|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Dünyanın en hareketli bölgeleri olan Balkanlar'ın ve Ortadoğu'nun yaşadığı sorunların, bu bölgelerde çözülemeyeceği çok açık. Balkanlar'a ait sorunları Balkanlar'da, Ortadoğu'ya ait sorunları Ortadoğu'da çözmeye çalışmak, çözüme girişen "irade"yi anında zayiat durumuna getirecek bir teşebbüs oluyor. Dünya "kriz noktaları"nı çözmek için yeni bir "stratejik paradigma"ya ihtiyaç duyuyor. Çok uzun zamandan beri yeni "stratejik paradigma"nın "siyasal mekan"ının "Avrasya" olacağı öngörülüyordu. 11 Eylül'den sonra ise bu "tescillendi". Avrasya, tüm kültürlerin, dinlerin, ve stratejik odakların "harman" yeri gibi. ABD'den AB'nin patronajını elinde tutan Almanya'ya, Rusya'dan Çin'e kadar dünyanın "siyasal kader"ini istihdam eden tüm güçler, Avrasya'daki hareketliliklerle kendi "geleceklerinin stratejilendirilmesi" arasında bire bir bağlar kurmuş durumdalar. 11 Eylül sonrasındaki gelişmeler ise küreselleşme ile Avrasya arasındaki ilişkiyi "kadersileştirmiştir". ABD'nin Özbekistan'da askeri güç bulundurmasının işaret ettiği ayrıksılık, dünyanın süper gücünün de Avrasya'yı sadece bir ileri karakol olarak görmediğini, göremeyeceğini ortaya koyuyor. Çin'in ve Rusya'nın dengelenmesinden, AB'nin stratejik yayılma politikalarına vaziyet etmeye; Hazar Havzası'nı kontrol etmekten, Pasifik Su Yolları'na hakim olmaya kadar bir dizi hayati dinamik, Avrasya'da bulunan "siyasal varlıklar"ın ne şekilde düzenleneceği ile kolkola girmiş durumda. Türkiye açısından ise Avrasya, sadece mekansal bir açılmayı değil, aynı zamanda "stratejik ufuk genişlemesi"ni işaret ediyor. Avrasya'nın yeni güç merkezi olarak belirdiği yıllardan beri, Türkiye kendiliğinden bir "kanat" ülkesi olmaktan çıktı ve "merkez" ülke haline geldi. Avrasya'dan Türkiye atılan bu "pas", sürekli olarak Türkiye tarafından orta yuvarlakta dolaştırılmak üzere kullanıldı. Bu pas ne reddediliyor, ne de bir sonuca ulaştırılmak üzere değerlendiriliyor. Bu kısırlıkta, Avrasya'ya dönük politikaların, "Enverland" patolojisini aşabilen bir konuma getirilememiş olması büyük rol oynuyor. Onun ötesinde ise Türki Cumhuriyetler'e "abilik" yapmak gibi "a-politik" yönelimlerden, bölgedeki statükonun korunmasına adanmaya kadar tüm "siyasetsiz siyaset" şemaları hakimiyetini sürdürüyor. Oysa, Avrasya'daki gelişmeler, Türkiye açısından küreselleşme ile kuracağı bağlantının gücünü ve sağlığını da belirleyecek bir öneme sahip. Küreselleşmenin şimdiye kadar olduğu gibi "neo-liberal politikaların güvenlik ihtiyaçlarına adanmış bir paradigma" ile yoluna devam edemeyeceği 11 Eylül sonrasının çıplak gerçeğidir. Küreselleşme konusunda dünya barışını koruyacak düzenlemelere gidilmesi zorunludur. Bunun için ortaya koyulacak yeniliklerin merkezi Avrasya'dır. Bu noktada Türkiye yeni bir güç merkezi olarak yükselmeye en yakın duran ülkelerin başında gelmektedir. Bütün mesele Türkiye'nin "siyasal aklı"nın bir paradigma değişikliğine ne derece müsait olduğu noktasında "düğümlenmektedir." Türkiye "Osmanlı hinterlandı"ndaki tabii etkinliğini Avrasya'da "temellendirmek" yoluyla, 11 Eylül sonrasının dünyasında etkinlik katsayısını yükseltmenin fırsatını yakaladı. Türkiye'nin Ortadoğu ve Balkanlar'da bir varlık gösterebilmesinin anahtarı da burada artık. Böylece Türkiye'nin küreselleşme ile kuracağı bağlantının "stratejik hat"tı tarih ve uluslararası siyaset tarafından belirlendi. Gerekli olan tek şey, Türkiye'nin kendi içindeki "siyasal daralma"yı aşma konusunda bir yönelime girmesidir. İçerdeki "siyasal daralma" aşılmadığı sürece Türkiye "olayların merkezindeki seyirci" konumundan çıkmayacaktır.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |