AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Ölmeye direnmek

Süper Baba dizisinin ölümden geri döndürülen kadın kahramanından bu yana, önce filmlerde başlayıp, sonra yaşadığımız hayata sıçrayan postmodern bir ölüm telakkisi içindeyiz. Ölüm telakkimizin ne kadar değişmiş olduğunu en iyi anlatan durum geçtiğimiz hafta hemen hemen her köşe yazarının bir şekilde satırlarına konu olan Zincirlikuyu Mezarlığı'nın kapısına yazılan ayet-i kerime idi: "Her canlı ölümü tadacaktır."

Sıkışan trafikte gözü bu yazıya takılan bazı köşe yazarları hayat enerjilerini ve yaşama sevinçlerini birkaç saniyeliğine de olsa ertelediği için, ayet-i kerime olduğunu bilmedikleri kapıdaki yazıya karşı öfkelerini dile getirdiler.

Ölüm telakkisi önce dizilerde değişti. Süper Baba'da mahalle sakinleri ölüm yatağında yatan kahramanı el ele tutuşarak oluşturdukları "pozitif enerji" ile hayata döndürdüler. İkinci Bahar'ın dedesi son nefesinde kelime-i şahadet ve dualarla değil, bir türkü ile uğurlandı.

Eski Türk filmlerinde ölmeden önce son bir gayret ile getirilen kelime-i şahadet ve ruhu teslim ettiğinin işareti olan, başın yavaşça yana düşmesi film karelerinin epey uzağında. Gariptir filmlere uzak olan her şey hayata da uzak sayılıyor. O kadar ki, zaman zaman "dinci kanal" suçlamalarına muhatap olan Kanal 7 bile, trafik kazası geçirmiş olan bir yaralıya kelime-i şahadet getirten imamı haber yaptı. "Yaralının ölmeye hiç niyeti yoktu" ibaresiyle tamamlanan haberde, imamın "yanlış davranışı" defaatle vurgulandı. Haberin dili kelime-i şahadeti sadece ölmek isteyenlerin söyleyeceği bir cümle haline getirmesi bakımından dinin, "dinci" kanalda geçirmekte olduğu değişimi anlatan en çarpıcı durum.

Ölümü karşılayış biçimleri Türk toplumunun zihniyetindeki değişimi çok hızlı bir şekilde veriyor. Ölüm törenleri, seküler ritüellere dönüştüğünde üzerine tekrar tekrar yazı yazılacak kadar "sıra dışı" bulunmuyor. Seküler törenler, olması gerektiği için olan durumlar olarak değerlendirilirken, dini törenler ufak bir dokunuşla "irtica" tehdidine dönüşebiliyor.

80 öncesi her kesim kör kurşunlarla yitirdiği kahramanı için slogan atar onu "Şehit " mertebesine yükseltirdi. Sloganlar çekilirken terörün en şiddetli çehresi altında öldürülen Uğur Mumcu'nun cenaze töreniyle birlikte merhumu uğurlamak alkışların ritmine bırakıldı. Gittikçe dilini kaybeden Türk halkı ve aydınları sevinse de alkışlamaya, öfkelense de alkışlamaya başladı.O kadar ki Cenk Koray kendi cenazesinde alkışların olmaması için vasiyet etmek durumunda kaldı. Vasiyetler sadece alkışlanmamak üzere değildi. Tam tersine keman eşliğinde ahirete intikal etmek isteyenler de oldu. Mesela Çelik Gülersoy'un ardından vasiyeti üzerine keman çalındı. Bir dağcının (ismini hatırlayamadığım için özür diliyorum) mezarına ağabeyi ve arkadaşları tarafından şarap döküldü.

Erdoğan Gönül'ün cenazesi için ilk arabaları getirtildi.

Bunlar üzerine İslami kesim yazı yazmadı. İslam'da ölüm ve cenaze adabı üzerine kalem oynatmadı. 28 Şubat sürecinden bu yana İslami kesim "Benim dinim bana" ayet-i kerimesine uygun davranıyor. İslami kesim geri çekildikçe; seküler hayat tarzının kendisini din olarak algılayıp kutsaması da giderek hızlanıyor. İslami kesim "benim dinim bana' derken karşı taraf benim dinim de sana dayatması yapıyor. Müslüman bir ülkede mezarlık kapısına yazılmış olan ayet-i kerimeye karşı çıkmak, hayat enerjisini azaltıcı bir unsur olarak bakmak başka nasıl yorumlanabilir?

"Her canlı ölümü tadacaktır" ibaresinin köşe yazarlarında bu derece infial uyandırmış olmasının bir başka sebebi de, ölüm paydasında eşitlenmeye itiraz. Ölüm paydasında eşitlenmeye ne kadar karşı olunduğunu, birkaç ay önce halk otobüsünün altında can veren Ercan Arıklı'nın ardından yazılmış yazılarda olanca berraklığı içinde görmek mümkün. Arıklı'nın ölmesinden ziyade, ölüm biçimi üzdü meslektaşlarını. "Bir kadının kollarında ölecekken, rakip bir derginin ulaşmış olduğu tiraja kalbi dayanamayarak ölecekken..." bir halk otobüsünün altında hayatını kaybetmek...

Öldü, can verdi, vefat etti yerine kullanılan kelime, hayatını kaybetti. Kaybetmenin çağrışımı ölmenin çağrışımından daha yumuşak geliyor çünkü. Kaybetmek ahireti çağrıştırmıyor. Kaybedilenler kazanılabilir. Zaten kaybettiğine göre yaşadıklarından sınanması ise hiç akla gelmiyor.


25 Temmuz 2003
Cuma
 
FATMA K. BARBAROSOĞLU


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED