AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

K R O N İ K  M E D Y A
22 Mart tarihli Hürriyet:
YAKILACAK BİR SAYI

Hürriyet (22 mart) "Şok ve dehşet bombardımanı" manşetini attığı sayfasında "A Günü'nün uçakları"nı tanıtıyor. Birazdan söz edeceğiz; Hürriyet'in bu "Şok ve dehşet bombardımanı"ndan dolayı "dehşet"e düşmüş bir hali de yok, "şok"a girmiş bir hali de...

Okurlarına öyle güzel bir 22 Mart / Bombardıman sayısı hazırlamış ki, doğrusu bu kadar olur... Biz Hürriyet'in bu sayısını elimize alınca şöyle düşündük: Acaba "Başkan Bush" (bu adamı unvanı ile birlikte niçin tırnak içine yerleştirdiğimizi söylemeye gerek yok herhalde; Bush'u ve sıfatını daima tırnak içine yerleştirmek gerekir çünkü o bizim "Başkanımız" filan değil. Dolayısıyla Bush'dan "tırnaksız" bir biçimde Başkan Bush diye babalarının başkanıymış gibi söz edenlerin tavrını gazetecilik açısından da doğru bulmuyoruz) "Let's go" diyerek başlattığı bu "Şok ve dehşet bombardımanı" hakkında dünyayı bilgilendirmek amacıyla kendisi bizzat bir gazete çıkartsaydı 22 Mart tarihli Hürriyet'in yakaladığı "performansı" yakalıyabilir miydi, doğrusu çok şüpheli... Yani o derece "ham", o derece "taraflı", o derece "insafsız", o derece "yalancı", o derece "immoral" (....) bir sayıyla karşı karşıyayız.

* * *

22 Mart tarihli Hürriyet "zafer şarhoşluğu" içinde o derece kendisinden geçmiş ki, altında "Türkiye Türklerindir" ırkçı ifadesinin yer aldığı Türk bayrağı ve Atatürk'ün resminden oluşan logosunun hemen üzerine bir Amerikan askerinin Irak bayrağını indirip yerine Amerikan bayrağını çekişini görüntüleyen fotoğrafı yerleştirmiş.

İlginç bir buluş doğrusu. Ortaya şöyle bir manzara çıkmış: "Türkiye Türklerindir" / "Irak Amerikalılarındır".

* * *

Hürriyet'in başsayfasında yer alan bir fotoğrafta Saddam'ın sarayının isabet eden bir bomba sonucu yanmakta olduğunu görüyoruz. Gazete fotoğrafın üzerine şu etiketi yapıştırmış: "İŞTE BÜTÜN BOMBALARIN ANASI".

Söyleyin; üzerinden alevler yükselen bir Bağdat fotoğrafının üzerine bu derece "immoral" bir etiketi yapıştırmak dünya basınında Hürriyet'ten başka hangi gazeteye nasip olmuştur? "MOAB" olarak bilinen bu dehşet saçan bombanın niçin illâki "ana" figürüyle birlikte anıldığını da siz sorgulayın...

* * *

Gazete aklını "bayrak" meselesine çok kötü takmış olacak ki, 20. sayfada bu konuya tekrar dönüyor: "Bayrağı diktiler". Evet evet, gazeteyi bu derece heyecanlandıran basbayağı Amerikan bayrağı...

* * *

Hürriyet ABD ordusunun moralinin düşmemesine de gayret ediyor. İşte bir örnek: "Kazada 12 ölü / Bir Chinook tipi helikopter arıza nedeneyle düştü." Yani gazete demek ister ki: "Endişe etmeyin; helikopteri Iraklılar düşürmedi, sadece bir arıza!"

* * *

"Düşman yardımı": Amerikan deniz piyadelerinin ne kadar merhametli oldukların ispatlayan iki fotoğrafla birlikte: "ABD'li askerler, ellerini kelepçeledikleri bir Irak askerine önce su verdi ardından da yaralarıyla ilgilendi."

* * *

Biraz da "magazin": " 'Bıyık bırak' emri"(!) ABD'li ve İngiliz komutanlar Irak topraklarına girecek askerlerine "Bıyık bırakın" emri vermiş. Gazete "Emrin verilmesinde psikolojik savaş uzmanlarının tavsiyeleri etkili oldu" diyor. Peki niçin "bıyık bırakma"? Çünkü "uzmanlara göre, Arap kültüründe bıyık, erkeklik sembolü ve Iraklı komutanlar teslim olmaya ikna edilme aşamasında karşılarında bıyıklı komutan görmek ister. " (!)

* * *

"Magazin"e devam: "Eller yukarı!" Merak etmeyin asker ya da subay esir alınmıyor. Hepsi hepsi bir Amerikalı askerin can sıkıntısından dolayı tankının üzerine astığı göğüslerini elleriyle kapamış olan kapak kızını teslim alması durumu...

İşte böyle.... "Bütün bombaların anası"nın Bağdat üzerinde patladığı, ortalığın kan gölüne döndüğü bir günde ülkemizin en büyük gazetesinin bir "karargâh" bülteninden farkı yok...

Karşınızda General Tommy Franks!

"Savaşın ayak sesleriyle birlikte" ünlü haber dergileri Time, Newsweek ve L'Express, "Irak'a Özgürlük Operasyonu"nun başkomutanı General Tommy Franks'i kapak konusu yapınca Hürriyet gazetesi de dayanamayıp generale bir tam sayfa ayırmış. Kolayca tahmin edebileceğiniz içerekli bir tanıtım sayfası bu... Söz konusu haber dergilerinden naklen de olsa, Hürriyet de generali yere göğe sığdıramıyor.

General hakkında epeyce bilgi verilen bu "haber"de bizim ilgimizi en çok şu satırlar çekti: Franks'in eşi "Cathy" her generali her şu sözlerle uğurluyormuş:

"Git ve demokrasi için dünyayı daha güvenli hale getir."(!)

Milliyet modelin adını koydu: "Osmanlı modeli"(!)

Irak savaşıyla "Osmanlı"yı ilişkilendirmek artık âdetten oldu... Bildiğiniz gibi bu ilişkilendirme asıl olarak Irak'ın yüzyıllarca nasıl "Osmanlı" idaresi altında bulunduğunu hatırlatan yazılarda karşımıza çıkıyor. Bu hatırlatmayı yapanların bir bölümü bu "tarih"ten hareket ederek Türkiye'nin bu bölgede tekrar "tarih yazması" gerektiğini de vurguluyorlar. Hani bir bakıma şu ünlü "masaya oturmak" meselesi...

Milliyet gazetesinin Irak savaşı bağlamında "Osmanlı"yı hatırlaması daha değişik. Gazete "Irak'a Osmanlı modeli" başlığı altında Irak'ın savaş sonrasında nasıl yönetileceğini özetlemekle yetinmiş. General Tommy Franks komutasındaki yeni yönetim ülkeyi "Osmanlıdan esinlenerek" yönetecekmiş.. Yani şöyle bir "esinlenme": "Önemli merkezler çevresinde idari bölgelere ayırma." Hepsi bundan ibaret!

Tahmin ettiğiniz gibi General Franks, ya da başka bir Amerikalı ya da İngiliz generalin "Osmanlı modeli"nden filan söz ettiği yok. Bu ilişkiyi kuran Milliyet Dış Haberler Servisi'nden başkası değil...

Milliyet'in "haberi" yararlı olmasına yararlı da önemli bir eksiği var: Biz onların yerinde olsaydık, gazetenin çizerine karşımızda kafasında kavuğuyla bizi seyreden bir general Franks resmi de ısmarlardık...

'Hey, bu sandviçin mayonezi nerede?'

Radikal'den İsmet Berkan "Oturma odasında savaş seyretmek" başlıklı yazısında (22 Mart), Bağdat'ın bombalanmasını televizyon ekranında izleyen dünyalıların (Iraklı'lar hariç) halini güzel özetlemiş: "Savaş, bütün acımasızlığı ve ölümcüllüğüyle evimizin oturma odasına girmişti işte. Elimizde çay bardağı, insanların ölümünü izliyorduk ifadesiz suratlarla."

Berkan, bu "seyir" açısından Körfez Savaşı'ndan on yıl sonra gelinen farklı noktayı da şöyle anlatıyor: "1991 Körfez savaşı böyle değildi. Ne bir savaş bölgesini görmüştük, ne de gerçek bir çatışmaya tanık olmuştuk. Tek gördüğümüz, bir füzenin ya da bombanın kamerasından çekilmiş isabet görüntüleriydi. Şimdi öyle değil. Aylar önceden gazeteciler her yere yerleştiler. Aylar önceden propaganda savaşına girişildi. Ve şimdi, her şeyi olduğu anda görüyoruz. Oturma odamızda, ifadesiz suratlarla insanların ölmesini izliyoruz."

Bana göre de, Körfez Savaşı'ndakine kıyasla bugünkü "seyir"in ortaya daha hayırlı sonuçlar çıkaracağını ileri sürmek yanlış değil. Bağdat'a tonlarca bombanın yağdığına şahit olanların savaşa dair düşünceleri ve duyguları muhakkak ki, onbinlerce insanın kuma gömüldüğüne şahit olamamış televizyon seyircilerinin duygu ve düşüncelerinden farklı olacak. Hani bir bakıma illâki bir benzetme yapmak gerekirse, eskinin kansız kovboy filmlerinin ve mesela Vietnam savaşı üzerine çekilmiş oldukça gerçekçi filmlerin izleyicilerinin savaş hakkındaki izlenimlerinin arasındaki fark gibi...

Ama belki "İnsanoğlu herşeye olduğu gibi buna da alışıyor" diyeceksiniz. Eğer öyleyse, haksız da sayılmazsınız hani. İnsanoğlu için iyilik gibi kötülüğün de sınırı yok... Misal mi istiyorsunuz; açın bakın savaş haberleriyle dolu televizyon kanallarını ya da gazeteleri... Kimilerinin Bağdat üzerinde patlayan bombalardan neredeyse "şehvetle" söz ettiğine şahit olmuyor musunuz?

Bu çerçevede bir de "insanlık"la "gerçekliği" bir arada yürütmeye çalışlanlar var. 22 Mart tarihli Milliyet gazetesi de bunlardan birisi olarak karşımızda. Gazete birinci sayfasının "Ölüm yağdı / Zavallı Bağdat" şeklindeki gerçekten iç paralayıcı manşetinden arta kalan yere bakın hangi reklamı yerleştirmiş: "TAMEK / Hey, bu sandviçin mayonezi nerde?" Anlaşılan o ki, eloğlunun "politik olarak doğru" diye adlandırdığı ve biz insanlara aşmamamız gereken sınırların işaret edildiği bir "ahlaki" kural ne Milliyet'in, ve de bu arada tabii ki TAMEK'in reklam işleriyle uğraşan kuruluşunun yanından bile geçmemiş.

Ne kadar güzel bir birliktelik değil mi? "Zavallı Bağdat- Hey, bu sandviçin mayonezi nerede?"

Zeynel Lüle'yi "şok"a sokan sözler...

Hürriyet'in Brüksel muhabiri Zeynel Lüle'yi tanıyorsunuzdur. Hani Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını, karar açıklanmadan bir hafta on gün içinde Hürriyet'e yetiştiren ve gazetesinin de bu "öngörü"yü iftiharla "Zeynel Lüle ne dediyse o oluyor!" şeklinde takdim ettiği muhabir.

Kronik Medya'ya da konu olmuştu; Lüle, Abdullah Öcalan davasının kararını doğru olarak "öngörememiş"ti ama, olsun bu kadar kusur....

Lüle, Brüksel'den yeni bir haber geçmiş: "AB'ye göre Kemalizm Türkiye'nin yolunu tıkıyor".

Lüle'nin "Yeni raporda şok sözler" olarak aktardığı bu sözler, Avrupa Parlamentosu'nda "Türkiye'nin Avrupa üyeliği" konulu bir raporda yer alıyormuş. Raporun yazarı Avrupa Parlamentosu'nun Hollandalı Hıristiyan Demokrat Grubu üyesi Arie Oostlander'miş. Avrupa Parlamentosu'nun "Türkiye raportörü"ymüş.

Raporun tamamı elimizde olmadığından (sahi, bu tür "raporlar"ın hiç değilse önemli bölümleri gazetelerimiz tarafından Türkçe'ye çevrilip niçin yayımlanmaz), Oostlander'in nelerden söz ettiğini Lüle'nin haberinden takip edeceğiz:

Oostlander, söz konusu raporunda Türkiye Devleti'nin "Kemalizm"le olan ilişkisini belirtmiş. Anlaşıldığı kadarıyla Hollandalı parlamenterin öyle "hakaretamiz" konuştuğu filan da yok. "Kemalizm"in devlet üzerinde nasıl etkili olduğunu; Türk milliyetçiliğini nasıl körüklediğini; nasıl "dine karşı esnek olmayan bir tavır yarattığını" filan anlatıyor. Oostlander bu arada Kemalizm-Anayasa ilişkisi üzerine de bir şeyler söylemiş ki, bize soracak olursanız hiç de haksız değil. Lüle'nin haber metninde bu bölüm şöyle: "Hollandalı raportör, Türkiye'de Kemalizm'in esas alanmadığı yeni bir anayasaya ihtiyaç bilindiğini belirterek..." İşte Hürriyet'in "şok sözler" diye takdim ettiği sözler de bunlar zaten...

Şimdi birlikte düşünelim: Avrupa Birliği'ne katılmak isteyen bir Türkiye'nin anayasasını da demokratik ülkelerin anayasalarında olduğu gibi "özel" bir takım referanslardan arındırması gerekmez mi? Bunun istenmesi niçin "şok sözler" olsun?

Hürriyet'in Brüksel muhabiri, AB üyesi bir devletin anayasasında benzer bir referansla karşılaşmış mı?

"Siyasetçi zümresi"ni dışarıda bırakan büyük reform!

Akşam'dan Çoşkun Kırca'yı takip etmek hemen her zaman "asap bozucu" olsa da, 21 Mart tarihli şu "tahlil"i kaçırmayın istedik:

"Irak konusunda AKP içinde yaşanan diretme ve tereddütlerin bu partinin köktendinci inançlarından doğduğu açıktır. (...) CHP'nin tutumu da fecidir. Bu parti, bir ilkel solculuğun bıkkınlık veren içi boş sloganlarına sarılmak suretiyle, devlet idaresine aday olabilmekten gitgide çıkıyor. CHP'nin en büyük yanlışı, Amerika'yı Türkiye'deki tek muhatap olarak kökdendincilerle baş başa bırakmaktadır. "

Bitmedi; siz asıl büyük "reform"un nasıl kotarılacağına dair şu cümlelere bakın:

"Artık iyice anlaşılıyor ki siyasi sistemimiz tamamıyla yozlaşmıştır. Bu siyasi sistem Cumhuriyet'in değişmez ve kaldırılmaz tüm nitelik ve ilkelerini hâkim kılmak amacıyla köklü şekilde bir an önce düzeltilmezse ülkemizi her alanda gitgide artacak bunalımlar bekliyor. Böyle bir reformu siyasetçi zümresi başaramaz. Ne var ki bu reform bir an önce başarılmalıdır."

Görüyorsunuz, lafı uzatmaya gerek yok; Çoşkun Kırca açıkça "siyasetçi zümresi"nin dışarıda tutulduğu bir "reform"un hayalini kurmaktadır... Yani işin aslı, Kırca "malûm kuvvetler"e üstü kapalı (?) çağrı yapmaktadır...

Kırca'yı az da olsa tanıyanlar açısından bu "hayal" hiç de hayalkırıcı değil. Peki ya Akşam gazetesi, bu "hayal"de onun hiç mi rolü, sorumluluğu yok? Ve tabii şu soru: Genel yayın yönetmeni tarafından ballandıra ballandıra anlatılan bir gazetenin "çoğulcu parlamenter rejim"den hiç mi hiç haz etmeyen bir köşeyazarına "tolere" etmesi de "çoğulculuğun" bir icabı mıdır?

Hadi diyelim ki Serdar Turgut'u anladık; "siyasetçi zümresi"nden o da hiç hazetmemesine rağmen hiç değilse okurları eğlendirmeyi biliyor... Peki ya bu yöndeki "soğuk ideolojisi"ni her zaman en soğuk tarafından açıklayan Kırca?

Akşam'ın "Kimse yazmasa da Akşam'da var" sloganı yalan değilmiş. Akşam'da gerçekten de artık kimsenin yazmadığı-yazamadığı türden yazılar var...


23 Mart 2003
Pazar
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED