AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

D Ü Ş Ü N C E    G Ü N L Ü Ğ Ü
Hz. Ali ve türbesi neyi ifade ediyor?

Kendini Müslüman hisseden herkes, bu işgale bütün takati ile direnmezse, İslam tarihinin en büyük gafletini işleyecektir. Zira Hz. Ali (r.a.) sadece Şiilerin değil, tüm Müslümanların kadim sembolü, evrensel düzeyde tüm insanlığın ortak değeridir.

Tüm dinlerde çoğunlukla sembolik olduğu gibi, inananların gerçek dünyasında dinamizm, aşk, heyecan, cesaret, adalet, ilim, irfan, teslimiyet ve nihayet şehadet olgularını sembolize eden tarihi şahsiyetler vardır ki, sembol olma özelliğini her dönem devam ettirirler. Bundan dolayı bir dinin müntesipleri için, hatta herhangi bir medeniyet ve beşeri doktrinler için bile sembollerin vazgeçilmez bir anlamı ve toplumlarda icra ettiği sosyo-politik, sosyo,psikolojik fonksiyelliği vardır. İşte tarihi bir şahsiyet olarak Peygamber (s.a.v.)'den sonra en büyük sembol isim ve prototip, nümune-i imtisal tartışmasız Hz Ali (r.a.)'dir. Elbette İslam medeniyetinin sembol isimleri Hz. Ali ile sınırlı değildir hatta saymakla bitmez, ancak Hz Ali (r.a)'nin İslam tarihi ve peygamberimizin nezdindeki merkezi konumu İslam tarihindeki hiçbir sembol isme nasip olmamıştır. Öyle ki, o çocuklardan ilk Müslüman, kendi özgür iradesi ile İslam'ı seçmiş karakter ve şahsiyetine hiç şirk bulaşmadan Peygamber'in rahle-i tedrisinden geçmiş, Bedir'de Uhud'da, Hendek'te, Hayber'de hemen hemen her savaşa katılmış "Allah'ın Aslanı, İlmin Kapısı, Şehitlerin Efendisi, Peygamberimiz'in sevgili torunu, tüm mazlum ve hakka inanlar için direnişin sembolü Hz.Hüseyn'in babası. "Ali'yi seven şüphesiz beni sever. Harun Musa için ne ise Ali de benim için aynıdır" şeklinde onlarca hadisin övgüsüne mahzar olmuş Hz Ali (r.a).

Bundan dolayıdır ki, Şii-Sünni ayrımı yapmadan -ki bu ayrım emperyalistlerin ve İslam düşmanlarının körüklediği, derinleştirmeye çalıştığı bir olgudur- Hz Ali (r.a.) her Müslüman'ın muhayyilesinde inandığı gibi yaşamanın, adaletin, ilmin, irfanın, cesaretin, teslimiyetin, hak adına kahramanca savaşmanın, özgürce yaşamanın, her halükârda zulme, baskıya, sömürüye başkaldırmanın, velhasıl Allah adına şehit olmanın derin anlam ve kavram çerçevelerini sembolize eder. Bu noktada hiçbir bilinçli Müslüman Hz. Ali nin ( r.a.) bu mümeyyiz vasfına itiraz edemez, hatta itiraz ederse imanından şüphe edilir. Fakat şimdi siyonist stratejisyenlerin akıl hocalığı yaptığı ABD sanki Hz. Ali (r.a)'den Hayber fethinin intikamını alırcasına onun türbesini kuşatarak Müslümanların tepkisini denemektedir. Maalesef İslam dünyası bu soysuz saldırıya tepkisiz kalarak kendi kutsallarına ne kadar yabancılaştıklarını göstermiştir. Halbuki damarında zerre kadar imanı olan her Müslüman'ın tepki göstermesi gereken bu meşum kuşatmanın başarıya ulaşması, sonun başlangıcı olacaktır.

Unutulmamalıdır ki, Hz Ali'nin türbesinin işgal edilme teşebbüsüne tepki göstermeyen ümmet yarın Kâbe'nin, Ravza-yı Mutahhara'nın kuşatılmasına da seyirci kalacaktır. Tüm Müslümanlar şunu bilmelidir ki, bugün Hz. Ali'nin türbesine bomba yağdıran, mü'min kadınların ırzına geçen, her türlü işkenceyi yapan ABD, yarın 'Büyük Ortadoğu Projesi' denilen İslam dünyasını tutsak etme ve köleleştirme programı adına Mekke'ye, Medine'ye, Tahran'a, İstanbul'a, Hartum'a, Kahire'ye, Kudüs'e gerekli gördüğü her İslam coğrafyasına bomba yağdıracaktır.

Artık ortalıkta hacı, hoca, derviş, alim, aydın, akademisyen, yazar, sanatçı, ne kadar zevat varsa dillerini, kalemlerini eğirip bükmeden, birtakım hiçbir çıkar hesapları yapmadan, gerçeği haykırıp topluma öncülük etmeleri, insan olmalarının ve kendi varoluşlarnın bir gereğidir. Aksi takdirde ABD öncülüğündeki bu çürütücü ve öldürücü kuşatma, sadece İslam dünyasındaki direnişçi Müslümanları değil, bu coğrafyada yaşayan fakat İslam'a inanmayan işbirlikçi güçleri ve iktidarları da tarihin karanlıklarına gömecektir. Zaten bugün ABD de iktidarda olan Evangelist-siyonist ittifak kendi inançlarına göre kilisenin kutsal topraklarının bulunduğu Türkiye dahil tüm İslam dünyası ya kendi istekleri ile ya da, Haçlı seferleri ve Irak'ın işgalinde olduğu gibi, vahşice katledilerek Hristiyanlaştırılacaktır.

  • DR. LÜTFÜ ÖZŞAHİN / DİNLER TARİHİ UZM.


  • GAZETECİ POLİTİK BİYOGRAFİLER YAZARSA...
    Virgül Dergisi'nin Temmuz-Ağustos sayısında, Leyla İpekçi "Bir Komplo Olarak Tarih" başlıklı yazısında, Bakış Yayınları'ndan Ekim 2002'de yayınlanan "İsmail Cem ve İpekçiler" kitabıma atıfta bulunarak haksız yargılarda bulunuyor. Bunda son yıllarda gündeme gelen 'Sabetaycılık' tartışmalarının rolü olsa gerek. Kitabım 'Sabetaycılık' üzerine yazılmış bir kitap değil. 'Sabetaycılık' üzerine ne düşündüğümü www.dergibi.com'da, "Dönmeler' yahut 'Sabetaycılık' Tartışmalarına Bir Katkı Denemesi - I-II" başlıklı makalelerde dile getirdim, bu nedenle tekrar etmeyeceğim. Kitabım, İsmail Cem odaklı İpekçi ailesini konu alıyor. İsmail Cem TRT Genel Müdürlüğü, Dışişleri ve Kültür Bakanlığı yapmış bir siyaset adamı. Dışişleri Bakanlığı sırasında, içinde yer aldığı proje başarılı olsaydı Başbakan olacağına kesin gözüyle bakılan bir siyasetçi. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde dahi ismi telafuz edilen Cem'in aydın, gazeteci ve sanat adamlığına da yer ayırdığım kitapta aile bağlarına yer verdim. Siyasetçilerin aile bağları ve onların iş bağlantıları haklı-haksız gazetecilerin ilgi alanı içerinde olmuştur. Ben sadece Yahya Demirel, Murat Demirel ve Turgut Yılmaz'ın adlarını vermekle yetineceğim. Kitabı okuyanlar ayrıca, İpekçi ailesiyle bağlantılı olarak sinema, müzik, tiyatro, opera, basın, spor, TRT, Bektaşilik olmak üzere yakın tarihimizin çeşitli renklerine rastlayacaklardır. Kitabımda 'Sabetaycılık'a girilmemeye çalışıldı. Girildiği ölçülerde piyasa tartışmalarının dışında kalmaya özen gösterildi.

    Yazdığım her satırın kaynağı var

    Leyla İpekçi, Virgül'deki yazısında şöyle yazmış: "Bu ülkede savaş karşıtlarından eşcinsellere, pek çok 'tehlikeli' topluluk , riskleri göze alarak kendi durdukları noktayı savunabiliyor. Peki savunulacak bir hakikati olmayanlar ne yapsın? Soranlara tek bir şey söylüyordum artık: Yoktuk, var ediyorlar! Bu var edilme işlemi İpekçi'lerin mahremini araştıran çok satacak 'kim kimdir' odaklı kitaplarla da destekleniyordu. Mesela İsmal Cem üzerine yazılmış İpekçiler ve İsmail Cem adlı kitap. Burada ismimim, cismimim, kocamın isminin, ne iş yaptığımızın vesaire zikredilmesinin, bizlere bölümler ayrılmasının, nasıl bir kamu hizmeti olduğunu anlayabilmiş değilim. İpekçiler asimile olmamışlar dense de, benim anne tarafım Erzincanlı olduğu halde, kitapta babamın son eşi olarak bilinen ve Selanik'le ilgisi olmayan bir hanım, benim Selanik Dönmesi annem oluvermiş! Arşivlere kaynak olarak geçecek bu kitabın 'gazeteci' yazarı Abdullah Muradoğlu, gerek benim hakkımda, gerek babam hakkında topladığı bilgilerde pekçok somut ve vahim hata yapmış. Tanımadıkları, siyasi ve dini görüşlerine hiç başvurmadıkları kişilerle kitap sayfalarını doldurmak araştırmacı gazeteciliğe nasıl bir katkı sağlıyor." Leyla Hanım, gazeteciliğimi tırnak içine almış. Ben kimsenin ne ödüllerini ne meslek hayatını tırnak içine almış değilim. Gazetecilik konusunda Leyla İpekçi'den ders alacak da değilim. Elbette gazeteciler de hata yaparlar, önemli olan kasten yapmamaktır. İlk başta söylemek gerekirse, ben İpekçi'lerin mahremine girmiş değilim. Yazdığım her satır yazılı kaynaklara(anı, biyografi, otobiyografi, söyleşi, makale, araştırma, haber vs. gibi) dayanmaktadır. Konuları itibariyle zengin bir kaynak çalışmasının ürünüdür. Kitabımın önsözünde, "İpekçi Ailesi'nin atalarının da içinde yer aldığı klan, Hıristiyan İspanya'da engizisyondan kurtularak, Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde kendine yeni bir varlık alanı açıyor. Aile, XVII. yüzyılda din değiştirmiş kadim bir topluluğun, Türk ve Müslüman toplumu içindeki mahrem macerasına da ışık tutuyor" dedim. Leyla İpekçi'nin "İpekçilerin mahremini araştıran" dediği şey bu. Ben burada "mahrem" kelimesiyle aile bireylerinin özel hayatlarını kastetmiş değilim. Kastettiğim, İpekçi ailesinin, Osmanlı döneminden kalma pekçok önemli aileden çok daha farklı, çok daha özel bir macerası olduğu idi. "İsmail Cem ve İpekçiler"den önce Cumhurbaşkanı A.Necdet Sezer, Kemal Derviş ve Üzeyir Garih'le ilgili 3 kitap yazdım. Dört kitabım tarz olarak aşağı yukarı aynıdır. Dolayısıyla, İsmail Cem'i konu alan bir kitap yazmamda gizli hiçbir kastım yok. Kitap, Cem'in yıldızının parladığı dönemde kaleme alındı. Hepsi bu. Kitabımın çok satmasını elbette isterdim, maalesef içinde komplo teorilerinin, bol soru işaretlerinin yer almadığı kitapların şansı yok. Kitabım 3 baskı olmak üzere 3 bin adet basıldı. Virgül okurları için bir şey daha söylemeliyim, İpekçi'nin yukarıda alıntıladığım, benimle ilgili satırlara kadar olan bölümüne genel olarak katılırım. Benimle ilgili kısma gelince, bu düpedüz haksızlık. Bir iki bilgi hatası var diye kitabı "Bir komplo olarak tarih" kategorisine sokması doğru değil.

    Nail Keçili-İpekçi ihtilafını bilmiyordum

    Öte yandan ben kitabımda, ne Leyla İpekçi'nin ne de babası A.Üstün İpekçi'nin siyasi ve dini görüşleriyle ilgili olarak tek cümle yazmadım. Bunu nereden çıkardı, bilmiyorum. Bu nedenle neye, neden başvurmam gerektiğini anlamış değilim. Kitabımda A. Üstün İpekçi'ye ayrılan yer topu topu 11 satırdır. Leyla İpekçi, hem kendisi hem babası hakkında vahim ve somut hatalar yaptığımdan söz ediyor, ama bunların ne olduğunu açıklamıyor. Okurun kafasında bir kuşku olmaması için, en iyisi ben açıklayayım. Leyla İpekçi, sözkonusu kitabımı yayımladıktan bir süre sonra beni aradı, bazı bilgi hatalarından söz etti, ben de bu hataları kitabımın yeni baskısında düzelteceğimi söyledim. Kitabımın yeni baskısı yapılmadığı için henüz düzeltme imkanı bulamadım. Leyla İpekçi'nin somut ve vahim hata dediği, kitabımda A. Üstün İpekçi'nin Nail Keçili'nin yakın dostu olduğunu yazmış olmam. Leyla Hanım babasının Nail Keçili ile dost olarak gösterilmesinden ailece büyük rahatsızlık duyduklarını belirtti. Oysa kitabımda Nail Keçili'den sadece ünlü reklamcı olarak söz ettim. Keçili'ye yapılan suçlamalardan, iddialardan, tutuklanmasından dahi söz etmedim. Leyla Hanım, babasının Nail Keçili ile çok kötü bir şekilde ayrıldığını, Üstün Bey'in son günlerine kadar Keçili'yi affetmediğini ifade etti. Ben tabii, kamuoyuna yansımayan bu olay hakkında bilgi sahibi değilim. Çünkü kitabımın odak noktası Ali Üstün İpekçi değildi. Ama Üstün İpekçi'nin, Nail Keçili gibi siyaset ve reklam dünyasının önemli isimlerinden biriyle uzun yıllar çalıştığını zikretmeden geçemezdim. Keçili siyaset dünyasından pekçok ünlü isimle iş yapmış birisi. Bu bakımdan iş bağlantıları bir gazetecinin ilgi alanı içerisindedir. Üstün İpekçi ile Nail Keçili neden kavgalı ve küslermiş, buna cevap verecek olan İpekçi ailesi ve Nail Keçili'dir. Ali Üstün İpekçi, Keçili'yle sadece Cen Ajans Reklamcılık A.Ş'de birlikte çalışmamış, 1976'da kurulan ve1997'de tasfiye edilen CENPA Pazarlama Limited Şirketi'nde de ortaklık yapmış. 1997'deki tasfiye kayıtlarında, Nail Keçili, Ali İpekçi(aynı kişi ise), Cumhur Abacı ve Haluk Sezer'in ismi var. Üstün İpekçi'nin Keçili ile dost olduğunu uydurmuş değilim. Leyla Hanım'ın-sanırım-yazı işleri müdürü olarak çalıştığı dönemde, 28 Eylül 2000 tarihli Hürriyet'te Üstün İpekçi'nin vefatı dolayısıyla yayınlanan Cen Ajans'ın taziye ilanında-hem de15 kişi imzalamış- Üstün İpekçi, Nail Keçili'nin kadim dostu olarak zikredildi. Ben bu bilgiyi okurla paylaştım. Cen Ajans'ın taziye ilanı ile A. Üstün İpekçi'nin vefat ilanı sırt sırtaydı. Eğer İpekçi ailesi Keçili'nin ilanından rahatsız olduysa, neden Hürriyet'te yayımlanmasına rıza gösterdi ve neden kamuoyuna Üstün İpekçi ile Nail Keçili'nin dost olmadıklarını deklare etmek ihtiyacı duymadı? Üstün Bey ve ailesi Nail Keçili ile olan ihtilaflarını yakın çevrelerinden bile gizlemiş olacaklar ki, akrabaları Şamlı ailesinden Mehmet Ömer Şamlı, C. Mary Luxmoore Şamlı, A. Hikmet Şamlı, 1986'da Keçili'yle şirket kurmuşlar. Leyla İpekçi, babasının 1984 ya da 1985'de Keçili'yle ilişkisini bitirdiğini söylüyor. Yakın çevresi bile İpekçi-Keçili ihtilafını bilmezken ben nasıl haberdar olabilirdim ki? Leyla Hanım, kocasının ismini ve ne iş yaptığını zikretmemden de rahatsız olmuş. Türk sineması denildiğinde ilk akla gelen aile İpekçi ailesidir. Aile 1970'lerde sinema sektöründen çekildi. Bu nedenle aynı aileden Leyla Hanım'ın, sinema mesleğini seçmiş, bu alanda başarılı işler yapmış, ödüller almış biriyle evliliğinden söz etmek neden kusur olsun? Kocasının mesleği, yaptığı iş gizli değil ki.

    Selanikli olmak kusur değil

    Leyla Hanım'ın yönelttiği bir diğer suçlama Üstün İpekçi'nin eşi Vasfiye Sungu İpekçi'yi annesi olarak zikretmem. Meğer öz annesi değilmiş. Leyla Hanım'ın öz annesi, Üstün Bey'in ilk eşi Ayşe Serra Akıncı'ymış. Üstün İpekçi, Serra Hanım'dan sonra iki evlilik daha gerçekleştirmiş. Kendisine bu hatayı düzelteceğimi söyledim. Bu hata doğrudan benden kaynaklanmış değil. Üstün İpekçi'nin vefatı dolayısıyla ailenin Hürriyet'e verdiği ilanda Serra Hanım'ın ismi zikredilmedi. İlanda, A. Üstün İpekçi'nin eşi Vasfiye Sungu ve kızı Leyla İpekçi ismi yer aldı. Öte yandan 28 Eylül 2000 tarihli Milliyet'te "İpekçi Ailesi'nin acı günü" başlıklı haberde, "Uğradığı suikast sonucu hayatını kaybeden Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürü ve Başyazarı Abdi İpekçi'nin ağabeyi, yazar Leyla İpekçi'nin babası Ali Ü. İpekçi vefat etti. Vasfiye (Sungu) İpekçi'nin de eşi olan Galatasaray Divan Kurulu Üyesi, evli ve iki çocuk babası İpekçi'nin cenazesi, bugün Teşvikiye Camii'nde kılınacak öğle namazının ardından Zincirlikuyu Mezarlığı'nda toprağa verilecek" deniliyor. Dolayısıyla ölüm ilanı ve bu haberdeki bilgileri kullandım. Başka ölüm ilanları da oluyor, ama vefat eden kişi birden fazla evlilik gerçekleştirmişse ve bu eşler vefat etmişlerse, onların da isimleri zikrediliyor. Nitekim, kitabın yayınından sonra Üstün İpekçi'nin annesi Berşan İpekçi vefat ettiğinde, Hürriyet'e verilen ilanda Ayşe Serra Akıncı'nın da ismi zikredildi. 271 sayfalık kitabımda Leyla İpekçi ve ailesine ayrılan yer iki sayfa olduğundan bazı detayları atlamış olabilirim. Leyla Hanım, Vasfiye Sungu ve ailesini 'Selanikli' gösterdiğimi iddia ediyor. Bir kere Vasfiye Hanım için asla "Selanik dönmesi" demedim, böyle bir tabir bana yakışmaz. Üvey annesi hakkında bu tabiri kullanan Leyla İpekçi'nin kendisidir. Kitabımın 7. sayfasında kullandığım ibare aynen şöyledir: "İpekçi'lerin yine pekçoğu Selanik kökenli olan Şamlı'lar, Cezzar'lar, Aker'ler, Birol'lar, Mısırlı'lar, Tokay'lar, Sezerman'lar, Sungu'lar, Balcı'lar, Koyuncu'lar, Dilber'ler, Gerçel'ler, Öget'ler, Atam'lar gibi güçlü ailelerle akrabalık ve hısımlık bağları bulunuyor". Sungu ailesinin ve diğer bazı ailelerin Selanik kökenli olduklarını bilseydim, "pekçoğu" ibaresini kullanma gereği duymazdım. Öte yandan Selanikli olmak suç değil, bu ne övülecek ne yerilecek bir şeydir. Münevver Ayaşlı'nın tabiriyle "Geçelim".

    Amacım ne övmek, ne de yermek

    "İsmail Cem ve İpekçiler" kitabımda, kasten işlenmiş bir suç ve kusur yoktur. İpekçi'leri yazarken ucuz, aslı astarı olmayan, spekülatif iddialara yer vermedim, hiçbir zaman İpekçi'ler için Sabetayist ibaresi kullanmadım. Ben ne senaryo yazarıyım ne de olmayan şeyleri kurguluyorum. Leyla İpekçi'yi şahsen tanımam. Kendisi hakkında olumsuz bir tabir kullanmadım. Ama Leyla Hanım, birlikte çalıştığı, can ciğer kuzu sarması olduğu yakın arkadaşlarını bile bazı şeylere ikna edememiş ki, "Efendi" kitabıyla ilgili Radikal 2'de yazdığı yazıda yakınma gereği duymuş. Leyla Hanım'la ilgili olarak annesini karıştırmak dışında ne gibi somut ve vahim hata yaptığımı tespit edemedim. Birşey daha söylemeliyim, pekçok okurdan İsmail Cem portresinin gereğinden fazla objektif olduğu, adeta masum bir siyasi kişilik çizdiğim şeklinde eleştiriler aldım. Buna üzüldüğümü söyleyemem. Amacım ne övmek ne yermek. Elden geldiğince objektif olmaya çalıştım. Babam hakkında biyografi yazacak olsam, aynı şekilde davranırdım. Polisiye edebiyat ile ilgilenen biri olarak kurgu yapmaktan aciz değilim. Bu kitapta polisiye yapmamaya özen gösterdim. Hal böyleyken Leyla İpekçi'nin gereksiz yere beni hedef almasını anlayabilmiş değilim. Leyla İpekçi ile bu konuda tartışma sürdürmeyi de istemiyorum. Umarım bu son olur. NOT: Leyla İpekçi'nin şahsıma yönelik suçlamalarına karşı 'Cevap Hakkı' olarak hazırladığım bu yazıyı 23 Ağustos'ta Virgül dergisine gönderdim. Yetkililer, derginin yeni sayısını tamamladıkları gerekçesiyle yayınlayamayacaklarını bildirdiler. Bir sonraki sayıda değerlendirebileceklerini de belirtmediler. Bu nedenle Virgül okurlarından özür diliyorum.

  • ABDULLAH MURADOĞLU / GAZETECİ-YAZAR


  • Kazakistan Anayasası halkın bilinçli tercihidir
    Cumhurbaşkanı Nazarbayev: 'Anayasamız Kazakistan halkının bilinçli tercihidir. Bu seçime saygı duymak ve değer vermek gerekir.'

    Yeni Kazakistan Anayasası'nın halkoylaması ile kabul edildiği 30 Ağustos 1995 gününde de Kazakistan'da idim. Bu tarihi güne gelinceye kadar Kazakistan halkı, pekçoğunuzun ayrıntılarını bilmediği fevkalade zor dönemlerden geçti. Çünkü toplum ve yönetim, bırakınız anayasayı, halkoylamasını, demokrasinin adından söz edilmesinin bile yasaklı olduğu totaliter bir rejimin alışkanlıklarından gelmekte idi. Anayasanın kabulü için yapılan referanduma seçmenlerin % 90'ı katıldı ve katılanların % 89'u yeni anayasayı onayladı. Bu katılım ve bu kabul oranı vatandaşların izlenen çizgiyi uygun bulduklarının en açık göstergesidir.

    Kazakistan'da bu dönem içerisinde Anayasa'nın yanı sıra ideolojik özü pazar ekonomisine geçiş olan ve temelde ekonomik ve sosyal reformları, finans, bankacılık ve diğer iktisadi faaliyetlerle ilgili konuları kapsayan bir dizi kanun kabul edilmiştir. Bu düzenlemeler ile halkın güveni kazanılmış ve BDT'nin en iyi seviyedeki bankacılık sistemlerinden biri oluşturulmuştur. Ülkenin her tarafında açılan ticari bankalar ağı, özel girişimciliğin gelişmesinde belirleyici rol oynamıştır. Pazar ekonomisine geçiş elbette sancılı olmuştur. Reformların yükü tüm halkın omuzlarına binmiş, zorluklar hep birlikte yaşanmıştır. Ancak ülkenin geleceği için bu yoldan geçilmesi gerekmiştir. Yeni anayasanın uygulamada olduğu son sekiz yılda ülkede çok derin sosyo-ekonomik ve siyasi reformlar gerçekleştirilmiştir. Bu reformlar insanların psikolojisini değiştirmiş, SSCB'nin yıkılmasından önce ve sonra topluma hakim olan başkasının sırtından geçinmeci ve içe kapanık, korumacı ruh hali yavaş yavaş ortadan kalkmaya başlamıştır.

    Ülkenin sosyo-ekonomik ve siyasi kalkınmasına yönelik milli programın hayata geçirilmesiyle ilgili tüm sorumluluğu taşıyan hükümet başta olmak üzere, icra organlarının dikey olarak örgütlenmesi pekiştirilmiştir. Kazakistan, yeni anayasa ile öngörülen hukuk devletinin inşasına bundan böyle de azimle devam edecektir. Bu doğrultudaki en önemli görevlerden biri de ülkede anayasal düzenin ve yasaların hakim kılınmasıdır. Kazakistan'da sosyal ve ekonomik gelişmenin en önemli koşulu yasalara noksansız bir şekilde uyulmasının sağlanmasıdır.

    Bağımsız Kazakistan Cumhuriyeti'nin yeni anayasası ile ilgili değerlendirmemizi, Cumhurbaşkanı N. Nazarbayev'in aynı konudaki şu veciz sözleri ile noktalamak isterim: "Anayasamız Kazakistan halkının bilinçli tercihidir. Bu seçime saygı duymak ve değer vermek gerekir. Anayasaya uygun olarak yaşamak, derslerini ve tecrübesini en iyi şekilde özümsememiz gereken en yüksek demokrasi okuludur."

  • AMANJOL JANKULİEV / KAZAKİSTAN ANK. B.ELÇİSİ



  • 30 Ağustos 2004
    Pazartesi
     


    Künye
    Temsilcilikler
    Abone Formu
    Mesaj Formu

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Çocuk
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED