AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Cehennemden notlar (2)

Okurlarımdan İlker Şengün, dünkü yazımla ilgili şu mesajı yollamış: "tavsiye ettiğiniz mülakatı Radikal'de okudum. Yaşım 35 ve bu yazıyı okuduktan sonra gerçeklerden ne kadar uzak olduğumuzu anladım, insanlığımdan utandım. Türkiye'de acaba hâlâ aynı zihniyette yaratıklar var mı?"

Değerli okuruma önce şunu söylemek isterim: Devletin cezaevine kapatılmış insanlara bu muameleyi reva gören işkenceciler ve canilerle (maalesef) aynı "cins"ten sayıldığımız için böyle bir ruh hali içine girmenizi anlıyorum, ama siz utanmayın....

Okurumun sorusuna gelince: Hiç olmaz olur mu? Zaten dikkat edin, "Salih Amca"lara "dünyalarını şaşırtan" bu adamların hiçbiri hakim karşısına henüz çıkmadı...

Röportajının çıktığı günün akşamı bu müthiş yayınından dolayı tebrik etmek için Neşe Düzel'i aradığımda kendisine şunu da söyledim: Bakalım bu "bomba" mülakatına "Türk medyası" nasıl tepki verecek? Soruyu sormasına soruyordum ama Düzel gibi ben de biliyordum ki söz konusu "tepki" tabii ki çok cılız olacak... Nitekim öyle oldu; gazetelerin ağzına kadar "Pınar boşanıyor" ya da "Petrus" hikayeleriyle tıka basa dolu olduğu bir günde, "hapishane tarihimiz"den müthiş bir sayfa yine güme gitti. Sadece gazeteler de değil; son yılların "in" meşguluyetlerinden olan internet yayıncılığının "medya takipçileri" cenahında da (ne bileyim, "Midyetava"sı, "Haberciler"i, "Habertürk"ü, "Haberx"i, hemen hepsi...) "tık" yoktu.

Peki söyler misiniz; "Diyarbakır Cezaevi" ve benzerlerinde olup biteni AB yolunda bir toplum olarak geniş ve ciddi bir biçimde tartışmayacak, bu işlerin sorumlularını "Yüce Türk Adaleti"nin karşısına sıralayamayacaksak, bu toplum kendisine nasıl gelecek, nasıl bir "terapi"den geçecek?

Bana sorarsanız, bu işler olmadan "kurtuluş" yok derim. Bu işlerde birinci dereceden, ikinci dereceden, üçüncü dereceden "x" derecesinden sorumlu olanlar hakettikleri cezai ve vicdani bir soruşturmaya tabi tutulmadan, bu toplumun da kendine gelmesi mümkün değildir. Bu süreç sonunda "dünyaları şaşırtılanlar" olabildiğince "terapi"den geçmiş, sorumlular olabildiğince cezalandırılmış olacağı için, toplum olarak insanoğlunun tabiatının "iyiliği"nden söz etme ve bu iyilikten hareketle "iyi yarınlar"ı hayal edebilme zamanı nihayet bizim için de gelmiş olacaktır...

Düzel'e konuşan Selim Dindar'ın tasvir ettiği "Diyarbakır Cezaevi"nin üzerinden hepsi hepsi 20 yıl geçti. Peki kimlerdi bunlar? Aralarında hayatta kalıp da pişman olanlar var mı? Cezayir'de bizzat uyguladıkları işkenceleri ve cinayetleri yıllar sonra (yani 50 yıl sonra) kendiliklerinden basına açıklayan (aslında "günah çıkaran") Fransız generallari benzeri sorumlular var mı? Yoksa "bizimkiler" yapıp ettikleriyle hâlâ gurur duyuyor ve "öte dünya"ya bu kalın "dosyaları"nı da kendileriyle birlikte görürmeyi mi tasarlıyorlar hâlâ?

Dünkü yazımı "İçerdeki vahşet"ten söz etmeyi bugüne bıraktığımı belirterek bitirmiştim. Ama bugün bu işten vazgeçiyorum. Başyazarımız Ahmet Taşgetiren, "Diyarbakır Cezaevi travması" başlıklı dünkü yazısında yirmi yıl öncesine dair bu "yeraltından notlar"ı kimsenin kayıtsız kalamayacağı bir biçimde öylesine güçlü bir kalemle aktarmış ki, bu bahsi uzatmamın artık gereği yok. Üstelik Taşgetiren bu çok anlamlı, çok onurlu işi yaparken sadece Düzel'e konuşan Dindar'ın anlattıklarıyla da yetinmeyip, benim önümde hâlâ okunmayı bekleyen Hasan Cemal'in "Kürtler" adlı son kitabına da başvurmuş. Mutlaka o yazıyı da okudunuz; bütün bunlara yürek mi dayanır? Babasını oğluna, oğlunu babasına "tokatlatan" bir cezalandırma sistemi bir daha gün ışığı görmesin, kahrolsun...

İsterseniz iki gündür biraz vicdanı olan herkesi altüst etmiş olan bu tanıklıklar bahsini kapamadan önce, Taşgetiren'in bu anlamlı yazısını nasıl bağladığına da kısaca göz atalım. Şöyle diyor Taşgetiren:

"Mevcut iktidar, Ak Parti iktidarı, henüz bir şey söylemiş değil. Doğu-Güneydoğu hadisesine, nam-ı diğer 'Kürt meselesi'ne nasıl baktığına dair, yaraları nasıl saracağına dair, işi güvenlik ikliminden nasıl çıkaracağına dair bir şey söylemiş değil. Dolayısıyla henüz bu konuda inisiyatif almış da değil. Acaba yapmayı tasarladıkları bir şey var mı, bunun bir takvimi var mı?"

Ben de burada, Taşgetiren'in yaptığı gibi, "Diyarbakır Cezaevi"nde (üzülerek aktarıyorum) "karnına basılarak bağırsakları ve böbreği patlatılarak öldürülen" Bedii Tan'ın oğlu Altan Tan'a 20 yıl sonra başsağlığı diyorum. Toplum olarak "İşkencelerin geç farkına vardığımız için özür beyanıyla birlikte."


25 Haziran 2003
Çarşamba
 
KÜRŞAT BUMİN


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED