AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

K R O N İ K  M E D Y A
Hayvansever merkez medyaya haber ihbarı...

Merkez medyadaki günlük gazetelerin, Güneydoğu'dan gelen hukuk ihlali haberlerine "serin duruş"u herkesin mâlumu... Sevmiyor gazetelerimiz bu tür haberleri, yeteri kadar "kentli" bulmuyor... Ama bu kez umutluyuz; çünkü bu kez hukuk dışı muameleye maruz kalanlar insanlar değil, atlar... Haberimiz, 75 atın diri diri yakılmasını konu alıyor...

Dicle Haber Ajansı (DİHA), "Ora"dan verdiği haberlerle, kıymetini bilenler için eşsiz bir haber kaynağı niteliğinde... Nitekim ajansın geçtiği haberlerden "sakıncasız" olanlar zaman merkez medya gazeteleri tarafından alıntılanıyor... Mesela geçtiğimiz günlerde, bölgedeki askerlerin gıda ihtiyaçları için açılan bir ihalede tanımlanan "hıyar standartı" haberini çok seven Vatan gazetesi bu "muzip" haberi birinci sayfasına taşımış, mahreç kullanılmadığı için haberin Vatan muhabirleri tarafından çıkarıldığını düşünen Akşam gazetesi yazarı Serdar Turgut da gazeteyi tebrik etmişti. (Ajansın genel yayın müdürünün Turgut'u uyarmasından sonra "tebrik"in geri alındığını da ekleyelim...)

Ne var ki DİHA'nın bölgeden geçtiği haberlerin hepsi böyle "muzip" değil. Birçok insanın canının yandığı ve yargıya intikal etmiş çok sayıda olayla ilgili haberler doğal olarak ilgi görmüyor merkez medyadan... Fakat Özgür Gündem gazetesinin dünkü sayısında yayımlanan bir iddia, merkez medya gazetelerinin bu kez oruçlarını bozup olayın üzerine gidibileceklerini düşündürtecek nitelikte: Çünkü haber doğruysa, bu kez insanlar değil, hayvanlar büyük bir zulme uğramış durumda. Hiçbir hayvanseverin kayıtsız kalamayacağı bir zulüm bu...

Özgür Gündem'in manşetten yayımladığı haber "ATLARI DA YAKARLAR" başlığını taşıyor. Haberin birinci sayfa spotları da şöyle:

"Askerler, 4 köyde el koydukları kaçak mazot yüklü 75 atı kurşuna dizerek diri diri yaktı. Van köylüleri, can çekişen atların yeri göğü inleten kişnemelerini kamerayla belgeledi..."

"İran'dan 'kaçak mazot getirildiği' ihbarını alan Koru Piyade Karakolu'na bağlı askerler, Başkale'nin 5 köyüne birden baskın düzenledi. Yapılan aramalarda, kaçak mazot taşımasında kullanıldığı iddia edilen 75 ata el konuldu. Askerler, üç köylüyü de bir gün gözaltında tuttu.

"Atlarını yeddiemin olarak teslim almak üzere Koru Karakolu'na giden köylüler, Çiçekli bölgesinde silah sesleriyle karşılaştı. Bölgeye varan köylüler, atların kurşuna dizilerek yakıldığını gördüler. Köylülerden biri yanındaki kamerayla vahşeti belgeledi..."

İddialara göre olay 3 Ağustos'ta gerçekleşti. O gün akşam saatlerinde sınır köyleri Mahmutabat, Açıkalın, Salıdere, Erenler ve Azıklı'ya baskın düzenleyen Koru Piyade Karakolu'na bağlı askerler 75 ata el koymuş. Atlar ertesi gün önce kurşunlanmış ardından yakılmış. Köylülerden biri olayı şöyle anlatıyor:

"Olay yerine gittiğimizde atların çoğu hâlâ ölmemişti, çırpınıyorlardı. Atlar canlı canlı yanıyordu. Biz de öylece seyretmek zorunda kaldık." (Hemen belirtelim, haberde sözü edilen video banttan alınmış bir fotoğraf da yer alıyor Özgür Gündem'de.)

Köylüler, atların yakıldığı yer için üç kez keşif yapılmasını istemişler. Birincide, bulabildikleri ve "yarın gelin gidelim" diyen tek hâkimin "arkadaşlar izinde, gidemeyiz" mazeretiyle karşılaşmışlar. İkinci ve üçüncü müracaatlarda da "işlerin yoğunluğu" gerekçe gösterilmiş. Köylüler, bu durumda "olayın kapatılmaya çalışıldığı" kanısına varmışlar ve korkularını yenerek olayı duyurmaya karar vermişler.

Peki, böyle bir olay nasıl kapanmaz? Tabii ki "sessizlerin sesi" olması gereken medyanın "yeri göğü inletmesi"yle... Peki mümkün mü bu? Bizce mümkün, çünkü bu kez zulme uğrayan hayvanlar ve merkez medyanın "hayvan hakları" konusunda ne kadar hassas olduğunu biliyoruz...

Zaten at sahibi köylüler de "her bir atın fiyatı 1 milyar" diyerek uğradıkları maddi kaybı şöyle bir belirttikten sonra asıl, "hayvan sevgisi"ni vurguluyorlar:

"Bu olay başka yerde olsaydı, ortalık şimdi ayağa kalkmıştı. Batı illerinde bir kedi kuyuya düştüğü zaman büyük operasyonlar yapılıyor. Bütün kurumlar seferber oluyor. Fakat burada 75 at canlı bir şekilde ateşe veriliyor kimse ilgilenmiyor. Yoksa sadece batı illerinde mi hayvan sevgisi var? Hayvan sevgisi daha buraya gelmedi galiba."

Haber böyle; büyük basına duyuruyoruz... Bilhassa "hayvan sevgisi"ne özel bir önem veren (iyi de yapan) Hürriyet gazetesine, bilhassa da Bekir Coşkun'a... (A.G.)


Hürriyet'te münasebetsiz "fısıltılar"

Hürriyet'in siyasi dedikodu sayfası "Cinnah Fısıltısı"nda bir dedikodu başlığı:

"Kanarya'ya aranan kan bulundu".

"Kanarya", yani Fenerbahçe.

Peki bu iş nasıl olmuş, ona bakalım:

Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt bu hafta İstanbul'a gelerek Birinci Ordu Komutanlığı görevini üstleneceği için, ve de koyu bir Fenerbahçe taraftarı olduğu için, "Kanarya"ya aranan kan nihayet bulunmuş...

Hürriyet muhabiri üşenmeyip bu konuda Fenerbahçe Asbaşkanı'nın görüşünü de almış. Asbaşkan şöyle diyor: "Büyükanıt Paşa İstanbul'a geldiği için çok sevinçliyiz. Her hafta maçlarımızı izlemek üzere Şükrü Saraçoğlu'na gelecek olması takımımıza, camiamıza büyük moral verecek..."

Yani kısaca, sorulduğu için "nezaketen" sarfedilmiş birkaç söz...

Hürriyet muhabiri bununla yetinir mi?! Geciktirmeden konuyu Beşiktaş üst yönetimine de açmış. (Hadi bakalım, sıkıysa "Büyükanıt Paşa"nın takımına bir şey söyle!) Onların cevabı da şöyle:

"Başka kulüplerin iç işleri, istikrar sorunları bizi ilgilendirmez. Büyükanıt Paşa'ya hürmetimiz sonsuz. Başımızın üstünde yeri var. Ama maalesef bir Fenerbahçeli olarak..."

Yani kısaca, sorulduğu için yine "nezaketen" sarfedilmiş birkaç söz...

Fakat dikkat ettiniz mi? Bütün bu olup bitenler, yani bir koşu Fenerbahçe Asbaşkanı'na, bir koşu Beşiktaş üst yönetimine gidip mülâkat almalar tamamen, Büyükanıt'ın bilgisi dışında cereyan ediyor...

Olsun, bu "fısıltı"nın, gerekli-gereksiz, münasebetli-münasebetsiz olsa da ne zararı var! Maksat İstanbul'da Birinci Ordu Komutanlığı görevini üstlenen orgenerale bir biçimde yakın durmak değil mi?

Hadi bir adım daha atarak şunu da söyleyelim:

Yüksek rütbeli ordu mensuplarına, çoğu zaman onlardan bu yönde bir istek gelmemesine rağmen, sayfalarını cömertçe açan gazetelerimizin bu açıdan da bir "demilitarizasyon" küründen geçmeleri gerekmiyor mu? (K.B.)


Ya o ünlü "burun" hikayesi ne olacak?

Cumhuriyet gazetesi, başyazarı Nadir Nadi'yi 12. ölüm yıldönümünde bir yazı dizisiyle anıyor... Miyase İlknur imzalı yazı dizisinin "Sunuş" bölümünde şu satırlarla da karşılaşıyoruz:

"Nadir Nadi'nin ilkeli ve tutarlı kişiliği, günün moda akımlarına itibar etmeyişi her dönemde birilerini rahatsız etmiştir. Sürüden ayrılan birine tahammül edemeyen çevreler 1940'lı yıllarda onu 'Nazi hayranı' olmakla suçladılar. Aynı çevreler 1960 ve 70'li yıllarda bu kez 'aşırı solcu, komünisttir' diye tempo tuttu.

Şimdi, yazı dizisinin "Sunuş" bölümünde yer alan bu satırların gerçeği ne derece yansıttığını değerlendirecek olursak:

Doğru, Nadir Nadi'nin 1960 ve 70'li yıllarda hiç mi hiç haketmediği halde sağcı basın tarafından "aşırı solcu, komünist" diye suçlandığı doğrudur. Buradaki "haketmemek" sözcüğünü isteyen istediği gibi anlayabilir... Yani "olumlu" anlamda da, "olumsuz" anlamda da... Ama şurası bir gerçek ki, Nadir Nadi, "aşırı solcu, komünist" olup olmadığı bir yana, "solcu" bile değildi.

Ancak, "Sunuş"un Nadir Nadi'nin "Nazi hayranı" olmakla "suçlandığı"na ilişkin satırlarının bu tarzda yorumlanması mümkün değil. Çünkü biliyoruz ki, Nadir Nadi, Nazi Almanyası'nın savaşı kaybetmesi üzerine "İnsanlığın gözü aydın!" türü bir başyazı yayımlamayı ihmal etmese de, savaş döneminde açıkça "Nazi hayranı"ydı.

Hatırlayanlarınız çoktur: Nadi'nin "Nazi hayranlığı" meselesi bir suçlama, dedikodu ya da bir yakıştırmanın ürünü değildir. Nadi'nin bu özelliği, savaş yıllarında başta Sabiha Sertel olmak üzere Nazi karşıtı önemli bazı gazeteciler tarafından delilleriyle birlikte yüzüne karşı da söylenmişti.

Dolayısıyla, bu çerçevede, Miyase İlknur imzalı yazı dizisinin ikinci bölümünde yer alan "Nadir Nadi'nin Viyana yılları"na ilişkin bilgiler de eksik! Nazi Almanyası'nın işgalindeki Viyana'dan, gazetesine, "Bana burada Yahudiler'le karıştırılmamam için yakama ayyıldızlı bir rozet takmamı tavsiye edenlere katılmıyorum, çünkü benim burnum özellikle profilden hakikati zaten apaçık ilân ediyor!" mealinde "sevimli/sıradan ırkçı" mektuplar gönderen kişi Nadir Nadi değil miydi?

İnsaf yani... Her şey bir yana, Cumhuriyet okurlarına yönelik bir saygısızlık değil mi bütün bunlar? (K.B.)


Nasıl yani?

Başlık: "EN ÜNLÜ TÜRK SÜREYYA AYHAN..."

Spot: "Financial Times Gazetesi övgüler yağdırdığı milli atlet için böyle dedi."

Haber: "(...) İngiltere'nin saygın iş ve finans gazetesi Financial Times, geniş yer ayırdığı Süreyya Ayhan'dan, 'Tarihteki en ünlü kadın Türk atleti' diye söz etti." (Vatan, 21 Ağustos)

Birinci sayfa anonsu: "FINANCIAL TIMES: EN ÜNLÜ TÜRK KADINI SÜREYYA..."

Başlık: "KORGUN'DAN ÇIKARAK TARİHE GEÇEN EN ÜNLÜ TÜRK KADINI SÜREYYA..."

Haber: "(...) Süreyya Ayhan'ı 'Korgun'dan çıkarak tarihe geçen en ünlü Türk atleti' olarak tanıtan gazete..." (Zaman, 21 Ağustos)

Başlık: "SÜREYYA EN ÜNLÜ TÜRK KADINI..."

Haber: "(...) Süreyya Ayhan için 'Son 6 yılın en hızlı 1500 metre koşucusu, tarihteki en ünlü Türk atleti' ifadelerine yer verdi..." (Sabah, 21 Ağustos)


İKTİBAS YOLUYLA MİSAFİR
Şaka gibi...

Aşağıda okuyacağınız haber, 20 Ağustos tarihli Vatan gazetesinin sürmanşetinde yer aldı... Başlıkta "Şaka gibi"yi mi yoksa "Editoryal bağımsızlığın zirvesi"ni mi (ünlemli olarak tabii) kullanalım diye biraz tereddüt ettikten sonra birincide karar kıldık:

"SOYGUNA İSYAN... 'İçeride yatan bir tane batık bankacı kalmadı' diyen Adalet Bakanı Çiçek, zehir zemberek açıklamalar yaptı... Bu ülkede en ufak bir şey çalanı devlet yakalıyor. Soluna bir jandarma, sağına bir jandarma mahkemeye çağırıyor, sonuçta içeri tıkıyor. Ama büyük vurgunları yapanlara aynı hassasiyet gösterilmiyor. Bu kadar bankanın soyulduğu kesin olmasına rağmen içeride yatan bir tane bankacı kalmadı... Acaba yargı mensupları mı yargılama yapamıyor, yoksa devletin ilgili birimleri ya da gırtlağına kadar pisliğe batmış birtakım bilirkişiler mi engelliyor. Bankaları soyanlar ortada; yatları, katları duruyor. Biz de bu yolsuzlukların bedelini maaşlarımızdan, vergilerimizden ödemeye devam ediyoruz..." (A.G.)


'İslam feminizminin simgesi' olarak türban

Sabah gazetesi yazarı Ömer Lütfi Mete'nin "Ampulü türban yaktı" başlıklı yazısından...

"(...) Başörtüsü simge, ama siyasal İslam'ın değil, öncelikle İslam feminizminin!

"İslamcı kadının erkeklerin alanına girme savaşının bayrağı. Öyle olmasaydı, başörtülü kız geleneksel İslam ilmihaline kafa tutamazdı. Malum; 'Mızraklı' türünden tarifelere göre Müslüman kadının başını örtmesi kadar, erkeklerle karışık oturup kalkması da, okuması da günah. Sadece saçı değil, sesi de mahrem!

"Başörtüsü erkeğe başkaldırıdır: Senden aşağı yanım yok; her yere girerim, her işi yaparım!

"Ayrıca üstü başörtü altı kaval olduğu zaman, sadece erkeklere değil, 'çağdaş' hemcinslere de meydan okumadır: Kokum da Vakko, dokum da; ne farkımız var?"


22 Ağustos 2003
Cuma
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED