AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

D Ü Ş Ü N C E    G Ü N L Ü Ğ Ü
Milletvekili dokunulmazlığı Medyanın kritiği

Kamusal alanda sorunlarımızın üstesinden gelmenin yolu demokrasiyi ertelemekle değil, demokratik siyaset alanını daha da genişletmekle mümkün olur. Demokratik hukuk devletinde yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkesinden hiçbir biçimde vazgeçilmez ve hukuk uygulayıcıları siyasal ve ideolojik mülahazalarla hareket etmezler.

Milletvekili dokunulmazlığının kaldırılması meselesi, bilindiği gibi çeşitli parti ve siyasetçiler tarafındanı daha önceki yıllarda da ifade edilmişti. Gerçekten de dokunulmazlıkların kaldırılması, Türkiye için çok önemlidir; fakat tarihi süreç içinde Türkiye'de medya ve siyaset ilişkisine bakıldığında dokunulmazlıkların kaldırılması, pek faydalı olmayacaktır. Dokunulmazlığı kalkmış iktidarın demokratik ve siyasal atılımlarının, yazılı ve görsel medya kanalıyla sekteye uğrayacağını görmek mümkün. Çünkü son zamanlarda açıkça görüldüğü gibi, siyasal ve sosyal alana karşı -28 Şubat süreci de göz önünde bulundurulduğunda- gerektiği ölçüde demokratik bir tutum sergilenememektedir. Örneğin, Türk aydını ve medyası, türbanı siyasal simge olarak kabul etme, sosyal bir realite olan dini, 'siyaset jargonu' içinde değerlendirme, fikirlerden ziyade kimliklerden işe başlama gibi yanılgılardan kurtulamadı.

Türkiye'de, medya ve aydınların bir kısmının devamlı surette 'irtica' ve 'laiklik' gibi Türkiye'nin hassas meseleleri üzerinde önyargılı, bilinçli veya bilinçsiz şekilde haber yaptıkları ve bu haberleri gündemden düşürmedikleri, kamuoyunu bu ve benzeri yayınlarla meşgul ettikleri -tarihi süreç içinde- bilinen bir gerçektir. Yeni kanun ve uygulamaları tersinden okuyarak, birtakım zorlamalarla irticaya bağlamaları, içeriği bilinmeyen gizli görüşmelerden dahi birtakım haberler ve yorumlar çıkarmaları, birçok tekziplere rağmen ısrarla sürdürülen gerçek dışı haberler bir kısım Türk medyasının değişmez realitesidir.

Geleceği görmek kehanet sayılmaz

Dokunulmazlığı kalkmış Meclis'in, inanç ve düşünce hürriyetine yönelik aldığı kararlar, çeşitli görevlere atanan bürokratlar, kadrolaşma faaliyeti; sivil bir Anayasa girişimi, sisteme yönelik tehdit; meslek liseleri ve türban meselesini çözme çabası, laikliğe baş kaldırma; hukuki sınırlar içinde sivil örgütlenmenin kolaylaştırılması, irticai örgütlenmelerin yolunu açma; medyaya gerçek dışı yayınlarından dolayı ihtarda bulunma, basına sansür v.b. olarak algılanacak ve bütün medyada haber olarak karşımıza çıkabilecektir. Bu noktadan sonra karşımıza hangi süreçler çıkar bilinmez. Bu sebeble, gündemi genelde uç fikirlerin doldurması buna karşın toplumsal sağduyunun göz ardı edilmesi, kamuoyunun çoğunlukla tek taraflı bilgilindirilmesi medya etiği ve sorumluluğuyla ne kadar örtüşür iletişim uzmanlarınca tartışılmalıdır.

Demokrasi ve laikliği gündeminden hiç düşürmeyen medyanın, evvela laiklik ve demokrasiyi içine sindirmesi gerekir. İşe şu soruyu sormakla başlayabilirler: Acaba biz yapmış olduğumuz yayınlarda toplumun tamamına eşit seviyede yaklaşabiliyor ve bütün inanç ve fikirler karşısında objektif kalabiliyor muyuz?

Unutulmamalıdır ki, işlevi 'bilgilendirme (enformasyon)' olması gereken medyanın, halkı gözü-kulağı olma yerine, sistemin ne pahasına olursa olsun korunması görevi öncelikli olduğu zaman, 'bilgisizlendirme', 'rıza üretme' ve 'halkın zihnini denetleme' işlevleri önem kazanır. Medyanın bunları yapması başlangıç dönemlerindeki kendisinin benimsediği etik kurallara aykırı davranmasına yolaçar. Türkiye bağlamında düşündüğümüzde bunun sayısız örneklerine rastlamak mümkündür. Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda, hükümetin dokunulmazlıkları kaldırması, çalışmalarını sekteye uğratabilecektir. Yeni kanun ve yönetmeliklerle ilgili medyada çıkan gerçek dışı haberlerle, hükümet üyelerine dava açılabilecek ve bu da iktidarın rahat çalışma imkanını ortadan kaldıracaktır. Daha önceki dönemlerde yaşanan, ekonomik krizlerin çıkış sebebi iyi analiz edilmelidir. Bütün bunlar gözönünde bulundurulduğunda kamuoyunu bilgilendirmekle görevli olan medyanın, benimsemiş ve söz vermiş olduğu etik kriterlere uyması gerekir. Çünkü kamuoyu gibi büyük bir kitleyi yanıltmanın sorumluluğu da büyük olmalıdır. Bu sebeple dokunulmazlığin kaldrımadan önce maksatını aşan asparagas haberlerle gündemi değiştirebilecek, meşgul edebilecek gerçek dışı yayınlara karşı bir kısım sorumluluklar, sınırlamalar ve cezai müeyyideler getirilmelidir. Esasında, medyayı, Avrupa'da denetleyen daha çok sivil toplum kuruluşlarıdır. ABD'de başlayan ve Avrupa'da gelişen 'Immediast' sivil toplum örgütleri, her tür baskıcı iletişim, kültürel tek seslilik ve medya denetimine karşı oluşmaktadırlar. Türkiye'de bu tip teşekküller yeterince gelişmemiştir. Denetleyici ve sorumlulukları hatırlatıcı sivil toplum örgütlerinin olmayışı, yazılı ve görsel medyanın, etik kuralların dışına çıkmasına ve haber kaynaklarında yeterince hassas davranmamasına yol açmaktadır.

Dokunulmazlığı demokrasi bağlamında düşünmek

Dokunulmazlıkların kaldırılması için, ìdemokratik hukuk devletininî tam manasıyla işlerlik kazanması ve 'siyasal ve sivil özgürlüklerin' güvence altına alınması gerekir. II. Abant Platformu sonuç bildirisinde belirtildiği gibi demokrasiyi korumak ve geliştirmek, resmi kurumsal yapıların değişmezliğini sağlamakla değil, demokratik kurumları desteklemek ve yeniden yapılandırmakla olur. Kamusal alanda sorunlarımızın üstesinden gelmenin yolu demokrasiyi ertelemekle değil, demokratik siyaset alanını daha da genişletmekle mümkün olur. Demokratik hukuk devletinde yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkesinden hiçbir biçimde vazgeçilmez ve hukuk uygulayıcıları siyasal ve ideolojik mülahazalarla hareket etmezler.

Dokunulmazlığın kaldırılması, demokratik siyaset alanının geniş tutulduğu ve hukuk uygulayıcılarınn ideolojik mülehazalarla hareket etmediği liberal toplumlarda gerçek yarar sağlayabilir. Avrupa birliği standartları yakalandığı zaman, dokunulmazlıkar rahatlıkla kaldırılabilir; fakat bu standartların yakalanmamış olması, siyasetçilere, dokunulmazlağın arkasına sığınarak diledikleri gibi hareket etme hakkı tanımaz. Dokunulmazlıkları siyasal, sosyal ve ekonomik gelişmenin üst düzeyde olduğu demokratik toplum ekseninde düşünmekte fayda var.

Siyasal, sosyal ve ekonomik gelişmenin önündeki en büyük engel, 'tutucu' ve 'önyargılı' bir zihniyetin varlığıdır. İdeolojilerin etkisindeki önyargılı bir zihniyetin varlığı, siyasal ve toplumsal yapının 'siyah beyaz' olarak algılanması sonucu doğurur. Siyah beyaz bir mantığın sonucu olan, mutlak iyi ve kötü felsefesi, tutucu-dogmatik zihniyetin ürünüdür. Mutlak iyi ve kötünün olduğu toplumlarda demokrasiden bahsetmek mümkün değildir. Demokrasilerin gelişmesi, dünyada ancak katı ideolojilerin kırılmaya başlaması ile mümkün olmuştur. Türkiye'de demokratik ve sosyal gelişmenin, muasır devletler seviyesine ulaşmasını arzulayanlar, siyasal ve sosyal hayattaki, renkliliği benimsemeleri ve mutlakçı anlayışı bir kenara bırakmaları gerekir. Çağdaş bir demokrasiye ulaşabilmek için, hoşgörü ve diyalog ekseninde karşılıklı ve çok yönlü bir iletişim gereklidir. Sağlıklı bir iletişimin varolmadığı toplumlarda, bir sorunu çözmek amacıyla başlatılan etkileşimler, kısa bir sürede çatışmaya ve toplumsal çıkmazlara dönüşür. Nitekim Türkiye'de bir türlü çözülemeyen meselelerin altında, tek yönlü ve aynı zamanda ön hükümlere dayanan iletişim (ya da iletişimsizlik) yatar. Başta medya olmak üzere yönetenler ve yönetilenlerin, 'demokratik sorumluluk'larının ve 'etik değerleri'nin bilincinde olması, meselelerin çözümünü kolaylaştıracaktır.

  • R KEMAL KARYAĞDI / SOSYOLOG


  • Toplumsal ve siyasi bir hastalık: Nepotizm

    Makyavelist siyasetin ve nepotizmin politik hayatın ayrılmaz bir parçası haline geldiği ülkelerde siyasetin işlevi, devlet rantının eş, dost ve akrabalar arasında bölüştürülmesidir.

    Nepotizm, kelime anlamı olarak adam kayırmacılık anlamına gelmektedir. 'Sosyal Bilimler Sözlüğü'nde nepotizm 'Eğitim durumları ve yapacakları işin gerektirdiği niteliklere sahip olup olmadıklarına bakılmaksızın yöneticilerin eş, dost, akraba ve yakınlarının devlet işine alınmalarının, yaygın olarak ve meşru görülerek yapıldığı yönetim' olarak tanımlanmaktadır. Ne yazık ki nepotizm ülkemizde de yaygın bir siyasi tutuma ve sosyal olguya işaret etmektedir. Bu durum bir taraftan adalet duygusunu, diğer taraftan da toplumsal adaleti zedeleyerek insanların birbirlerine ve devlete karşı olan güven duygusunu azaltmaktadır. Son yıllarda ülkemizde neredeyse adam kayırmacılık kaçınılmaz olarak yapılması gereken normal bir olaymış gibi algılanmaya başlamıştır. Bu tutum ahlaki çürümenin en belirgin göstergelerinden biridir ve doğal olarak rüşveti ve ahlaksızlığı beslemektedir. Bireylerin belli bir göreve gelmede ve statü değiştirmede kendi çaba ve yetenekleri yerine akrabalık ilişkileri ve siyasi tutumlarını kullanmaları, kendileri açısından ahlaki bir zaafa, toplum açısından ise rüşvet ve adam kayırmacılığı besleyen bir olguya işaret etmektedir. Adam kayırmacılığın yaygın olduğu ülkelerde göreve gelmede, başarı ve yetenek ölçüt alınmadığından iş kaybı ve başarısızlık kaçınılmaz olmaktadır. Ülkemizde yaygın olarak gündeme gelen rüşvet ve yolsuzlukların arka planında ahlaksızlığın beslediği nepotizm yatmaktadır. Diğer yandan nepotizm, ülkenin kalkınması ve refah düzeyinin artması yerine günü kurtarmayı hedefleyen siyasi ve ahlaki bir tutuma temel oluşturur. Böyle bir toplumda dini inançlar ve ondan beslenen ahlaki prensipler işlevini kaybetmeye başlar. Bireylerin söylemleri ile eylemleri eylemleri arasındaki farklılık açıkça görülmeye başlanır. Artık bu aşamadan sonra adam kayırmacılığın beslediği, amaca ulaşmak için her yolu meşru gören makyavelist siyasete gün doğmuştur. Makyavelist siyasetin ve nepotizmin politik hayatın ayrılmaz bir parçası haline geldiği ülkelerde siyasetin işlevi, devlet rantının eş, dost ve akrabalar arasında bölüştürülmesidir. Türkiye gibi İslam geleneğinin toplumun oluşumunu derinden etkilediği bir ülkede adam kayırmacılığın ve rüşvetin bu kadar yaygın olmasının sebebi, siyasetin ahlaktan arındırılarak sekülerleştirme çabalarıdır. Oysa Kur'an rüşvetin her türünü ve adam kayırmacılığı kesin bir şekilde reddetmektedir. Kur'an'da 4. surenin 58. ayetinde 'Allah size, mutlak emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında adaletle hükmetmenizi emreder' ifadesi toplumsal ve siyasi anlamda uyulması gereken temel ilkeleri vurgulamaktadır.

  • YUSUF YAVUZYILMAZ / ARAŞTIRMACI


  • Yok oluş ve yeniden doğuş

    Bazen biz insanlara her şey bomboşmuş, bir hiçmiş gibi gelir. Her işimizde muallakta kalırız, bunalırız. Mükemmeliyetçiliğimizle ortaya çıkan gerilim, işler yolunda gitmeyince tam gevşeme ile sonuçlanır. Böyle durumlarda kendimizi ister istemez en muhteşem varlık olan Yaratıcı'ya yalvarırken buluruz. Hem bizi yerden yere vuruşuna, 'sen aciz bir varlıksın' deyişine, belki biraz da isyanla, hayran kalırız; hem de yine O'na ulaşmayı isteriz. Bu amaç için yöntemleri bize öğretmesi için dua eder, sığınırız O'na. Annesinden dayak yiyen çocuğun, yine annesinin bacaklarına sarılıp ağlaması gibi. Ne muhteşem bir sahnedir, bu!

    Hiç fark etmiyoruz 'hiç'liğimizi! Boyuna uğraşıp duruyoruz, kararlar alıyoruz, planlar yapıyoruz. Her şeyi, herkesi koruyalım, kollayalım istiyoruz. Tüm bunları düşünmek, tasarlamak ve uygulamak tabi ki zordur. Acaba helikopter ya da uçağı icad eden kişiler, böcek ve kuşlardan uyarladıkları makineyi, icad mı etmiş oldular?

    Neden uçmak bir kuşa zor gelmiyor? Kuş için gayet normal bir olay, uçmak. Kanatlarını açıp kendini boşluğa bırakmaktan ibaret bir iş. Ya insan için? İnsanın uçabilme adına neleri denediğini tarih kitaplarından okuyageldik.

    Kainatta insan ve cin hariç hiçbir varlıkta benlik yoktur. Doğa benliksiz halde mükemmel bir şekilde işlemektedir. Suyun akışı gibi. Su, neresi uygunsa oradan akar, gayet mutludur, teslimdir, sadece tevazuyla akar. Canlılar doğuştan getirdikleri özelliklerini(güzelliklerini) en güzel şekilde kullanmakta, hem kendilerini hem de ekolojik dengeyi korumakta; bu sayede yararlı olmaktadırlar. Benliğe sahip akıllı insanlar, doğadaki canlıları gözlemleyerek dersler almakta ve bunları kendi sorunlarına çözüm üretmede kendilerine uyarlamaktadırlar. Bu muhteşem işleyiş ve ekolojik dengeyi akılsız varlıkların yönetmesi akıl dışı bir olaydır. Peki ya, akıllı dediğimiz insanlar bu ekolojik dengeyi sağlayabilir mi? Sağlıklı ve temiz bir ortama girip orada çevre kirliliğine neden olan; tam aksi bir halde bırakan bizler, dengeyi koyabilmek değil, koruyamıyoruz bile. Demek ki, bizim akıl dediğimiz kavram ya gerçek akıl değil; ya da kainatı yaratan ve yönlendiren, bizim sandığımız akıl değil!

  • EMİNE VİLDAN MİNTAŞ / ÖĞRENCİ




    4 Ağustos 2003
    Pazartesi
     


    Künye
    Temsilcilikler
    AboneFormu
    MesajFormu

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Karikatür | Çocuk
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED