T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Yalın yaşamanın erişilmez gücü

İnsanların birbiriyle gösteriş tüketimi yarışına girdiği bir toplumda, gerekli gereksiz satın alma tutkusu bütün değerlerin önüne geçer. Gösteriş harcaması yarışında iyi ile kötü, doğru ile yanlış ve güzel ile çirkin birbirine karışır. Böyle bir ortamda yalın yaşama önemini yitirerek "gösteriş tutkunluğu" ve "tüketim sarhoşluğu" her alana egemen olur.

Tüketim çılgınlığının hız ve yoğunluk kazandığı toplumlarda, dünya ile ahiret arasındaki uyum ve düzen bozulur. Dünya ahiretin tarlası olma özelliğini yitirince tüketimi sınırlayan ahlaki ölçü ve değerler bütünüyle ortadan kalkar. Bunun sonucu, bir yandan insanın iç dünyası yoksullaşırken, diğer yandan gösteriş yarışında her şeyin mübah sayıldığı dış dünyası da bir savaş alanına dönüşür.

Geçen hafta ortasında Üsküdar'da başarılı eğitim ve kültür programları düzenleyen İDEMER'in bir sohbet toplantısında konuşmacıydım. Dinleyicilerin de katılımıyla bir salgın hastalık gibi, bütün dünyaya yayılan tüketim çılgınlığına karşı tasavvufun önerdiği basit ve yalın yaşama biçiminin önemini tartıştık. Sınırlı ihtiyaçlara karşı sınırsız istekleri dengelemede tasavvuf İslam kültüründe vazgeçilmez bir yer tutar.

Günümüzün canalıcı sorunlarının başında gelen tüketim çılgınlığının önüne yalnızca yalın ve derin yaşamasını bilen gönül ustaları geçebilir. Onlar az yemenin, az konuşmanın ve az uyumanın yolunu açarak, bulunca dağıtmayı, bulamayınca şükretmeyi ilke edinmiş, alan el değil veren el olmayı öğütleyen, basit ve yalın yaşamanın şan örnekleridir. Dervişce yaşamanın erişilmez bir örneği olarak da, Muhammed Hamidullah Hoca'yı vermiştim.

Yalın yaşamanın günümüzdeki ulaşılmaz ve çarpıcı örneği Hamidullah Hoca'yı aynı günün akşamı yitirdik. Erzurum'da öğretim görevlisi olarak bulunduğum yıllarda iki dönem Hoca'nın doktora seminerlerine devam etme fırsatı bulmuştum. Hoca her gelişinde bir dönem kaldığı Erzurum'a yalnızca omuzunda taşıdığı bir çantayla gelir ve giderdi. Her gün giydiği kıyafeti hiç değişmezdi. Hepsi sanki sabah temizlenmiş gibi, beyaz gömleği ve kravatıyla bütün giydikleri tertemiz olurdu.

Hoca ihtiyaçları gibi isteklerini de minimumda tutmasını bilirdi. O gerçekten "bir lokma bir hırka"yla yaşardı. Ancak tek kişilik bir üniversite gibi, araştırma ve öğretim faaliyetinde bulunurdu. Yüzyıla yakın uzun ve bereketli ömrüne bine yakın makale ve yüze yakın kitap sığdırmıştı. Hoca onun üzerinde dil bilirdi, genellikle Fransızca yazdığı kitapları belli başlı bütün Doğu ve Batı dillerine çevrildi. Ancak Hoca hiçbir kitabından telif almazdı. O kendini öğrenme ve öğretmeye adamıştı.

İslam kültüründe öğrenmenin yaşı, yeri ve zamanı yoktur. Öğrenme ve öğretme beşikten mezara kadar devam eder. Öğrenmesini öğrenmek için insanın iki gününü birbirinden farklı kılmasını bilmesi gerekir. Baştan çıkarıcı tüketim yarışının önüne geçmek için, insanın dış dünyasından önce iç dünyasını zenginleştirmesi önemlidir. Bunun yolu da, yalın yaşamanın gücünü keşfetmekten geçer.

Yalın yaşamasını bilen açgözlülüğün tuzağına düşmez.


22 Aralık 2002
Pazar
 
NAZİF GÜRDOĞAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED