|
|
AYŞE OLGUN
Abdulmecid'in "mümin ve müsrif kızı" olarak kayıtlara geçen ve Osmanlı devletinin Tanzimat döneminde geçirdiği sancılı değişimi kendi bünyesinde taşıdığı hastalıkla birleştirerek mektuplarında yazan Refia Sultan, Ayşe Kara'nın duygu yüklü kaleminde bir roman kahramanı oluyor. Çünkü Kara'ya göre, yazdığı her mektubun birer nüshasını çekmecesinde saklayan Refia Sultan'ın isteği buymuş: Yıllar geçse de unutulmamak. Öyle olmasa, niye tüm mektuplarını ve diğer belgelerini özenle kilitli çekmecesinde saklasın ki? 'Beni harem kadınları etkiledi' Tanzimat dönemi saraydaki yaşam, İstanbul silüeti, Refia Sultan'ın mektupları ile sarayın fotoğrafçısı Vasilaki Kargopulo'nun objektifinden çıkmış görüntüler, 'Refia Sultan' romanını yazarken Kara'ya ilham vermiş. O güne ait tarihi belgeleri inceleyen, yazılmış eserleri okuyan, mekanları ve mezarları gezen Kara'yı en çok etkileyen ise harem ve haremdeki kadınlar olmuş. Hareme bir kadın duyarlılığıyla bakan Kara, bugüne kadar 'çok renkli' ve 'gizemli' gibi yorumlar yapılan bu mekana farklı bir anlam yüklüyor: Onları ancak kadınlar anlar! "Kadın gözüyle harem, erkeklerin fantazilerindeki hareme pek de denk düşmüyor. Birçok kadının bir tek erkeği sevmesi, sevdiği erkeği başka kadınlarla paylaşmak zorunda olmasının ne kadar güç olduğunu yine bir kadın anlar. O kadınlar, sevdikleri erkeğin başka bir kadınla düğün yapmasını izlemek ve katılmak zorundalar. Bugünün mantığıyla bu ilişkilere bakmasak bile o günler içinde de çok sancılı durumlar sözkonusu. Pekçok kadının genç yaşta öldüğünü görüyoruz. Romanını yazdığım dönemde yaptığım araştırmada haremde kadınların büyük çoğunluğunun genç yaşta, 'aşk hastalığı' da denilen ince hastalığa yakalanıp vefat ettiklerini gördüm". Çekmecede gizli bir hayat Kara, Saray'da esen fırtınayı, saray fotoğrafçısı Vasilaki Kargopulo'nun objektifinden okuyucuya gösteriyor. Çünkü Kara'ya göre Kargupulo, "Merak edilen büyülü dünyaların, sarayların sultanlarını, şehrin kadınlarını tanıyan, bir objektifin ardından da olsa onların gözlerinin derinlikerine bakan ender kişilerden biri". Nitekim Refia Sultan'ın günümüze ulaşan peçesiz ve başı açık fotoğrafını çeken yine Kargopulo. Refia Sultan'la, Refia Sultan üzerine belgesel kitap hazırlayan Ali Akyıldız'ın çalışmasında tanıştığını söyleyen Kara, hiç aklında yokken yazdığı bu romanın sebebini bu belgeselde yer alan mektuplarla açıklıyor ve "Sultan'ın çekmecesinde sakladığı mektuplardan çok etkilendim. Özellikle kendisinin kaleme aldığı nüshalarından" diyor. Sultan'la devletin kaderi aynı Refia Sultan'ın yaşadığı dönemle Sultan'ın özel hayatının pekçok konuda benzerlik taşıdığına da dikkat çeken Ayşe Kara, "Refia Sultan, Osmanlı devletinin içine düştüğü durumun bir aksi idi. Hasta, bir taraftan mümin bir taraftan da modern. Elbiselerini, arabasını Paris'ten ısmarlıyor. Fransızca öğreniyor. İhtişamı ve iflası bir arada yaşıyor. O dönemde Osmanlı Devleti'nin içine düştüğü durum da Refia Sultan'ın kaderiyle kesişiyor. İmparatorluk; Avrupa'nın gözüyle ölmesi mukadder hasta bir adam. Sultan da amansız bir hastalıkla boğuşuyor, nitekim çok riskli bir ameliyatın sonunda hayata veda ediyor" diyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor: "Romanda büyük saltanatlar yaşamış ancak iflasın eşiğine gelmiş bir sultanın yakalandığı amansız hastalık dönemi ve ölümü işleniyor. Bugün bu eserlere gösterilen ilgi, çöken bir imparatorluğun izlerini hâlâ üzerimizde taşımamızdan". Refia Sultan'ın mektubundan...
Masal gibi bir hayat. Ah bir de içerden görseler, içimizi görseler, bilseler ki saadet denen şeyi yakalamaya hiçbir zaman gücümüz yetmedi. Annemin öldüğü günün gecesinde babam ikballerinden Serfinaz'ı istemiş, geceyi onunla geçirmişti. Darüssaade Ağası, 'bir kadına değil, kadına âşık, zat-ı şahaneleri' diye söylemişti. Kadınefendiler, ikballer, gözdeler, cariyeler, kalfalar, kilerciler padişahın daha kadınını toprağa verdiği gece kız istetmesini kendilerine ve bütün cins-i latife vefasızlık olarak görmüşlerdi. (....) Çaresizce aynı erkeği paylaşmanın,- hatta ona düğün yapmanın- onu başka kollarda, başka kadın buklelerinin yayıldığı yastıklarda düşünmenin ince sızının, onları ince ince kemirip bitirdiğine inanırım. Buna, bu duyguya şüphesiz kocalarımıza ikinci kadın almayı yasaklayan, hatta evli oldukları kadınları boşatan padişah babalarımız da uymuyorlardı. Fakat kendileri için güzelliklerden, tutkulardan vazgeçmeyi düşünmüyorlardı".
|
|
|