AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Kendimden yine kendime nasıl kaçabilirim?!? (II)

Kendinize kendinizde biraz yer açmaktan niçin bu kadar korkuyorsunuz? Niçin hiç kendinizle ve biraz da kendiniz hakkında konuşmayı denemiyorsunuz?

Dilerseniz buradan devam edelim:

Çok gariptir, ne zaman bazı dostlara "Niçin kendinizi hiç özlemiyorsunuz? Neden kendinizle sohbet etmekten, kendinizle hallenmekten, kıyl u kali bırakıp biraz da evinizde (gönlünüzde) oturmaktan bu kadar korkuyorsunuz? Haydi biraz da kendinizle meşgul olmayı deneyin, bir defa deneyin, bir defalığına deneyin, bakalım başarabilecek misiniz?" desem, hemen şiddetle tepki veriyorlar ve hatta böyle bir davetten ürkmüş bir halde ne yapacaklarını şaşırıyorlar. Kurtarmak üzre yola çıkanların kurtulmak üzre yol çıkmaktan bu kadar korkmaları ne korkunç! Başkaları için yola koyulanların, istikametlerinin hep taşra'ya (dışarı'ya) doğru olmasını bir fazilet addetmeleri koca bir yalanmış, ne çıkar? Şu çıkar: Bu yalan dahi sahibinin kendisine değil, başkalarına söylediği bir yalan!

Acep sebebi ne ola ki?!

Sebebi basit: Kendisine yalan söylenebilecek kadar bile bir kendiliğin kalmaması!

(....)

Geçen gece, sabaha karşı, henüz ezanlar semayı çınlatmadan evvel, eski bir dostla Çengelköy'de deniz kenarında yürüyüşe çıkmıştık... Yollar bomboştu, İstanbul yine her zamanki güzelliğiyle tek başına ve sanırım biraz da hüzünle güneşin o ilk ışıklarını karşılamaya hazırlanıyordu. Arzın dibinden çıkıp gelerek gövdesini çiğnemeye ahdetmiş insan yığınlarının hoyratlığından yorulmuş İstanbul, felaket öncesinde belki biraz mahzun ve fakat oldukça sakin bir şekilde bu eski iki ahbabının hiç değilse sükunetine tanık olmalarını ister gibiydi. Uzun uzun yürüdükten sonra, dostum gözlerini şiyan'a doğru sabitleyip ""Hayat çok zor demek çok zor!"deyiverdi. Birşey diyemedim. Haklıydı.

(....)

İnsanın kendisiyle konuşması, kendisiyle sohbet etmesi niçin bu kadar zordur bilir misiniz, kendisiyle nasıl konuşacağını bilememesinden... nasıl karşılanacağını kestirememesinden.... kendisiyle karşılaştığında uzun süredir ihmal ettiği kendisine söyleyeceği o ilk sözü bulamayacağı korkusunu yenememesinden...

Oysa taşradan konuşmak ne de kolaydır! Evet, çok kolaydır başkalarıyla didişmek... başkalarını didiklemek.... başkaları için didinmek.... Taşra (dışarı) sözkonusu olunca söz ne de çoğalır?! Yığın yığın malumat sofraya arz-ı endam eyler... Hep birlikte kaşıklanır nice hayat... Nice yalan besler taşrayla doymaktan şişmiş mideleri...

Kendisin'den kaçmak.... bir panik halinin göstergesidir demiştik... ve "...e" halinin de neye ve nereden soruları cevaplanmadıkça akibeti böyledir diye eklemiştik.

Lakin "...ile" hali böyle mi?

"Kendi kendisi'yle konuşmak..." böyle değil, aksine "...ile" hali hep beraberlik bildirir; vuslat halidir... Bu bakımdan kişinin kendi kendisiyle konuşması, kendi kendisiyle beraber olması demektir. Beraberliğin iki yakasında da zahiren birer 'ben' varmış gibi görünür belki ama aslında varolan bir ve tek ben'dir. 'İki yaka' tasavvuru bir vehim iken, beraberlik aynılık demektir; yani iki ayrı ben'in birleşmesi değil, zaten bir olanın birliğinin gerçekleşmesidir; hakikatte bir olanın bir görünmesidir.

"Sen'den... sen'e..." işte tam da burada tüm libasını çıkarıp "Ben'den... ben'e...." suretiyle boy gösterir ve böylece sadece "...ile" haliyle yaşamayı seçer taşraya inat.

"Kendinden kaçmak" başkalarına doğru, başkaları için, başkaları adına yol almaktır; herkesleşmektir. Bir düşünsenize, herkes içinde kendinizi farketmeniz, tanımanız ne de güçtür! Kendinizi tanıyamazsınız, kendinizi tanıyamayacak hale gelirsiniz, üstelik kendiniz de tanınamayacak hale gelmiştir çoktan... Tanıyacak olan kim? Siz! Tanınacak olan kim? Yine siz! (Unutmamak gerekir ki kişinin kendisiyle tanışamaması 'herkes' yüzünden değil, bilakis 'herkesleşme' yüzündendir.)

Özlemedikçe, özleşmedikçe (=özle uzlaşılmadıkça) kişinin "Ben hakikatim!" diye haykırması nasıl mümkün olsun! Olmaz!

Lütfen bir düşünün, en son ne zaman kendinizi ziyaret ettiniz, en son ne zaman kendinizle hasbihal ettiniz? Önemsediğiniz nice şey arasında bir bakınız bakalım hiç kendinize rastlayabilecek misiniz?

'Ben' adına önemsenen bir 'şey'in var olduğunu hepimiz biliyoruz. Aptalca, çiğ bir gururun sebebi kılınan ve böylelikle güya önemsendiği sanılan bir iskelet var ortada, bu doğru! İyi ama cevap vermek gerekmez mi: Siz, diye diye o iskelete mi 'ben' diyorsunuz?

Not: Programda adımı göremeyen öğrencilerimden aldığım onca iletiye tek tek cevap vermenin güçlüğü sebebiyle kısa bir açıklama yapmak zaruri oldu: Bundan böyle Bilim-Sanat Vakfı'ndaki derslerime devam edemeyeceğim. Sebebi ise Zerdüşt değil, Smith!


23 Mart 2003
Pazar
 
DÜCANE CÜNDİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED