T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Milli sevinç: Özkan'ın sesini duyduk!

Haber Saati"ni izliyoruz. Hakan, gelişmeleri değerlendirmeleri için Mehmet Barlas ve iki meslektaşını da davet etmiş. Hakan, gün içindeki gelişmeleri ana başlıklarla aktardıktan hemen sonra, Özkan'ın ardından DSP'den istifa eden bir milletvekiline bağlanıyor. Milletvekilinin adı Edip Özgenç, Mersin milletvekili... Fakat o da ne? Özgenç, konuşmasına başlar başlamaz bir yanlışlık olduğunu, kendisinin istifa edenler arasında değil DSP'de kalanlar arasında bulunduğunu ve istifa etmeye hiç de niyetli olmadığını söylemez mi? Böyle bir durumda ne yapılır; "Pardon efendim, o halde telefonu kapayabilirsiniz!" de denmez ki... Hakan, uygun olanı yapıyor ve Ergenç de (belki de hayatında ilk kez) bir "siyasetçi" olarak DSP'de kalma nedenlerini bir televizyon kanalında uzun uzun anlatma fırsatı buluyor...

Durum gerçekten komikti... Bu komik durumun Kanal 7'nin haber sorumlularının dikkatsizliğinden, özensizliğinden filan kaynaklandığını düşündüğümü sanmayın. Bu gerçekten komik durumun tek açıklaması DSP'nin birkaç bildik isim dışında kalan milletvekillerinin aslında nasıl "siyaset dünyası" dışında konumlandıklarıydı. Adı sanı duyulmamış onlarca milletvekili; kimdirler necidirler, niçin "sol" niçin "demokratik"tirler bilen varsa aşkolsun! "Rahşancı" olarak adlandıran ve şu günlerde öne çıkan birkaç simayı mutlaka benim gibi sizler de ancak son günlerde tanıdınız. Bu milletvekilleri bugüne kadar nerelerdeydiler, "Bu hanıma haddini bildirin!" diye esip gürleyen reislerinin dediğini yapmak dışında hiç mi becerileri yoktu, yoksa onlar da aradığı "vefa"yı bulamayan Hüsamettin Özkan gibi hepten "dilsiz"ler miydi?

Kanal 7'deki "Haber Saati"nde Mehmet Barlas'ın iki tespiti çok hoşuma gitti. Bunlardan birincisi, Özkan'ın "sesi"nin ilk kez işitildiğine dair olandı. "İlk kez", ama gerçekten ilk kez! Düşünebiliyor musunuz, medyanın yıllarca "Zirvedeki siyasetçi", ya da "Yılın siyasetçisi" olarak takdim ettiği Başbakan Yardımcısı, siyasi hayatında kendi sesinden umuma açık yerde ilk kez bir açıklama yapıyordu! (Meraklıları için söylüyorum: Kendisi şimdi artık hayatta olmayan ama "arşiv"i yadigâr kalan Medyakronik'te (medyakronik.com) hiç fena olmayan bir "Hüsam Bey dosyası" da bulunuyor. Bu satırları yazarken ben şöyle bir uğradım ve medyanın Özkan'a açtığı "teşvikler" içinde en çok şimdi Milliyet gazetesi genel yayın yönetmeni M. Y. Yılmaz'ın Radikal'de çalıştığı dönemde kaleme aldığı "güzelleme"yi beğendim. Söz konusu arşiv herkese açık; isteyen ünlü "Kaynana" skandalı da dahil pek çok dosyaya ulaşabilir.")

Barlas'ın hoşuma giden ikinci tespiti de Özkan'la ilgiliydi. "Özkan arkadaşlarıyla gidiyor, yeni bir parti ve grup oluşturmaları mümkün mü?" gibi bir soruya Barlas'ın verdiği cevap da aşağı yukarı şöyleydi: "Özkan'ın bir ideolojisi yok ki!" Görüyorsunuz, bu da çok güzel... Herkesin (ama şaşırtıcı bir biçimde, SP'lilerden AKP'lilere herkesin!) sevgilisi, hükümetin Genelkurmay, Hazine, Merkez Banknası, işadamları ve tabii medya ile ilişkilerini tek başına yoluna koyan Özkan'ın gerçekten de bir "ideolojisi" yok. Çünkü herşeyden önce kamusal alanda "sözü", ya da daha da beteri "sesi" yok. Vazgeçtik doğrudan sesini işitmekten, toplum olarak "nankör kedi" hikayesi ve "Vefa, İstanbul'da bir semtin adıymış" yakınmasının dışında Başbakan Yardımcımızın fikirlerini dolaylı olarak da bilmiyorduk. (Yeri gelmişken bir hatırlatma daha; "Vefa, İstanbul'da bir semtin adıymış" yakınmasının kimin kaleminden çıktığını hatırlayanınız var mı? Zorlanıyorsanız hatırlatayım. Zeki Müren'in en az 30 yıl önce yayımladığı bir şiir kitabından!)

Medyakronik'in arşivinde şu bilgilere de rastladım. Zamanın FP'li, bugünün SP'li milletvekili Mehmet Bekaroğlu, 1 Mayıs 2000'de TBMM'nin gündemine "MİT-basın ilişkisi"ne yönelik bir soru önergesi taşımış. Bekaroğlu, Başbakan'dan ses çıkmayınca 15 Eylül'de bu işlemi tekrarlamış. Ve nihayet Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan söz konusu önergeyi cevaplamış. Bakın Özkan, ne demiş: "MİT'in devletimizin diğer kuruluşları gibi basın organları ile koordine ve yakın temas içinde olmaya ihtiyacı vardır. Bu çerçevede ve yasanın elverdiği ölçüde teşkilatın görevlilerince, basın mensuplarıyla görüşmeler yapılmakta, bilgi talepleri karşılanmaya çalışılmakta ve bazı sorunlar kendilerine aktarılmaktadır." (!)

Yok yok... Barlas'a katılmıyor ve sözümü geri alıyorum! "Basın organları"nın da "devletin diğer kuruluşları gibi" MİT ile "koordine ve yakın temas" içinde olmasını bir "ihtiyaç" olarak gören ve bunu açıkça belirten bir kişi "ideolojisiz" olabilir mi? Hiç şüphe yok ki bu da bir "ideoloji"dir!

Peki şimdi ne olacak? Ben böyle büyük soruları cevaplamaktan her zaman kaçınsam da, hadi bugün kuralı bozalım: Özkan, Ecevit ile görüşmesinden "Bu kapıdan çıktığım anda artık duygusallığı bırakıp siyasetçi olacağım" diyerek çıksa da, besbelli ki, ne kendisi, ne eski Kültür Bakanı, ne de bir zamanlar TBMM'deki oylamada kuralları çiğneyerek "alenen açık oy" kullanan Başbakan gibi davranmadı diye bir köşeye çağırıp haşladığı Recep Önal bundan böyle artık siyasetçi olamayacak... Hükümeti, ekonomiyi, ülkeyi nelerin beklediği sorusu insanın canını çok sıksa da, Bülent Ecevit'in yıllardır "sembiyoz" halinde yaşadığı bir yardımcıdan kurtulması, "üç kişilikli" safhadan "çift kişilikli" safhaya geçmesi herşeye rağmen –hem Başbakan, hem de ülkenin geleceği açısından– olumlu bir gelişmedir...


10 Temmuz 2002
Çarşamba
 
KÜRŞAD BUMİN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED