T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
His kaybı

Hani doktor el ve ayak parmaklarınıza iğne batırır da hiç bir şey hissetmezsiniz. Yaşadıklarımız işte öyle bir şey.

Öööyle bakıyoruz olup bitenlere ve geçip gidiyoruz.

Ne ölene doğru-dürüst üzülebiliyoruz, ne doğana doğru-dürüst sevinebiliyoruz.

Belki de vakit dar, işler sıkışıktır o yüzden.

Ne demek şimdi bu.

Biz robot muyuz?

Hani dünya küçüldü, bir köy haline geldi diyorlar, belki de o yüzdendir. Modern teknoloji, modern hayat, modern iletişim, modern bilim bizi aldı kanatlarına; işte getirip bu uçsuz bucaksız çölün ortasına atıverdi.

O kadar çok ölüm görüyoruz ki.

Kanlı vücutlar, el-kol parçaları, ambulans çığlıkları, insan feryatları, gözyaşı.

Ekranlar, üçüncü sayfalar bunlardan oluşuyor. Peru'da bir helikopter dağa çarpmış, üç kişi ölmüş, amatör bir kamera bunu tesbit etmiş, saniye-saniye. Görüntüler oradan kalkıp yola düşüp -sanki çok lazımmış gibi- bize kadar ulaşıyor.

Çocuklar soruyor: Peru neresi?

-Bileceksin evladım, sana okulda coğrafya dersi vermiyorlar mı; çağdaş bir öğrenci herşeyden haberdar olacak.

Ellili yılların başında Erzincan'a gelmiştik. Yirmibeş yıl içinde şehirde bir tek cinayet işlendi. O da kaza ile olmuş dediler; Kahveci Yaşar'ı vurmuşlardı.

Şimdi hemşehrilerin, komşuların, akrabaların cenazelerine gitmek bile mesele haline geldi. Gözyaşı görünmez oldu, gerçekten üzülüyor muyuz acaba.

Ölüm bizi etkiliyor mu?

Üzerimize boca edilen o görüntüler, o kan, o kopmuş beden parçaları bizde his bıraktı mı?

Olur olmaz her şeye gülmek sağlıksızlık alameti idi. Şimdi her an her kanalda mecburi kahkaha efektleri. İnsanların sırıtmaktan dudakları donuyor.

Ara sıra, yeri geldiğinde, icabında bir uzun havanın hüznüne kapılıp giderdiniz. Bir şiir birkaç mısraı ile size kanat takıp uçurabilirdi. Sevda derin ve ulvî bir yükselişin-bekleyişin-özlemin-elemin-kavuşmanın-ayrılığın-hasretin-gurbetin içinde olgunlaşıyordu.

Duygu iliklerinize kadar işliyordu.

Şimdi o uzun hava, o gerçekten dokunaklı yayla türküsü çalına çalına; önüne gelenin ağzında sakıza döne-döne pörsüdü; bayağılaştı, tükendi-bitti.

Doğrudan, iyiden, güzelden yana ne var ise şüphe ile karşılanmakta. Yalan gündelik hayatın ayrılmaz bir parçası.

Şaşıracağımız, hayrete düşeceğimiz, insan olarak bizi gerçekten etkileyebilecek ne var?

Şu!
O mu?
Evet o!
Ohoo... Onu kaç kere gördük.

Karakışta yeşil hıyar, olgun domates yedik. Hiçbir şeyin vakti-zamanı kalmadı. Mevsimlerin insanlara yaptığı fenalıkları bile unuttuk.

Yaşadığımız hayat otomatiğe bağladı bizi.

Denize girilecek, konsere gidilecek, şu kitap okunacak, bu terlik alınacak, bak filmin tam şu karesinde topluca güleceğiz [unutanlara kahkaha efekti bunu hatırlatıyor].

Gülmenin, eğlenmenin, üzülmenin, korkmanın, erdemli olmanın, ahlakî davranmanın, acının, tatlının, ekşinin, iyinin, kötünün, doğrunun, yalanın, güzelin, çirkinin...... cılkını çıkardık.

His kaybının ardından şuur kaybı sökün etti. Neyse ki arada bir Çetin Altan imdada yetişiyor. Geçen bir yazısında şöyle diyordu:

-Üstü açık, spor, pırıl-pırıl bir BMV'si olan gencin şiire ne ihtiyacı olabilir.

Yorganı çekin başınıza: "ört ki ölem" deyip yatın artık.


10 Temmuz 2002
Çarşamba
 
MUSTAFA KUTLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED