AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

D Ü Ş Ü N C E    G Ü N L Ü Ğ Ü
Yeni Türk Ceza Kanunu

Sivil itaatsizlik kanuni olduğu varsayımıyla yaşanan hukuksuzluklara karşı, militan bir tavır ve direniş biçimidir; ama son tahlilde, hukuksuzluğu ve haksızlığı gidermeyi hedef aldığı için bir sistem değişikliği talebi yoktur.

  • DOÇ.DR. MEVLÜT UYANIK / AKADEMİSYEN
    Türkiye'nin içinde yaşadığı siyasi ve hukuki sorunlara çözümler ararken, Sol ve Liberal öğretiler, ideoloji, devlet ve sivil toplum meselelerinin sadece siyasi ve iktisadi boyutuyla ilgilenmiş, genellikle bu ilişkinin kültürel boyutu ihmal edilmiştir. Bu nokta önemlidir, çünkü siyasal kültür, bu bağlamda, genel kültürün bir parçası olarak, siyasal sisteme ilişkin, inanç, duygu ve değerler toplamı olup, kişinin bireysel veya örgütsel siyasal davranışlarının yönlendirilmesinde ve ortaya çıkmasında rol oynar.

    Bu tespit çerçevesinde de müzakereye açacağım sorun şudur: Siyasal davranışın yönlendirilmesinde inanç, duygu ve değerler işlevsel bir yere sahipse, 'Bir eylem ve tutumun yanlış olduğunu düşündüğüm zaman ortaya koyacağım doğru davranışta bunların yeri ve katkısı nedir?' İşte bu soru, pasif muhalefet (sivil itaatsizlik) kavramsallaştırmasını gündeme getirmektedir.

    Niçin sivil itaatsizlik?

    Antik Yunan'da Sokrates hatta Hititler döneminde kendileri daha yüksek bir yasaya bağlı oldukları için Nabukadnezar'ın yasalarını itaati reddeden Sedrach, Mesach ve Abed-Nego'ya kadar tarihsel geçmişini götürebileceğimiz pasif muhalefet, temelde, bireyin kendi benliğiyle olan ilişki biçimini belirlerken vicdanından hareketle ortaya koyduğu (öznel) kuralların zamanla diğer insanları da etkiyen (nesnel) kurallara nasıl dönüştüğünü görmek çok ilginç olacaktır.

    Özellikle ne yapılması gerektiğini söyleyerek davranış prensipleri koymak yerine; neyin yapılmaması gerektiğini söyleyip, aşılmaması gereken sınırlara işaret etme hususunu önemsiyorum; çünkü vicdani, manevi temellerden hareketle yapılan bu sınırlamalar, ehven-i şer mantığının geçersizliğini göstermesi açısından önemlidir. 'Yanlış ve kötünün iyisini seçmek, kötülükten yana karar vermek demektir' diyerek 'Yanlışa -evet- dememek' ilkesi, hem siyaset hem de dini alanda birçok suiistimalleri ortadan kaldıracaktır.

    Hukuk ihlallerine karşı bir eylem tarzı: Sivil itaatsizlik

    Son dönemlerde yaşanan siyasal gelişmeler karşısında yaşanan; özelde insan hakları; genelde hukuk ihlalleri karşısında modern demokrasilerde sivil itaatsizlik gittikçe önem kazanmaktadır.

    Sivil itaatsizlik; 'içinde yaşanılan sistemi meşrû kabul etmekle beraber yapılan haksız ve adaletsiz uygulamalara karşı yasal imkânların tükendiği noktada şiddete başvurmadan barışçıl, sevgiyle ve vicdani bir şekilde ortaya konulan, yani siyasî ve ahlâk' motivasyonu olan; ama sistemin yasalarına aykırı; hedefleri belirli ve hesaplanabilir ve düşünülmüş bir plan dahilinde kamu vicdanına yönelik, aleni bir şekilde gerçekleştirilen hareket diye tanımlanabilir.

    Sivil itaatsizlik kanuni olduğu varsayımıyla yaşanan hukuksuzluklara karşı, militan bir tavır ve direniş biçimidir; ama son tahlilde, hukuksuzluğu ve haksızlığı gidermeyi hedef aldığı için bir sistem değişikliği talebi yoktur. Yasal olmayan politik bir eylem ortaya konur; ama bu devrim ve isyandan farklıdır, çünkü sorunu, sistem değişikliği olarak değil de, görev çatışması olarak görür. Çatışma esnasındaki tavrı sosyal davranışla, hatta insan davranışın tümüyle eş tutulacak şekilde düşünülmelidir. Bu şekilde bir tavırda, kişinin iç dünyasını oluşturan, inanç ve duygular önemli rol oynar. Bunu söylemek, 'ortak bir adalet anlayışı' veya 'bir kamu vicdanı'nın varlığı sorunsalı ortaya çıkar. Kaynağını bir sözleşme veya anayasadan almayan bu tür kavramları herkes tarafından farklı yorumlanma ihtimali vardır. Bununla birlikte, bu metnin tartışma konusu olan, 'Kaynağını tarihten, dinden, geleneklerden, geçmiş mücadelelerden, diğer bir deyişle, ortak bellekten alan bir kamu vicdanından, kamusal adalet anlayışından söz edilebilir.'

    Sivil itaatsiz bir eylem için adaletli olmak ve temel insan haklarını öncelemek, anayasal rejime politik açıdan bağlı olmak gereklidir; haksızlığa uğrayan insanların mağduriyetini gidermek için insanlar arasında bir işbirliği sistemi kurmayı öngören bu tür eylemlerde politik ilkelerin dışında bir referans olmadığı için sadece adalet ve sağduyu ilkelerini temel alır. Böylece hayatın ahlaki temeline yönelerek, herkese katılım önerisinde bulunur. Bu nedenlerden dolayı, sivil itaatsizlik, kendisini, içerisinde gerçekleştiği uygarlığın, kültürün, (temel insan hakları ve özgürlükleri) ideolojisinin bir parçası, hukukun temel ilkelerinin bir koruyucusu ve savunucusu olarak görür.

    Bu çerçevede, 'Bireysel değişim ve dönüşümün sonucunda kötülüğe ortak olmamak için kamusal alandan çekilen bireysel itaatsizlik nasıl değerlendirilecektir?' sorusu cevaplanmalıdır. Hannah Arent'e göre, 'Direnme sorumluluğu kötülüğe ortak olmamakla sınırlı' olduğu için bu tür eylemlerin sivil itaatsizlik olarak değerlendirilme imkanı yoktur, zira bir eylemin bu niteliği kazanabilmesi için bir gruba dahil olarak kamuya yönelik açık bir çağrı, aleni bir girişim olması gerekir. Savaşa katılmama veya askerliği reddetme gibi vicdani ret üzerine kurulu bireysel tutumlar, incelenmesi baskı altına alınmasından daha ilginç olabilecek tuhaf bir kişi olarak değerlendirilecektir. Bu nedenle 'Dolaylı itaatsizlik' denilen bireysel tepkilerin, önemli değişikliklere yol açma ihtimali çok azdır. O halde, Arent'e göre, bu noktada, vicdani ret ile sivil itaatsizlik arasında ayırım yapılmalıdır. Çünkü sivil itaatsizlikte, 'Ortak bir çıkardan ziyade ortak bir düşünce ve hükümetin politikasına karşı çıkma ortak kararıyla -çoğunluğun desteğinin hükümetten yana olacağını gösteren verilere rağmen- bir araya gelmiş örgütlü azınlıklardır.'

    Yeni Türk Ceza Kanunu Tasarısı'nda 'Sivil İtaatsizliğin Değerlendirilmesi'

    Özellikle Yeni Türk Ceza Kanunu Tasarısı'nın 421. Maddesi'nin 'Kanun ve nizam hükümlerinden birinin yerine getirilmesine karşı koymak için nüfuz veya etkili kuvvet sarfeden bir kimseye bir aydan bir yıla kadar hapis cezası verilir' hükmü ile pasif muhalefet tarzının ne kadar keyfi olarak tanımlandığını ve daha baştan herhangi bir hukuk ihlaline karşı mücadelenin suç olarak değerlendirilmektedir. Bu nedenden olsa gerek, Yeni Şafak Gazetesi, bu kanun tasarısını Mussolini tasarısı olarak nitelendirmektedir. (Yeni Şafak, 12/08/2003, s. 12.)

    Sonuç

    Münci Kapani'nin dediği üzere, 'Hak ve hürriyetlerin korunmasında ve kazanılmasında zaman zaman oldukça etkili olarak kullanılmakla beraber, sivil itaatsizlik, uygulanması hiç de kolay olmayan; aksine son derece çetin olan bir yoldur. Zira baskı ve şiddet karşısında barışçı direniş, şiddete şiddetle karşı koymada olduğundan çok daha fazla yürek pekliği, sabır, fedakarlık ve moral güç ister.' Bu nedenle olsa gerek, karizmatik insanlara özgü bir yetenek ve tutum olan şiddetdışılık, cesaretin en yükse düzeyine işaret eder. Kişinin uğruna her şeyini feda ettiği bir 'itikat' ve 'tutku' olan sivil itaatsizlik, hayatın her alanını içine alan bir yaşam biçimidir. Bu hayat tarzında, sivil itaatsiz ediminde bulunan kişi, kendini bütünüyle, kendisinin, muhalifinin ve toplumun yaşamını sevgiyi kullanarak dönüştürmeyi hedefler. Bu nedenle zayıf kişilikli insanların şiddet dışı tutum ve davranışlarıyla karıştırılmaması gerekir.


    Öğretmen Personel Yasa Tasarısı

  • MURAT EKİCİ / EĞİTİMCİ
    Milli Eğitimin kronikleşmiş problemleri YÖK üzerende yapılacak muhtemel değişikliklerin tartışılması yüzünden pek gündeme gelemiyor. YÖK için düşünülen olası reformların kopardığı cayırtı ve kaldırdığı toz duman Milli Eğitim meseleleri üzerinde eğilmeye pek fırsat tanımıyor. Her ne kadar gerek ÖSS'de gerekse liselere giriş sınavında sıfır puan alan öğrencilerin durumu münasebetiyle yüzeysel olarak kamuoyunda tartışıldı. Ama yeterli değil, halbuki bu konunun önemi, ihmali asla hoş görülmeyecek bir zarurette yalnız memnuniyetle biliyoruz ki Sayın Mili Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in gündeminde eğitimimizi temel sorunları ile birlikte ilgili reform niteliğinde çözüm projeleri mevcut, bunlardan birisi de önümüzdeki yasama yılında Meclis'e gelmesi muhtemel olan öğretmenlerin özlük haklarını düzenleyen, onların iyi yetişmesini sağlayacak ve kalitesini artıracak tedbirleri içeren yasa tasarısı. Aslında bu yasa tasarısı epey hükümet eskitti. Azımsanmayacak sayıda eski Milli Eğitim Bakanı'nın gündem maddesi oldu. Ama hiçbirisinden sonuç çıkmadı. halbuki eğitim-öğretimde teknolojinin baş döndürücü katkılarına rağmen öğretmenin önemi asla azalmamış, tersine artmıştır.

    Eğitim- öğretimde bunca önemine ve vazgeçilmezliğine rağmen öğretmenlerin yetişmeleri, mesleğe girdikten sonra kazandıkları gelişmeler doğrultusunda gelişmelerinin sürdürmeleri, terfilerinin objektif ve adil prensiplere bağlanması hep ihmal edilmiştir. O bakımdan yasa tasarısının konunun çözümlenmesi yönünde atılacak adımların en önemlisidir diyebiliriz. Yalnız beklenen faydanın elde edilmesi olumlu sonuçların devşirilebilmesi için tasarının doğru yasalaşması şart.

    Ayrıntılarını kamuoyunun tam bilmediği tasarı öğretmenleri aday öğretmen, öğretmen, usta öğretmen ve baş öğretmen sıfatları şeklinde sınıflamakta, ama statüler arası geçişlerin nasıl olacağı pek bilinmiyor. Bizce makul olan geçiş önerisi şöyle: Öğretmenlik yapma hakkını elde eden kimse iki yıl stajyerlikten sonra adil ve objektif bir sınavı geçince asil öğretmen olmalıdır. Diğer statüler arasındaki geçişler de belli bir kıdemden sonra sınavla olmalıdır. Sınavlar her yıl branş bilgisi, pedagoji ve genel kültür alanlarını kapsayacak şekilde yapılmalıdır. Sınav adil ve objektif kriterlere bağlanmalıdır ki beklenen yarar elde edilebilsin. Eğer statüler arası geçişler memurların bu günkü derece ñ kademe terfilerine benzeyecek şekilde otomatiğe bağlanırsa asla fayda sağlamaz.

    Bu günkü mevcut sistem öğretmenlerin çalışma azmini köreltecek, heyecanını bitirecek, testiyi kıranla dolduranı ayırt etmeyecek bir şekilde düzenlenmiş. Mesleğe intisap eden bir öğretmen otuz sene görev yapsa da ne kadar başarılı olsa da durumu değişmiyor, emekli oluncaya kadar statüsü hep aynı kalıyor şayet müdürlük, müdür yardımcılığı ve şube müdürlükleri gibi statülerden söz edilirse de bunlar maalesef kişisel çalışma ve yeteneklerle değil politik atraksiyonlarla elde ediliyor. Bu makamları elde etmede riyakat ve ehliyet pek ön planda değil hem de bu kadrolar sınırlı sayıda.

    Ayrıca halen görev yapan öğretmenlerde kıdemlerine uygun statüdeki öğretmenlik sınavlarına katılma imkanı elde etmelidir.

    Yapılacak düzenlemeler öğretmenlerin mesleklerinin her aşamasında kendilerini yetiştirme, yenileme ve gelişmesinin sağlayacak prensipleri getirmeyi ve yerleştirmeyi hedeflemeli; mevcut yapı en yetenekli en becerikli ve en idealist bir öğretmeni bile bozacak ve canından bezdirecek nitelikte. Halbuki öğretmenlik bilgi, yetenek ve beceri özelliklerini sürekli geliştirilmesine ve yenilenmesine ihtiyaç duyulduğu bir meslek. Önümüzdeki yasama yılında kanunlaşmasını ümitle beklediğimiz tasarı daha önce lise mezunu seviyesindeki öğretmenlere verilen ön lisans hakkına benzememeli, ön lisans sınavına katılan bu tip öğretmenlerin hemen hemen hepsine ön lisans diploması verildi. Elbette zahmetsizce elde edilen bu diplomanın öğretmenin kalitesini artırması yönünde hiçbir yararı olmadı. Bu görülünce iki ve üç yıllık eğitim enstitüsü mezunu öğretmenlere verilen lisans tamamlama hakkında da tam tersi bir zihniyetle hareket edildiğinde ondan da beklenen fayda ortaya çıkmadı. Yani, lisans tamamlama da çıta çok yüksek tutulduğundan özellikle fen ve matematik alanında müracaat eden öğretmenler işi yarım bıraktı.

    İşin doğrusu seviyeyi doğru tespit ettikten sonra sınav sorularını Milli Eğitim Bakanlığı'nın hazırlaması ama ÖSYM'ce yapılması. Milli Eğitim Bakanlığı'nın daha önce eğitim yöneticilerinin tespit etmek için yapmış olduğu sınavlar istenilen objektiflikte olmamıştır. Zira sınavın gözetmenleri, genellikle sınava girenleri bildiğinden ve aralarında bir ünsiyet olduğunda gerekli tarafsızlık ve objektiviteyi gösterememişlerdir. Zaten bir kurumun hem sınav yapması ve hem de sonuçlarını değerlendirmesi bizce hukuk mantığına da aykırı.

    Ayrıca öğretmenleri yetişme konusunu sadece bu meseleye özgü olarak da görmemek gerekir. Öğretmenlere yüksek lisans, doktora, doçentlik yapma gibi imkan ve fırsatlar hazırlanmamıştır. Örneğin bir edebiyat öğretmeninin doçentlik payesiyle sınıfında ders vermesi iyi olmaz mı? Alanında kendisini yetiştirmek ve uzmanlaşmak isteyen öğretmenin önünün açılması şart.

    Yükseköğretim kurumundan ve üniversitelerimizden, Milli Eğitim Bakanlığı'ndan aralarında sürtüşme ve ideolojik lafazanlıklar değil bu gibi konularda işbirliği istiyoruz. Bilgi trafiğinin, üretiminin ve değişiminin yıldız kayması hızında aktığı çağımızda bu elzem.


    Zamanın içinde seyahat düşünceleri

  • SELÇUK BEKAR / UZMAN HEKİM
    Zamanda seyahat konusu ne zaman açılsa büyük bir heyecan duyar, böyle bir şeyin mümkün olabilmesini çok istediğimi hissederim. Tabii, İstiyor olmam, ne mümkün olmasını gerektirir, ne de ben istiyorum diye verilere ënalıncı keserií muamelesi yapabilirim. Lise çağlarında da tıpkı böyle idi: Ne kadar istersem isteyeyim, bu konuyu düşünürken aklıma gelen her müspet fikre en az on menfî fikir tekâbül ediyordu. Sonuçta zamanda seyahatin mümkün olamayacağına karar verip herkese anlattığım tezi günün birinde başkalarının da baba yerine büyükbabayı koyup düşünmüş hattâ yazmış olduğunu görünce biraz bozulmuştum. Bilim ve Teknik Dergisi'ndeki yazının başlığı 'Zamanda Seyahat ve Büyükbaba Paradoksu' gibi bir şeydi.

    Fikir kısaca şöyle: Eğer zamanda seyahat mümkün olsa idi, birisi kendisinin doğduğu tarihin öncesine gidip, büyükbabasını öldürürse ne olurdu? O takdirde hiçbir zaman var olmamış bir insanın bir fiili söz konusu olacaktı. Aynı yazıda böyle bir çıkmazın önüne geçmek için ileri sürülen fikre çok güldüğümü de hatırlıyorum: 'Silah tutukluk yapardı!'

    Gerçekten çok mantıklı. Sadece silah tutukluk yapmakla kalmaz, bıçak kesmez, kılıç batmaz, daha doğrusu, gelecekte kendisinin var olmasını imkansız kılacak hiçbir fiili işlemesi mümkün olmazdı. Tabii bu sonuçta görülen olurdu. Aslında bu kadar sivri örneklere gerek yok. Her hangi bir hatayı düzeltmek için zamanda geri giden her hangi biri başarılı olursa hata ve o şahsın zamanda seyahat gerekçesi ortadan kalkacak ve bunu yapmaya gerek duymayacak, bu takdirde aynı hata yeniden olacak ve seyahat gerekçesi tekrar mevcut olacak... Bu bir kısır döngü oluşturacak. Belki şunu söyleyebiliriz: Zamanda seyahat bir gün mümkün olacak ise bile, geçmişteki fiillere aktif müdahale mümkün olmayacaktır.

    Geçmişe seyahat önce bir kenarda dursun bence geleceğe seyahat olamaz. Bunun cevâbı şu kadar basit: Olacak olsa idi, olmuş olurdu. Yâni günün birinde zamanda seyahat gerçek anlamda bulunacak olsa ve gerçek geçmişe gidilebilecek olsa idi birileri kalkıp buralara gelirdi. Gelmediğini nereden biliyorsun türünden bir savunma kesinlikle geçerli değildir. Nasıl olsa bir dönem de olsa ayağa düşecek, zaman zaman delinin biri gelip ortalığı karıştıracaktı. Bütün zaman dilimlerinde hiçbir teknolojinin kesintisiz denetimi insan faktörü dikkate alındığından mümkün değildir.




  • 23 Ağustos 2003
    Cumartesi
     


    Künye
    Temsilcilikler
    AboneFormu
    MesajFormu

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Karikatür | Çocuk
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED