırılması ve meşrulaştırılması çabasına işaret ediyor.

Kaldı ki 11 Eylül sonrasına ilişkin resmi değerlendirmeler ülkenin stratejik konumunu ve ABD faktörünü, AB ile Türkiye arasına üstü kapalı bir mesafe konulmasının aracı ve zemini olarak görüyor. Gerek Kürtçe eğitim talebi dilekçelerinin kovuşturmaya uğraması ve HADEP'e yönelik yeni baskı girişimleriyle, gerek "Kıvrıkoğluvari" çıkışlarla, gerekse SAREM gibi adımlarla ve yukarıda anılan tehlikeli kampanyalarla güvenlik unsurunun demokrasi karşısında, devlet duruşunun siyaset karşısında üstünlük sağlaması yeniden meşrulaştırılıyor.

Devletin kanaatlerini ve psikolojik harekatlarını yürütme konusunda kah gönüllü kah zorunlu kah çıkarsal ajanı haline gelmiş bir "basının varlığını", bazı olayların basında yer alış biçimi ve zamanlaması, gündemini istihbarat bilgileri tarafından tayin edilir hale gelmesini bunlara ekleyince, ülkeyi kuşatan "yarı askeri ve zimni bir otoriter düzen" ile bunun içindeki çatışmaların ana ekseni de bir anlamda ortaya çıkıyor.

Bunun son dönemlerdeki en önemli göstergelerinden birisi bazı yasalarda öngörülen değişikliklerdir. Başka bir deyişle AB'ye uyum yasaları çerçevesinde öngörülen Türk Ceza Kanunu'nun 159. ve 312., Terörle Mücadele Yasası'nın 8. maddelerinde yapılması planan yasa değişiklik taslakları "değişimden değişim oyunu"nun açık örnekleri.

İtalya'da Mussolini devrinde hazırlanan faşist Manzini yasaları kapsamında yer alan, sadece Türkiye'de yürürlükte olan, son dönemlerde onlarca gazetecinin her eleştiri yazısından sonra yakasına yapışan 159. madde, bu değişikliklerle aynen korunuyor. Sadece öngörülen ceza 1 ila 6'dan 1 ila 3 yıla düşürülüyor.

312. madde değişikliği de keza… "İnsanları birbirine karşı düşmanlığa ve kin beslemeyi" cezalandıran ve son derece keyfi biçimde uygulandığı için demokratikleşme çerçevesinde somutlaştırılması talep edilen bu maddeye eklenen tek cümle "kamu düzenini bozma olasılığı"… Kamu düzenini "bozma hali" yerine "olasılık" kelimesinin eklenmesi, bu maddenin uygulama faciası gözönüne alınırsa hemen hiç bir anlam taşımıyor. Tersine hem bu madde, hem 159. madde demokratikleşme niyetiyle değişiklik yapıldığı için iyice meşrulaşıyor.

Terörle Mücadele Yasası'nın 8. maddesinde yapılan değişiklik ise iyice garip; zira maddeyi daha da ağırlaştırıyor. Propaganda unsurları arasına görüntülü olanı ekliyor. Yasaya bir fıkra daha ekleyerek, terör yöntemlerine özendirme halinde cezanın üçte bir artırılmasını öngürüyor…

Evet, tüm bunları dikkate almadan Türkiye'nin 2002 yılı içinde gerek siyaset gerek toplum açısından izleyeceği güzergahı görmek ve anlamak mümkün değildir…

Ve bunlara itiraz etmeden çıkış yolu bulmak mümkün değildir…



20 Ocak 2002
Pazar
 
ALİ BAYRAMOĞLU
ALİ BAYRAMOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED