AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Jakoben mimari

İçinde yaşadığımız büyük şehirlerin hayatı bu denli yaşanmaz kılmasının tek nedeni göçle gelen altüst oluşla izah edilemez. Şüphesiz şehirlerin bu denli deforme olması bir yana bu göçler olmasa da şehirlerimiz büyük kriz içindeydi. Bilge mimar Turgut Cansever, mükemmel bir mimari eserin ortaya konması için üç unsurun yerli yerinde olması gerektiğini söylüyor: İnanç, rasyonalite ve seziş… Bu üçleme aslında varlık, insan ve mekan ilişkisini çözümleyen bir derin düşünceyi formüle ediyor. Temelde mimarlık insanın varoluş sorununa ilişkin en geniş/derin çözümlemelerin birleştiği bir disiplindir. Bu yönüyle teknik yanıyla muhatap olsak bile konan her taş, bir caddenin yaptığı her kıvrım bu varlık-evren-yaratıcı ilişkisini nasıl kavradığımızdan bağımsız değildir, bu kavrayışın fiziki planda komple bir bir çözümlemesidir. Cansever'in mimarlıkla bilgeliği buluşturan izahı aslında şehirlerimizdeki temel eksikliğin ne olduğuna, çarpıklığın asıl nedenine işaret ediyor.

İnsana, insanın varlık sorunsalına, hayatın anlamına ilişkin kafası karışık aydınların insanı doğasına/fıtratına yabancılaştıran toplum projelerinin, bunun arkasındaki ideolojik duruşun günlük hayatımıza müdahalesinin adıdır yaşadığımız şehirler.

İstanbul gibi muhteşem bir mimari çözümlemenin gerçekleştirildiği şehirden, içinde yaşanmaz bir metropol çıkartabilmek, bürokratından mimarına kadar hayatımıza müdahil olan aydın despotizmiyle izah edilebilir ancak. İstanbul'a, derin bir sezgiyle yaklaşıp onu rasyonalize etmek yerine, kavrayamadığı, anlamak istemediği bir medeniyetin yüzlerce yıllık deneyimiyle ortaya koyduğu insan-şehir ilişkisinin en mükemmel çözümlemesini tahrip ederek ortaya yaşanmaz bir şehir çıkardılar.

Sadece felsefi anlamda toplumla aralarında bir inanç sorunu yaşamalarından ötürü değil; günlük hayatın acıl ihtiyaçlarını giderecek çözümler üretmekte de yetersiz kalınmıştır. Hem topluma hem şehrin kendisine yabancılaşan aydınların modernleşme projeleri sonuçta, insana tahakküm eden şehirler inşa edebilmiştir. Gündelik hayatı yaşanmaz kıldığı kadar insan ihtiyaçlarını, tasavvurlarındaki insan ve toplum modeline feda eden; inşa etmekten çok yıkmayı esas alan yapay şehirler ortaya çıktı. Birey olarak kuşatıldığınızı, eşyanın, bürokrasinin sizi evde, sokakta belli bir davranış ve düşünme kalıbına zorlayan yerleşim anlayışıdır bu. Özellikle İstanbul'un durumu; şehri, içinde yaşayanların ihtiyaçlarını karşılamak ve hayatı kolaylaştırmaktan çok muhayyel insanı şekillendirmek için araç olarak gören 'mimari jakobenizm'e kurban edilişin öyküsüdür.

İnsan-çevre ilişkisini en temel düzeyde hiçe sayan bu modernlik tasavvurunun ürünü çarpık şehirleşme aynı zamanda bunun gerisindeki yönetici aklın toplumla kurduğu ilişkiyi/iletişimsizliği ele verir. İnancın tezahür etmediği bir ortamda rasyonalite de ortaya çıkmıyor.

İnsan ihtiyaçları ile şehir yerleşiminin rasyonel biçimde çözülmesi için asgari olarak toplumla doğal ilişkinin, onu hissedişin mümkün olması gerekir. Ünlü tarih felsefecisi Arnold Toynbee bu anlamda çarpıcı bir olay anlatır. Hindistan-Pakistan ayrışmasının ardından Karaçi'ye giderken, kafasında, milyonlarca göçmenin kendi köklerinden kopmadan, toplumsal ilişkilerini sürdürme imkanı sağlayacak bir şehir planını nasıl gerçekleştirileceği sorusu vardır

1960 yılında İkinci kez gittiği Karaçi'nin bu sorunu müthiş bir "ekistics" (insan yerleşimi) planlama ile çözdüğünü hayretle görür. Karaçi'ye yerleşen göçmenlerin hem şehre adaptasyonları, hem de kendi toplumsal ilişki biçimlerini korumalarını sağlayacak yerleşim planını Yunan bir mimar olan Konstandinos Doxiadis'in hazırladığını, aynı zamanda başkent İslamabad'ın şehir planının da ona ait olduğunu ögrenir.. Daha sonra karşılaştığında Doxiadis'e bu işi nasıl başardığını sorduğunda; " mültecilerin durumunu en iyi ben bilirim, çünkü ben de bir göçmen çocuğuyum." Yunan mimar Bulgaristan'dan Yunanistan'a göçmüş bir ailenin çocuğudur.

Türkiye'deki şehirleşmenin sorunlarının temelinde medeniyet ve toplumun değer yargılarına yabancılaşma (inanç-seziş) sorunu olduğu kadar reel hayatın gerçeklerinden (rasyonalite) uzak duran 'seçkinci'lik sorunu yatmaktadır. Büyüyen şehirlerin sorunlarını çözme adına getirilen çözümlerin pekçoğu kısa vadeli, günü kurtarmaya yönelik rasyonel olmayan çözümlerdir. Bunu anlamak için evinize işyerinize gidip-gelirken gördüğünüz yol, altyapı, üst geçit inşaatlarının nelere ilave olarak yapıldığına bakmak bile yeterli.

Sonuçta, parçalanmış bilinçlerin parçaladığı bir şehir hayatıdır bize dayatılan.


7 Ağustos 2003
Perşembe
 
AKİF EMRE


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED