AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Dön baba dönelim

Okurlar bir âlem. İstanbul ve İzmir'e kimlerin belediye başkan adayı olabileceği konusundaki yazım başka gazetelerde de dikkat çekti, yorumlara sebep oldu; ancak bir okur, o yazının çıktığı gün, "Kardeşim, başka konu mu bulamadın?" serzenişini ulaştırdı bana... Teklif ettiği konu ise, yazımın gazetede çıktığı gün Mardin'de meydana gelen, mayına çarparak şehit olan üç er olayı... Okur, herhalde böyle bir olayın olacağını öngörmemi bekliyordu benden...

Beklentisinde bütünüyle haksız da değil. Türkiye gibi aynı filmin sıkça gösterildiği bir ülkede, göreviniz gereği o filmi her defasında izlemek zorunda kalanlardansanız, bir sonraki kare hakkında fikir beyan etmeniz elbette zor olmaz. "Dön baba dönelim" sözünü hak eden bir ülke burası. Benim başım döndü, dönme dolabı çevirip duranlar ise asla yorulmuyorlar...

Hatırlayacaksınız: Ramazana girerken, geçmiş yıllarda yaşadıklarımızdan hareketle, "Bu kutsal ayı bize burnumuzdan getirebilirler" diye yazmıştım. Beklediğim, Fadime Şahin-Ali Kalkancı türü mizansenlerdi; daha büyük prodüksiyonları da tamamiyle hesap dışı bırakmamıştım ama. Ramazanda yaşadıklarımızı beraberce izledik; en kötü senaryolara rahmet okutacak görüntülerdi bunlar... Bir okur, "Sen bunların olabileceğini yazdın, ama sanki yazmamış gibi oralı olmuyorsun" diye takılabildi. Eğer "Ben yazmıştım" diye böbürlenseydim, kimbilir kaç okur, "Çok gururlusun" diye iç geçirecekti...

Değil ayol, gururla da, unutkanlıkla da, hatta olayları hep kötü tarafından ele almakla da bir ilgisi yok bu durumun... Biraz yaşlanıyorum, o kadar... Yaşlanmanın gururla, unutmakla ve olayları hep kötü tarafından ele almakla ilgisi ise çok yakın... Genç olsam, hayata ve gelişen olaylara ben de daha farklı bakardım...

Gözlerim, İstanbul'da meydana gelen ikiz saldırıları herkesin gördüğü gibi görmeye yanaşmıyor, mantığım anlatılanları olduğu gibi kabul etmeye direniyor. Çok basit bir sebepten: İki saldırıyı öngörme becerisi gösteremeyenleri saldırı sonrasında zihni fazla açılmış ve olağanüstü 'başarılı' buluyorum... Bu da bana garip geliyor...

Bir ihtimal de, siyasî gerilim romanlarına aşırı düşkünlüğüm... Kim tarafından yazılmıştı, romanın adı neydi hatırlayamıyorum, ama bugünlerde yaşadıklarımızın bir benzerinin daha önce roman biçiminde anlatıldığını çok iyi biliyorum: Herhangi bir ülkede dış ve iç odaklar tarafından varlığına alışılamayan bir iktidar... Bu iktidarın yumuşak karnı hassasiyetler üzerine oturtulan bir müdahale senaryosu... Kimsenin tasvip etmeyeceği türden eylemlerden sonra iktidarın başının kendisi ile olaylar arasında irtibat kurulmasına yol açacak açıklamaları...

Ya aynı romandaydı, ya da bir başkasında, devletin iktidarı bilgiyle beslemesi gereken birimlerinin kendi başlarına hareket ettikleri ayrıntısı da önemliydi. İktidarın ilgili kişileri, kendilerinin de adına olup-bittiği sanılan olayları yalnızca izliyorlardı o olaylar gelişip dururken... Dediğim gibi romanın adı aklımdan çıkmış durumda, ancak okurken, "Bu kadar gâfil ve kendi kuyusunu kazan bir siyasî kadro da olur mu canım?" diye düşündüğüm dün gibi aklımda. Hatta, iktidar kadrosu içinden bazıları, ortalık karıştığında koltuğun kendilerine teslim edileceği hesabıyla, o arada kendi özel projelerini hayata geçirme telâşına düşüyorlardı... Sonra, şartlar olgunlaştığında... Yok, en iyisi adını hatırlayamadığım romanın sonunu yazmayayım...

Kaba hatları zihnimde capcanlı duran, ancak kime ait olduğunu bir türlü çıkartamadığım bu siyasî gerilim romanını okumuş olanınız var mı içinizde?

Bir uyarı gerekiyor: Romanlarda yazılanlarla gerçek hayat arasında birebir ilişki kurmak hatadır. Bazılarının sıkça düştüğü bir hata bu. Türkiye'nin önünde Kıbrıs'la irtibatlı Avrupa Birliği (AB) konusu var sözgelimi; iktidar umudunu AB üyeliğine bağlamış ve bunun için elinden gelenin azamisini yerine getirir görünüyor. Birileri, Tayyip Erdoğan'a, "AB olmasa da olur" diyor olsa ve onu bu yolda yanlışlara sürüklese neyse...

Ya da, etrafında hepsini bulundukları yere kendisinin getirdiği bakanlar ve danışmanlar değil de gönlü başka yerde kadrolar bulunsa kritik anlarda yaptığı çıkışları başka anlamlara çekebilirdik... Oysa, günün neredeyse 24 saatini birlikte geçirdikleri, kendisine akıl verenler, emir ve tâlimatlarını yerine getirenler, bildiği, tanıdığı ve güvendiği insanlar...

Ben diyorum size, "Romanla gerçek hayat farklı" diye... Farklı olmasaydı, İstanbul'daki saldırılardan sonra medyanın gündemine taşınan tartışmaları daha değişik bir açıdan değerlendirebilir ve "Bunlar, şartları olgunlaştırma yolunda değerlendirilen malzemeler" diyebilirdim. Sanki, her yeni olay, soruşturma, açıklama, iktidarın tabutuna çakılan bir çiviymiş gibi... Ancak, o zaman, her baktığında 'komplo' gören hastalıklı bir zihne sahip olduğumu iddia edenler çıksa, ben bile, "Haklısın" itirafında bulunmak zorunda kalırdım...

Bazı okurları kızdıracağımı bilsem de, İstanbul ve İzmir'e kimin belediye başkanı olacağı gibi Türkiye'nin en önemli sorunu sayılmayacak konulardan başımı alamıyorum ben. Çok daha ciddi, öngörüsü kuvvetli, gelecekte olacakları bugünden tahmin edebilen biri olmadığıma da şükrediyorum...

Okurlar bir âlem...


3 Aralık 2003
Çarşamba
 
TAHA KIVANÇ


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED