AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

K R O N İ K  M E D Y A
"Bonozedeler" konusunda
basının hiç mi günahı yok?

Ülkenin, adına SPK, BBDK denilen kurumlarının banka müşterilerini gelişmeler hakkında bilgilendirmekten sakınmaları bir tarafa, bu konuda "Türk medyası"nın da büyük günahı bulunuyor..

Bankalar bono/tahvil satışlarında müşterilerinin eline "dekont" adı verilen bir makbuz sıkıştırıyor. Bankaların müşterilerinin paralarını "repo" yaptırmaları durumunda kendilerine teslim ettiği kağıt da benzer bir şey. Ama bu işlem, Hürriyet'ten Erkan Kumcu'nun yazdığı gibi, tamamen "güvene dayalı" bir sistem içinde gerçekleştiği için, kimsenin aklına "Elimize sıkıştırılan bu kağıdın bir garanti oluşturduğu ne malum?" gibi bir soru gelmiyor. Kumcu, bankaların topladığı mevduatların da bu açıdan bir farkı olmadığını söylüyor. Yani her şeyin başı "güven"; bu olmaksızın ne müşterilerin ne de "denetleme"nin yapabileceğini bir şey yok...

Bonozedeler habersiz

Kumcu'nun İmar Bankası olayıyla ortaya çıkan skandalı değerlendiren merkeze "güven" kavramını koyması tabii ki doğru: "Bankacılık görev işidir. Mevduat sahibi bankalara güvenecektir." Zaten bırakın bankacılığı, en küçük bir "alışveriş" bile önce "güven" üzerine kurulu değil mi? (Parayı uzattığınız gazete satıcısının paranızın karşılığı olan gazeteyi vereceğine güvenmiyor musunuz?)

Ancak hepimizin bildiği gibi, bu işin "müşteriler" açısından bir de "bilgilenme" yönü yok mu? Siz söyleyin: Bankaların topladığı "mevduat"ın "garanti kapsamı"nda olduğunu bilmemize rağmen, bankaların pazarladığı "Hazine Bonoları"nın "garanti kapsamı" dışında tutulduğunu kaçımız biliyordu?

Ya da alanı daraltarak soracak olursak: Şimdi artık kendilerinden "bonozedeler" olarak söz edilen İmar Bankası müşterilerinin kaçta kaçı bu muhtemel felaketten haberdardı?

Üstelik, İmar Bankası olayında önemli başka bir problem de var: "Araba devrildikten sonra akıl veren çok olur" misali artık her gazetede İmar Bankası'nın bono ya da tahvil alım satım izninin SPK tarafından çoktan kaldırıldığını okumuyor muyuz? Peki bu bankanın müşterileri bu "hayati" bilgiyi nereden öğreneceklerdi? Banka müşterileri (Hürriyet'ten Fatih Altaylı'nın yazdığı gibi) bankaları "televizyonlarda bangır bangır reklam yapıp hazine bonosu ve tahvile en yüksek faizi verdiklerini" ilan ederken, ne devlet ne de medya cephesinden bir Allahın kulu çıkıp da bu usulsüzlüğü niçin ifşa etmedi?

Sonuç olarak söyleyeceğimiz şu ki: Ülkenin adına SPK, BBDK denilen kurumlarının banka müşterilerini bu gelişmeler hakkında bilgilendirmekten sakınmaları bir tarafa, bu konuda "Türk medyası"nın da büyük günahı bulunuyor...

Hatırlayın; "Uzan Grubu" ile yıllarca "kanlı-bıçaklı" olan karşı grupların en acar "araştırmacı gazetecileri"nin aklına bile, söz konusu bankanın usulsüz olarak bono ve tahvil alım satımı yaptığı gelmedi! Olacak iş mi? Bu durumda, aralarında bankalarla yakın ilişkisi de bulunan onca ekomomi/lisans muhabiri ya da ekonomi yazarı ne işe yarar?..

"Dosya" açıldıktan, ortaya binlerce "bonozede" çıktıktan sonra "Hazine bonosunda TİTAN modeli" (Vatan) diye başlık atmak kolay... Bankacılık işlerine son derece aşina bunca gazetecinin "uykularından" bonozeler ile birlikte uyanabilmesi doğrusu çok şaşırtıcı...

Bakın, Radikal'in yazdığına göre, bundan böyle bono satışları sırasında verilen dekontların "değerli kâğıt" sayılması için çalışma yapılıyormuş. Demek ki (basında yer alan haberlere göre ABD'de bu sorun bir biçimde zaten çoktan çözülmüş) banka müşterilerinin "güven" içinde bankalarına teslim ettikleri paraların "deve" olmasını engellemek pekâla mümkünmüş...

"Ekonomi basını" okurlarını bu yönde de bilgilendirse fena mı olurdu?

Ne diyelim? "Türkün aklı sonradan gelir mi?" yoksa "Bazı Türklerin aklı her zaman önde gider" mi? (K.B)


Bu da 'düzeysizlik ahlakı'…

Laik ahlak, dinî ahlak tartışmaları süredursun, gazete köşelerinde bazen öyle "deneme"ler çıkıyor ki bunlar olsa olsa "düzeysizlik ahlakı" gibi bir kategori içinde değerlendirilebilir… Aşağıda okuyacağınız iki "deneme"de olduğu gibi… İtiraf edelim, bunları yayımlamak doğru olur mu, diye düşünmedik değil. Sonunda, yazanlar utansın, deyip huzurlarınıza getirmeye karar verdik. Hürriyet gazetesinden Pakize Suda ve Cumhuriyet'ten Deniz Som, aşağıda okuyacağınız satırları yazdılar…

Pakize Suda'nın 'Düğün' başlıklı yazısından, 14 Ağustos:

"Ben esas düğüne değil, gerdeğe takmış bulunuyorum. Koskoca Başbakan'la eşi çocuklarını bir otele göndermemişler de Üsküdar'daki evlerinde yatırmışlar. Emine Hanım, Recep Tayyip Bey'le paylaştıkları yatağı gelin yatağı olarak hazırlamıştır herhalde. Fırfırlar, danteller falan… Altınları yastığa iğnelemiş de olabilir.

"Ailecek oğullarının sünetinde kalmışlar gibime geliyor. Emine Hanım saat başı kapıyı aralayıp oğlunun sıhhat ve afiyetiyle ilgilenmiş bile olabilir. Yanıldığımı sanmıyorum yatak konusunda. O muhteşem törenden sonra Bilal kızı alıp 'Gel sana posterlerimi göstereyim' diye bekâr odasına götürmemiştir herhalde. Evin en görkemli odası olan ebeveyn odası uygun görülmüştür, (…) Kızcağız daha 17 yaşında. Yüzü yırtılmamış, ar damarı çatlamamış. Kimbilir ne utanıp sıkılmıştır kaynanasının yatağında dönenirken."

(NOT. Bu yazının çıktığı gün, Hürriyet'in 24. sayfasında yayımlanan bir haber, Pakize Suda'nın boş yere dertlendiğini ortaya koyuyor. "BOĞAZ'DA GİZLİ BALAYI" başlıklı haberin giriş cümlesini de aktaralım: "Nikâh gecesi sırra kadem basan Bilal-Reyyan Erdoğan çifti, balayını ünlü moda dergisi Vogue'un, Sevgililer Günü'nde gidilebilecek en romantik iki yerden biri olarak gösterdiği Beylerbeyi'ndeki Bosphorus Palace Otel'de geçirdi.")

Deniz Som'un 'Gâvur amca' başlıklı yazısından, 13 Ağustos:

"Gâvur amca ile türbanlı çocuk el ele kalıyor… Eli bir yabancı erkeğin eline değmemiş kız çocuğu ile bir erkek hem de gâvur bir erkek el ele duruyor… Türbanlı kız elini kurtarmaya çalışırken, gâvur amca son bir hamle yapıyor ve kızın elini öpüyor. Gâvur amcanın dudakları kızın beyaz tenine küçük bir öpücük konduruyor… Kızın hayatı kararıyor…

"Kendisine öğretilen bütün değerler altüst oluyor: Saçının telini korurken elinin tenini bir gâvura kaptırıyor. Bundan sonrası için kıza yardımcı olmak gerekiyor. Gâvur amcayı hak dinine döndürmek, sünnet ettikten sonra imam nikâhıyla aileden biriyle baş göz edip üvey de olsa amca yapmak gerekiyor…


Çölaşan'dan 'tık' yok

Dün Kronik Medya'da, Hürriyet yazarı Fatih Altaylı'nın bir başka Hürriyet yazarı olan Emin Çölaşan'ı isim vermeden (ama isim vermişten beter ederek) çok somut bir noktadan sıkıştırdığı, Mehmet Barlas'a bir gün bile gecikmeden cevap veren Çölaşan'ın işinin bu kez çok zor olduğunu yazmıştık.

Hatırlıyorsunuzdur, Altaylı, "Beş liralık belediye yolsuzluğunu, on liralık vakıf hırsızlığını yıllarca yazan" ama "Uzan ailesi hakkında tek kelime yazmayan" yazarlardan söz ediyor ve "Acaba Dinç Bilgin'in ve Cem Uzan'ın adlarının önünde bir 'İ' harfi olsaydı, o zaman yazarlar mıydı?" sorusuyla da 'İ' harfini çok sevdiği bilinen Çölaşan'a gönderme yapıyordu. ("İsim vermekten beter etti" derken kast ettiğimiz şey buydu; görüyorsunuz, soru aslında "yazarlar"a değil, "yazar"a sorulmuş oluyor.)

Altaylı'nın bu yazısı 12 Ağustos'ta yayımlanmıştı… "Mehmet Barlas'a cevap hızı" ölçüsüyle, Çölaşan'ın 13 Şubat'ta bu yazıya cevap vermesi gerekiyordu. Çünkü Altaylı açıkça Çölaşan'ın oraları alternatif istihdam kapısı olarak gördüğü için yazmadığını ima ediyordu. Nitekim 13 Ağustos'taki devam yazısında bunu açıkça da söyledi.

Peki 13 Ağusos'ta Çölaşan cevap verdi mi Altaylı'ya? Hayır, o günü bir "Orman ve ağaç" yazısıyla geçti… Peki 14 Ağustos'ta cevap verdi mi? Gene hayır. Yani Çölaşan'ın çok sevdiği kelimeyle söylersek, iki gün geçti, "tık" yok. İzliyoruz, Hürriyet'in beşinci sayfasından ses gelirse aktaracağız size…(A.G.)


Milliyet'in haberi doğru çıktı!

Hayır hayır, "Milliyet'te 'doğru' haber; hayret!" anlamına değil başlığımızdaki ünlem… "Milliyet'teki, inanılması güç haber 'doğru' çıktı" anlamına…Yani bizim ünlemimiz, Hürriyet yazarı Hadi Uluengin'in dile getirdiği (14 Ağustos) "hayret"i anlatıyor:

"Önceki günkü 'Milliyet'te 'Kemalist Parti'ye MGK sitesinden link' başlıklı haberi görünce, doğrusu önce inanmak istemedim. Olur a, belki biz gazeteci milletinin yine pireyi deve yapmak huyu depreşmiştir. Çünkü adı üstünde, Türkiye'nin en 'derin kurum'u (!) 'milli' sıfatını taşıyor. Buradan yola çıkarak da düşündüm ki, 'MGK' tüm ulusu kucaklamak zorunda olduğundan şu veya bu partinin; falanca ya da filanca görüşün reklamına yer vermez. Sonra, bir de kendim göz atayım ve işin aslını öğreneyim diye, daha önce hiç 'sanal misafirliği'ne müşerref olmadığım siteyi ben de tıkladım. Amaniiin! Evet amaniiin ve 'Milliyet' refikimin çok fena halde günahına girmişim. Haber, sitede gönderme yapılan linklerin yalnız bir bölümünü aktarmış. Zira, Türkiye'de ve yurtdışında sırtına 'Kemalist' ve 'Atatürkçü' yaftası yapıştırılan her kim mevcutsa, buyrun 'MGK' sayfasına, hazretlere anında ulaşın…"

Hadi Uluengin kusura bakmasın, yazısının bir bölümünü aktarmadan önce, "ne olur ne olmaz" diye biz de girdik siteye. Haber gerçekten de doğru ve üstelik Uluengin'in yazdığı gibi eksikmiş! (A.G.)


15 Ağustos 2003
Cuma
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED