T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Kaş yapayım derken göz çıkarmak!

Türkiye Yazarlar Birliği olarak düzenlediğimiz Suriye gezisine ilişkin izlenimlerimi bu kez sosyo-kültürel ve göstergebilimsel bir eksene oturtarak bugün de sürdürmek istiyorum.

Suriye'nin gezdiğimiz dört büyük şehrinde benim ve geziye katılan tüm arkadaşların dikkatini çeken en önemli şeylerden biri, gündelik hayatın son derece canlı, cıvıl cıvıl ve doğal bir şekilde yaşanıyor olması oldu.

Totaliter bir rejimle yönetilen bir ülkede insanların gündelik hayatlarının banal, boğucu, sıkıcı olması beklenir: İnsanların hayatı dolu dolu yaşayamadıkları, bu tür ülkelerde hayatın her alanına dondurucu, eblehleştirici, aptallaştırıcı bir kasvetin, bir karabasan havasının hakim olduğu düşünülür.

Suriye, hiç de böyle bir ülke değil. Sokaklarda, çarşı ve pazarlarda cıvıl cıvıl bir hayat var. Herkes işinde gücünde. İnsan ilişkileri son derece tabii, sıcak ve içten. Bir yapmacıklık, bir gösteriş yok insanların davranışlarında ve hareketlerinde.

Devletle toplum arasındaki ilişkilerin de son derece rahat olduğunu gözlemledim. İnsanların canlı, tabii ve cıvıl cıvıl bir hayat sürdürmelerinin nedeni de devlet-toplum ilişkilerindeki bu rahatlıkta gizli sanıyorum. Bu durumun nasıl ve ne ile açıklanacağı konusunda benim birbiriyle ilintili iki farklı gözlemim var.

Birincisi şu: Toplum, ülkede totaliter bir rejimin işbaşında olması nedeniyle bu rejime müdahalede bulunamayacağını, herhangi bir şekilde rejimi değiştiremeyeceğini bildiği için kendi bildiği yoldan hayatını sürdürmeye çalışıyor. Bu yüzden Türkiye'de olduğu gibi her şeyin hem toplumsal aktörler, hem de bizzat devlet veya iktidar aygıtlarına hakim olan elitler tarafından siyasallaştırılması gibi bir fenomen yok Suriye'de. Dolayısıyla siyasi çekişmeler, kapışmalar, oyunlar ve yapay kavgalar ve gündemler de zuhur etmiyor.

Siyasetin olmadığı, insanların siyasi enstrümanlarla ve mekanizmalarla kendi hayatlarına yön verme imkanından mahrum oldukları bir ortamda, toplumun varolup olmadığı, bir hayatiyet belirtisi gösterip gösteremediği sorusu akla gelebilir burada. Siyaset, siyasi toplumsal mekanizmalar, siyasi katılım yok; ama hayat var.

Burada çelişki gibi görülen durumu ikinci fenomenle açıklamak mümkün olabilir diye düşünüyorum. Şöyle bir şey bu: Toplumun siyasete katılması, siyasi mekanizmalar yoluyla aktör veya özne olması gibi bir imkan veya durum sözkonusu değil ama yine de canlı, kendiliğinden, tabii bir şekilde akan bir hayat var. Üstelik devletle toplum, devletle din arasındaki ilişkilerde de bir rahatlık var. Tüm bunların nedeni şu: Suriye'de Türkiye'de olduğu gibi devletle din arasında, dolayısıyla devletle toplum arasında bir çatışma yaşanmıyor. Veya şöyle söyleyelim: Suriye'de Türkiye'de olduğu gibi siyasi, ekonomik, kültürel iktidar aygıtlarına sahip olan elitlerle toplumun kimliği, duyarlıkları, öncelikleri, çıkarları birbirini itmiyor; birbiriyle çatışma halinde değil. Tam tersine birbirini besliyor ve bütünlüyor. Batı toplumlarında olduğu gibi açık bir toplumsal sözleşme yok ama örtük bir toplumsal sözleşme var. Oysa Türkiye'de devletle toplum arasında örtük bir toplumsal sözleşme bile yok: Elitler topluma rağmen ülkeye sahiplendiklerini söylüyorlar ama ülkeye nereye kadar ve ne için sahiplendiklerini toplumdan gelen tüm taleplere ceberrut bir mantıkla ve paranoyak tepkilerle yaklaşmalarından çok iyi anlıyoruz.

Suriye'de devlet-toplum ve dolayısıyla devlet-din ilişkilerinin örtük bir sözleşmeye dayalı olması; bizde olduğu gibi büyük bir yıkım ve tahribat yaşanmasını önlemiş. Türkiye'de topluma rağmen topluma çeki düzen vermek, toplumu adam etmek zihniyeti hakim olduğu için elitler, toplumu sözümona "çağdaşlaştırma" konusunda attıkları her adımda toplumun dinamiklerini birer birer dinamiklemekten başka bir şey yapamıyorlar: Kaş yapayım derken göz çıkarıyorlar.

Türkiye ile Suriye'yi veya diğer müslüman toplumları karşılaştırdığımızda ortaya şöylesi bir tablo çıkıyor: İslam dünyasında kimlik ve medeniyet krizini bizim kadar derin ve sarsıcı şekillerde yaşayan başka bir ülke yok. Hiçbir müslüman toplumda elitlerin toplumun anlam haritalarını, hafızasını, dinamiklerini, imkanlarını, sözlerini, iddialarını, kısacası bugün de müslüman toplumların hayatlarını ve hayatiyetlerini sürdürmelerini mümkün kılan müslümanlığın ürünü olan "kurucu irade"sini bizim kadar dinamitleme paranoyası içinde olan bir elit sınıf olmadığı anlaşılıyor.


18 Haziran 2001
Pazartesi
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED