|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Önce Amerika'da herkesi şoke eden bir terör saldırısı yaşandı. Ardından ABD, Afganistan'da bir savaş başlattı. Afganistan'da başlatılan savaşın nerede duracağı ise henüz bilinmiyor. Bu olaylar nedeniyle dünyada da, Türkiye'de de hem retrospektif (geriye-dönük), hem de prospektif (geleceğe-dönük) tartışmalar yapılıyor. Ancak burada ilginç bir farklılık var: Dünyada, özellikle de ABD ve Avrupa ülkelerinde yapılan tartışmalar, bir yandan terörle nasıl savaşılacağı konusunda, öte yandan da terörün nedenleri veya kökenleri sorunu etrafında odaklanıyor. Türkiye'de ise sorun, Taliban-yanlılığı veya karşıtlığı; ya da ABD-yanlılığı veya karşıtlığı meselesine indirgendi ya da kilitleniverdi. Bu durum, ne denli sığ; eleştirel ve analitik yetilerden yoksun olduğumuzu; ufkumuzun, zihnimizin, entelektüel ve ahlaki sermayemizin ne kadar sınırlı olduğunu göstermekten başka bir işe yaramıyor. Böylesi ortamlar, insanları zoraki bir kavga ve kördöğüşü yaşamaya itiyor. Belki de birilerinin istediği şey bu. Oysa sorun, Taliban-yanlılığı veya karşıtlığı ya da Amerikan-yanlılığı veya karşıtlığı meselesi değil. Bence tartışılması gereken iki temel sorun var: Birincisi, Amerika'ya neden böylesine dehşetengiz ve esrarengiz bir terör saldırısı oldu? İkincisi de, Amerika, ne yapmak istiyor? Postmodern İkiyüzlülük Ben burada, ikinci soru üzerinde kafa yormak istiyorum. Söylenildiği gibi ABD, terörle mi savaşmak istiyor? Hayır! ABD, görünüşte terörle savaşıyormuş gibi yapıyor; ama gerçekte asıl yapmak istediği şey çok daha başka, bambaşka bir şey. Postmodern teori'nin kavramlarıyla açıklanabilecek (tıpkı bizdeki postmodern darbe'ye benzer) bir şey bu: Yani, görünüşte fiilen darbe yapılmıyor; ama gerçekte darbeden daha etkili, sofistike ve kalıcı sonuçları olacak bir dizi kapsamlı proje hayata geçiriliyor. Bunun adı, postmodern teoride "cynicism" yani iki yüzlülük ya da. amiyane ifadeyle, "sağ gösterip, sol vurmak" demektir. Şu an, ABD de, aynı postmodern yönteme başvuruyor: Görünüşte terörle savaşıyormuş gibi yapıyor ama gerçekte bambaşka şeyler yapmak istiyor. Peki, ABD'nin gerçekte yapmak istediği şeyler neler? Birincisi, ABD, kısa ve orta vadede, küresel hegemonyasının ve çıkarlarının önündeki engelleri kaldırmak; yani Çin, Japonya, Rusya ve Almanya'nın Amerikan hegemonyasını sarsabilecek "çıkış"larını veya girişimlerini durdurmak istiyor. İkincisi ise ABD, orta ve uzun vadede, İslam'ın siyasi, ekonomik, kültürel ve entelektüel bir aktör olarak yeniden tarih sahnesine çıkmasını önlemek, Müslüman toplumların bir medeniyet sıçraması gerçekleştirme potansiyellerini yok etmek istiyor. (Bu konuda, ABD de, Avrupa da, Rusya da, Çin de şu an aynı kaygıları ve stratejileri benimsiyorlar.) İslam medeniyetinin bir aktör olarak yeniden tarih sahnesine çıkma sürecini durdurma, önleme girişimleri, ABD'nin Afganistan'da başlattığı savaşla başlamadı; Afganistan'daki savaşla bu girişimler yeni bir ivme kazandı. Bu girişimler, soğuk savaşın sona ermesinden sonra başlatılmıştı. Afganistan'da başlatılan savaş, bu gerçeğin kavranmasını kolaylaştırdı. Bu nedenle, İslami camia, ABD'nin Afganistan'da başlattığı savaşa karşı çıkınca mesele hemen Taliban yanlılığı veya karşıtlığı meselesine indirgendi ve İslami camiaya "Talibancı" damgası yapıştırıldı. Ve hatta Müslüman Kardeşler'in, Selefiliğin, Seyyid Kutub'un, Mevdudi'nin vesaire bugünkü İslami söylem ve duyarlık sahiplerini şiddete, teröre sürüklediği söylenerek, bir yandan ABD'nin başlattığı savaş meşrulaştırılmaya; öte yandan da, İslami söylemler mahkum edilmeye çalışıldı. "Yeni Düşünür Tipi": Reaksiyon'dan Aksiyon'a Yirminci yüzyılın başlarındaki İslami hareketler, pekçok nedenden ötürü reaksiyoner hareketlerdi. İslam dünyasının büyük bölümü sömügeciler tarafından işgal altındaydı. Sömürgecileri kovmak için verilen mücadelenin başını İslami hassasiyetleri öne çıkaran bu hareketler çekmişti. İkinci nokta da şu: Sömürgeciler, İslam dünyasından kovulmuştu ama yerlerine onların karikatürleri olan ve Batılılar'ın çıkarlarına hizmet eden, kendi toplumlarının iradelerini sıfırlayan totaliter ve seküler "yerli"ler gelmişti. İşte burada totaliter ve seküler "yerli"ler, Batılı sömürgecilerin yapamadıkları tahribatı yaptılar: Müslüman toplumların İslam'la ilişkilerini koparmaya, İslam'ın anlam haritalarını ve kavramsal sistemini tahrip etmeye çalıştılar. Elbette ki bu gidişe tepki gösterilecekti. Müslüman toplumlardaki kitlelerin büyük çoğunluğunun desteğini alan bu hareketlerin "ses"leri, şiddete başvurularak kesildi. Seyyid Kutub'un şiddeti beslediğini söylemek büyük bir haksızlık ve ahlaksızlıktır. Çünkü Seyyid Kutub, şiddete maruz kalmış ve asılmış bir düşünürdür. Son 30 yıldan bu yana İslam dünyasındaki İslami entelektüel söylemler "yeni bir düşünür tipi" çıkarmayı başarmış ve bu "yeni düşünür tipi"nin yeşertmeye çalıştığı İslami söylemler, tepkisel hareketleri çoktan aşmış durumdadır. Bu söylemler, ideolojilere değil, İslam'a dayalı bir medeniyet perspektifini esas alan gönendirici bir entelektüel performans ortaya koyacaklarına dair önemli işaretler verdiler ve bu performans önümüzdeki onyıllarda katlanarak artacak; İslam dünyasının en yaratıcı, zihin açıcı ve en ses getiren entelektüel söylemi ve hareketi haline gelecektir. Neye dayanarak bunları söylüyorum? Şuna: Bu "yeni düşünür tipi", hem İslam kültürünü, hem hakim Batı kültürünü, hem de insanlık tarihinin medeniyet ve düşünce birikimini hazmetmiş bir entelektüel ve ahlaki sermayeye ve hem diğer kültürlerin, hem de kendi kültürlerinin imkanlarıyla ve zaaflarıyla yüzleşme, hesaplaşma ve yaşanan çift yönlü temassızlık ve içine kapanmışlık handikapını aşabilecek bir özgüvene sahip bir figürdür. Bu yeni düşünür tipinin en temel kalkış noktalarından biri şu: İslam, dışlayıcı (exclusivist) değil; kuşatıcı ve kucaklayıcıdır (inclusivist): Bir yandan Hz. Adem'den bu yana ortaya konan bütün peygamberi/vahyi birikimin (dinlerin) mirasçısıdır. Öte yandan da, insanlık tarihinde ortaya konan bütün beşeri birikimle yüzleşmeyi, onlardan azami ölçüde yararlanmayı ve kendi kavramsal çerçevesi ışığında bu birikimleri kendisine maletmeyi başarmış ve sonuçta sinerji yaratan, özgün bir medeniyet birikimi ve pratiği üretmeyi başarmıştır. Hızla kabul görmeye başlayan bu monolojik değil, diyalojik; dışlayıcı değil, kuşatıcı, özneleştirici, özgün İslami entelektüel söylem, Taliban'ın dar zihin ve ufuk dünyasına ingirgenemeyecek kadar dinamik, yaratıcı, özgüven sahibi ve kompleksiz bir söylemdir. Psikanalist Lacan'ın deyişiyle BATI'YI "SALDIRGANLIĞININ veya ONAYININ nesnesi yaparak özne konumuna yerleştirmek"ten kaçınan; BATI'YA RAĞMEN yepyeni ve özgün bir birikim ortaya koymaya çalışan; dolayısıyla özne olduğunun bilincinde olduğu için de; kırılgan, çözülmüş; panik psikolojisini besleyen modern (veya postmodern) Batı kültürünün meydan okumasını püskürtebilecek entelektüel donanıma sahip bir söylemdir.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |