|
|
'Diktatörler tramvayı'nda daha az demokrasi...
11 Eylül sonrası başlayan yeni süreç, sadece dünya güç dengelerinde değişimi değil, aynı zamanda küresel bir yeniden düzenleme olasılığını da gündeme getirmiş bulunuyor. Asıl korkutucu olan da bu. Çünkü yeni dünya düzeni, özgürlüklerin ve insan haklarının askıya alındığı yeni bir "savaş dönemi" ile birlikte inşa edilecek. Şimdiden ortaya çıkmaya başlayan sonuçlar gösteriyor ki, kurulacak yeni dünyada "daha az demokrasi" ile yetinmek zorunda kalacağız. Çünkü, yeni bir küresel düzenlemeyi idare edecek olan güçlerin gündeminde insan hakları değil, sadece savaş var. Peki kim düşünecek demokrasiyi? Yale'da aldığı "düşük" notlarla övünen George W. Bush mu? Hiç sanmam. O babası gibi "baskıcı ve yozlaşmış Suudi petrol şeyhleri"yle iyi anlaşan bir petrolcü. O, diktatör Kerimov'la iş tutarak "özgür" bir dünya kurabileceğine inanan "IQ fukarası" bir lider... O, Çeçenistan'da gerçekleştirdiği işkence, soykırım ve katliamlardan dolayı Miloseviç gibi Lahey'de yargılanmayı hakeden Putin'i "sütten çıkmış ak kaşık" olarak "savaş koalisyonu"na katan diktatörlerin yeni ortağı... Temple Üniversitesi Sosyoloji Profesörü Howard Winant, Afganistan'a karşı savaşla birlikte karşı karşıya kaldığımız yeni küresel düzenlemede parametreleri belirleyen liderlerin dünyayı felakete sürüklediğini belirtiyor. Howard Winant, Zmagazine'de yayımlanan yazısında Bush üzerinden yaptığı analizde önemli tesbitlerde bulunuyor: "Birleşmiş Milletler Irkçılıkla Mücadele Konferansı'nı kınayan o. George Bush'un ağzından dünyanın fakir ve ezilmiş halklarıyla ilgili bir kelime duydunuz mu? İsrail'in Batı Şeria ve Gazze'deki yerleşim birimlerinin uluslararası hukuka aykırı olduğunu hiç dile getirdi mi? Temiz suyu olmayan, çocuklarına eğitim veremeyen, sağlık kontrolü göremeyen, fakat IMF'ye, Wall Street'e, Washington'a, Londra'ya, Tokyo'ya, Zürih'e ağır borçlar ödeyen milyarlarca insan onu ilgilendiriyor mu?" Yeni küresel dünyayı böyle bir güç belirleyecek. Daha da önemlisi, bu savaşın, "Batılı" ve "Kuzeyli" olmayan ülkeleri demokrasinin nimetlerinden yoksun bırakmak için bir bahaneye dönüşmesidir. İşte tam da bu noktada, dünyaya yeni savaşlar armağan etmeyi değil, daha fazla demokrasi ve insan hakları götürmeyi tartışmalıyız. Ama bunun için kimsenin vakti yok. Özellikle de Türkiye gibi, uzun yıllar "demokrasi" ve "totalitarizim" arasında gidip gelen " az gelişmiş ülke" aydınları, "totaliter tramvaylara" binmekte pek aceleci davranıyorlar. Hatta savaşa karşı olanları, "Ladin'le aynı safta yer almak"la itham etmekten bile çekinmiyorlar. Ne talihsizliktir ki, aynı "liberal Talibanlar" Kerimov'la aynı tramvaya binmekte bir beis görmüyorlar. Müthiş bir "zihinsel fakirliğin ürünü" olan bu üçüncü sınıf "aydın taslakları", belki de hiçbir zaman nefret ve intikamdan kurulu savaşın "şeytani döngüsü"nün yeni bir demokrasi ve özgürlük dünyasını kuramayacağını göremeyecekler. Çünkü, John Le Carre'nin de belirttiği gibi, "Her şey bittiğinde hiçbir şey bitmemiş olacak." Ve savaş bitip herkes evine döndüğünde, gezegenimiz asla eskisi kadar bile "güvenli bir cennet" olmayacak. Bir gün mutlaka savaş bitecek ve muhtemelen de "zenginler klübü" evlerine zaferle dönecek, ama bize de, diktatörlerin itibarlarının yükseldiği berbat bir dünya bırakacaklar. Nitekim daha şimdiden, bütün dünyada "daha az demokrasi" ve "daha az insan hakları" için düğmeye basıldı bile... John Le Carre, The Sunday Times gazetesindeki makalesinde gelmekte olan "berbat" bir dünyanın işaretlerine dikkat çekiyor: "Telaş içinde polis ve istihbarat güçlerimizi ikiye katlayıp daha fazla yetkiyle donatıyoruz, yurttaşlık haklarını askıya alıyoruz, basın özgürlüğünü kısıtlıyoruz, haberleri makaslayıp gizli sansür uyguluyoruz, birbirimizi gözlemeye başlıyoruz ve en beteri de camilere saldırıyor, sokaklarımızda insan avına çıkıyoruz, sırf derilerinin renginden korktuğumuz için."
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |