AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Bir üniversite hocasının feryadı

Şahsen benim bu toplumun asli bir unsuru olan Kürtler ve onların hukukuna vurulmuş prangaların çözülmesinden hiçbir rahatsızlığım olamaz. Her tür örgütsel suçu içine alan tüm af uygulamaları ve bugünlerde meclisten geçen "eve dönüş" yasası da dahil.

Çünkü bu ülkedeki hak ihlallerinin, hukuk dışılığın ve özgürlük kısıtlamalarının hepsinin ardında yatan resmi akıl aynı. Kendisi için önce tehdit üretip sonra da ürettiği bu tehdide karşı savaş ilan eden resmi ideolojinin biçtiği elbise bu ülkede yaşayan herkesin ve her kesimin sırtına dar geliyor. Bu elbisenin şimdilerde lime lime dökülmesi bundan.

İyi hoş da, sistem mağdurlarının bir kısmı için dışarıda "dayıları" var diye harıl harıl yeni düzenlemeler yapılırken, bu ülkenin en büyük paydası olan ve Türküyle Kürdüyle her inançlı öğrenciyi ilgilendiren başörtüsü konusunda neden mağduriyeti giderici bir çalışma ortaya konmamaktadır?

İnanç özgürlüğüne yönelik kısıtlamalara ve ihlallere el atmanın zamanı hâlâ gelmedi mi? Unutulmamalı ki, bu alanın mağdurlarının hükümete verdikleri avans tükenmektedir.

Bugünkü köşeme, "başörtüsü mağduru" olmuş (evet, erkekler de başörtüsü mağduru olur) bir üniversite hocasını misafir edeceğim. Kısmetse Pazartesi yazımızda konu hakkındaki kendi değerlendirmemizi yaparız.

BAŞÖRTÜLÜLER KATİLLERDEN TEHLİKELİ Mİ?

Bu başlıklı bir mahalli gazete haberi benim üniversiteden ihracıma sebep oldu. 2000 yılında BBP Genel Yönetim Kurulu Üyesi olarak bir basın toplantısı yaptım. Üniversitelerde başörtülülere zulmedildiğini, bunun en ileri uygulamalarının mensubu bulunduğum üniversitede yapıldığını ifade ettim. Uygulamalardan örnekler verdikten sonra da o günlerde çıkartılan affa izafeten yöneticilere katillere gösterilen hoşgörünün bu insanlardan niçin esirgendiğini sordum. Sonuçta "Devletin irtica ile mücadelede uyguladığı yöntemlerin haksızlığını ifadeyi alışkanlık haline getirdiğim, bu yolla halkı ve öğrencileri üniversite aleyhine kışkırtarak kurumun huzur, sükun ve çalışma düzenini bozduğum" ithamı ile kamu görevinden çıkarma cezası aldım. Halen profesör olmama rağmen belediyede temizlik işçisi olma hakkım bile yok.

Bugün, ülke yönetimindeki değişikliğe rağmen aynı soruyu yeniden sormak gerektiğine inanıyorum. Mevcut yöneticilerimiz dağlardaki eşkıyayı topluma kazandırabileceklerini düşünüyorlar. Bunun ABD'nin siparişi değil devletin ihtiyacı olduğunu iddia ediyorlar. Peki aynı devletin Anayasa, TCK ve disiplin yönetmeliklerinde bulunmayan ithamlarla YÖK'ün sokağa savurduğu öğrenci ve öğretim üyelerini kazanma ihtiyacı veya düşüncesi yok mu?

...

Kabul edilemeyecek bir diğer husus da hesap sorması gerekenlerin hesap verir duruma düşmesidir. YÖK'ten hesap sorması gereken TBMM üyeleri YÖK yöneticilerine adeta hesap veriyorlar. Mevcut 2547 sayılı yasanın YÖK ve yüksek öğretim kurumlarına verdiği görevler tek tek ele alınıp yöneticilerin bu görevleri ne kadar yerine getirdiği incelenirse büyük görev ihmalinin olduğu görülür. YÖK kanununa göre üniversitelerin ülkenin ve toplumun lokomotifi olması gerekir. Ancak üniversiteler bu ülkenin yükü, kamburu haline gelmiştir. Ülkeye lokomotif olması gereken kurumların kendilerine ait 3-5 yıllık plan, proje ve hedefler planı bile yoktur. Ülkenin problemlerine çözüm üretmesi gereken üniversitelerimiz ülkemize sorunlar üretmekte, kendileri de el yordamı ile günü kurtarma çabası içindedir. Ülkemizdeki onbinlerce işsiz üniversite mezununa karşılık yüzbinleri bulan öğretmen ve diğer yetişmiş eleman açığı çelişkisinde bu yöneticilerin hiç mi suçu yok? Bazı YÖK ve üniversite yöneticileri hakkında mecliste bulunan, daha önceki meclisin hazırladığı dosyalar neden işleme konmuyor? Maalesef yöneticilerimiz şirret olanlardan korkup masum olanları ihmal ediyor. Bu tavrın sahiplerine mazlumun ahını almaya başladıklarını hatırlatıyorum.

Eğer dikkat edilirse YÖK ve üniversite yöneticileri hep solo programlarda konuşuyor. Resmi toplantılar, açılışlar ve törenlerde mangalda kül bırakmayanlar hiçbir muhalif ile tartışmaya yanaşmıyorlar. Memlekete çok büyük hizmetleri olduğunu iddia edenler niçin her fırsatta muhaliflerin de iştirak ettikleri televizyon programları, paneller, seminerlerde bu hizmetlerini anlatmazlar? Çünkü eleştiriye müsaade edilse tutulacak tarafları yoktur. Eğer kendilerine güveniyorlarsa şahsen hodri meydan diyorum.

Muhalefetin ve hiç kimsenin arkasında duramadığı ve savunamadığı bir kurum ve yöneticilerine dokunulamazsa bu memlekette kime dokunulacak? Mevcut hükümet YÖK yasasını değiştirmek istediği için neredeyse özür dileyecek. Buna karşılık YÖK mağdurları hiç dikkate alınmıyor. YÖK mağdurları hakkında devam edip gelen uygulama zulüm ise bunda mevcut hükümetin vebali olmadığı bu vakitten sonra iddia edilebilir mi? ÖSS de ilk yüze giren meslek lisesi mezunlarının istedikleri yere girememesinde bu hükümetin hiç mi vebali yok? Bu kafa, bu tavır ve bu yılgınlıkla bir yere varmak ve hizmet üretmek mümkün değildir.

Eşkıyayı mağdurların önüne geçirenler bu vakitten sonra, üniversiteleri mağdurlara bağışlasa dahi vebalden kurutulamazlar. Ben şahsen her merci nezdinde kendilerinden şikayetçiyim. Başka mağdurların da farklı düşündüğünü sanmıyorum."

Prof. Dr. Ömer KARAHAN
Eskitilmiş Üniversite Öğretim Üyesi


1 Ağustos 2003
Cuma
 
SAMİ HOCAOĞLU


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED