AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Nazım komünist miydi, yoksa İslamcı mı?

Ya Rabbim bahtımız ne kadar kara
Biraz da nurunu yak bu diyara
Bir ışık bu sonsuz karanlıklara
Ya Rabbi bahtımız ne kadar kara
Nazım Hikmet

Genellikle toplum olarak, hayatı sadece "siyah" ve "beyaz" olarak algılamak gibi bir alışkanlığımız, hatta bir yanılgımız var. Nedense hayatın içinde alın, morun, yeşilin, sarının, kırmızının ve daha bin türlü rengin de olabileceğini bir türlü düşünmeyiz, belki de düşünmek istemeyiz.

Bu yüzden, sevgilerde de, nefretlerde de hep uçlarda dolaşırız. Bir bakıma uçurumun kıyısında dolaşmak gibi bir şey yani... Doğrusu hep merak etmişimdir, acaba insan hayatında sevgiyi de, nefreti de "iç kontrol"den geçirecek bir "ara istasyon" bulunamaz mı? İlla sevdiklerimizi ve nefret ettiklerimizi yoketmek zorunda mıyız?

Mesela, neden "ölesiye sevmek..." Ölmeden sevemez miyiz? Sevmediklerimizin rengi neden illa siyah olsun ki, onların da "allı-yeşilli" renkleri olamaz mı?

Şimdi neden bu tür soruları soruyorum ya da Nazım Hikmet'in komünistliği ile bu soruların ne ilgisi var diyebilirsiniz. Biliyoruz ki, Nazım hayatında belli ideolojik tercihler yapmış ve "ikinci vatan" olarak Sovyetler'i seçmiş önemli bir Türk şairi. Yıllarca Nazım'ın "kızıl" bir şair oluşunu, "vatan haini" olup olmadığını konuştuk, tartıştık. Hatta zaman zaman ondan nefret ettik belki...

Kimimiz Nazım için "nefret türküleri" söylerken, kimimiz de hayranlık şarkıları haykırdı. O, nefret edenler için bir 'hain', komünist ideolojiye gönül verenler içinse bir kahramandı. Ama kimse Nazım Hikmet'in hayatına bir bütün olarak bakmayı, ömrünün bütün basamaklarındaki değişik renklerini görmeyi denemedi.

Galiba, toplumsal hafızamızın bize oynadığı en büyük oyunlardan birisi, kendi değerlerimizi kendi ellerimizle yok etmemiz olsa gerek.... Yıllarca Necip Fazıl da, belli bir "resmi" ve "ideolojik" nefretin yalnızlığına terkedilmedi mi?

Hiç gündemi olmadığı halde böyle bir yazı yazmamı garipseyenler olabilir. Galiba, bizi sel sularının arasında sürükleyip götüren güncel gündemlerden çıkarak, arada bir "sahici" gündemlere de bakmak gerekiyor.

Bu bağlamda, son günlerde okuduğum Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Mustafa Kara'nın, "Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Semih Rıfat, Hasan Ali Yücel Tekke şairi midir?" yazısı benim için gerçekten ufuk açıcı oldu.

Nazım'ın gençlik yıllarında yazdığı şiirleri okurken, "Bu şiirleri yazan Nazım Hikmet yoksa İslamcı mıydı?" demekten doğrusu kendimi alamadım. Mesela şu şiirler nasıl bir ruhun ve imanın şiiridir acaba?

Gel ey imanlı gençlik, gel ey beklenen gençlik
Gel ki, Anadolu'da senin bükülmez çelik
İmanına, azmine ümit bağlayanlar var

Peki, "Vasiyet" şiirinde, "Evliyalar mezarı tepelerde" gömülmeyi isteyen Nazım'ı nasıl okumalı?

İstemezseniz eğer böyle gam çekmemizi
Doğmadan öldüğümüz Anadolu'da bizi
Evliyalar mezarı tepelere gömünüz
Bir şefaatçi bulur ahirette gönlümüz.

İşte bu da bir başka Nazım. Galiba nefretlerimizi de, segilerimizi de yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor.


1 Ağustos 2003
Cuma
 
MEHMET OCAKTAN


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED