T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
"İbn Sina Mantığı" hakkında makale yazan Başbakan

Osmanlı'nın son dönem aydınları ve hatta âlimleri devlet-i aliyye'yi kurtarmak adına sahip oldukları zihnî birikim ve zenginlikleri küçümsemekten, hatta reddetmekten kaçınmamışlar, buna mukabil Avrupa pazarında fikir adına tedavüle sokulan değerli-değersiz ne varsa -ulaşabildikleri kadarıyla- onları önemseyip öne geçirmeyi ihmal etmemişlerdi. Mehmed Akif merhumun devrinin klasik Arapça'yı çok iyi bilen dört kişiden biri olduğu, hatta bu hakikati o bildik bütün tevazûuna rağmen bizzat itiraf ettiği halde, kendisinin bu meziyetini neredeyse bir hiç mesabesinde görüp sırf gündelik Arapça'yı konuşamadığı için klasik eğitimi "Birgivî Arapçası" deyu hafife alması gibi, o dönem münevverânı da mensubu bulundukları ilim ve kültür geleneğinin kendilerine kazandırdığı vasıflarla övünmek yerine, kazandır(a)madığı vasıfların mahrumiyetiyle dövünüyorlardı. O en çetin Arapça klasikleri kolaylıkla okumayı mümkün kılan "Emsile-Bina-Avamil…" külliyatı suçlu idi; zira imparatorluğu kurtarmak isteyenlerin hiçbir işine yaramıyordu. Onların işine yarayacak olan mesela bir "Lugat-ı Fransevî" idi.

Bir müessese iflas ettiğinde, herhalde o müessesenin zaten akl-ı selimini yitirmiş halde bulunan sahibini çileden çıkaracak yegâne tavsiye, kendisinden namuslu ve ahlaklı olmaya devam etmesini istemek olacaktır! Çünkü cevap hazırdır: "Bugüne kadar namuslu olduk da ne oldu sanki?" (Bugün bazı İslamcılar da böyle yapmıyorlar mı?!?)

Mukadder çöküşe razı olmak enkazın altında kalacaklar için tahammül edilebilir bir şey değildir; zira böyleleri kendilerini değil, bilakis kendilerinden öncekileri mesul tutmayı tercih ederler ki doğrusu pek haksız da sayılmazlar. Çökmüş ya da çökmekte olan bir ilim ve fikir geleneğinin mensupları için de durum bundan pek farklı değildir. Savundukları bir işe yaramaz; dolayısıyla silahları değiştirmek, mümkünse düşmanın silahıyla silahlanmak en iyisidir.

Bu psikozun tesirine giren kimseler, hemen siyasî hatta ticarî çöküntü ile zihnî, fikrî, dinî duruş arasında paralellik kurmaya çalışırlar. Yenilgi olumsuzdur; zira sonuçları katlanılabilir gibi değildir. [Koca imparatorluğun parça parça olmasına hangi yürek dayanabilir, hâkim bir milletin mahkumiyetine hangi vicdan katlanabilir (idi)?] Galipleri taklid etmek, onların sahip olduklarına sahip olmak ve tabiatıyla asırlardan beri sahibi bulunulan ne varsa hepsinden -yenilginin gerekçesini teşkil ettikleri iddiasıyla- kurtulmaya çalışmak, bu hengâmede bulunan tek çözüm gibidir. (Almanlar I. Dünya Harbinde de, II. Dünya Harbinde de hâk ile yeksan oldukları halde tam da bu yenilgiler sırasında dünyanın en büyük filozoflarına ve en köklü felsefî yorumlarına sahip olduklarından bir an bile kuşkulanmadıkları halde, bizimkilerin aklına futbol maçında yenilseler bile "Biz zaten adam olmayız" demekten başka birşey gelmiyor, gelemiyor.)

Hasılı, sonuç iğrenilesi bir aşağılık kompleksine tutulmak ve bir daha kurtulamamak oldu.

Ne yazık ki başımıza gelen açıkçası budur! Kendi ilim ve fikir geleneğinin düşünürlerini şapşallıkla, hırsızlıkla, cahillikle suçlayan, fakat buna mukabil kendilerini bir şey iken, hiçbir şey kılmaya azmetmiş olanları başüstünde tutan utanılası öğretim görevlileri…

Bugün Batı üniversitelerinde Grekçe ve Latince bilmeyenler Felsefe bölümlerinin koridorlarında bile dolaşamazken, bizimkiler Arapça, Farsça ve Osmanlıca'ya vakıf olmaya çalışacaklarına, hatta böylesi bir vukufiyetin her halukârda bir iftihar vesilesi olacağını düşüneceklerine, FONO İngilizcesiyle fiyaka yapmaya çalışıyorlar. Hiç mübalağa etmeden söylüyorum: Bugün herhangibir İlahiyat Fakültesine girecek olan adaylar arasında Japonca ve Çince bilenler, Arapça veya Farsça bilenlerden daha avantajlı bir durumdadırlar ve bu hâl traji-komik bir zihin sefaletine delaletten gayrı bir mânâ taşımamaktadır!

Oysa ne tuhaf değil mi, İbn Sina hakkında hazırlanan devasa bir kitabın Mantık kısmını bu ülkede Başbakanlık yapmış bir zat, Şemseddin Günaltay kaleme almıştı. Yıllarca liselerde okutulan bir Mantık kitabının yazarı ise yine Maarif Vekili Hasan-Ali Yücel idi.

Yarım asır sonra, bugün, değil öğrenciler, Mantık Kürsüsünü işgal eden hocalar dahi seleflerinin yazdıklarını anlayamıyor ve "Sokrat ölümlüdür" ile "Sokrat ölüdür" ifadelerini birbirlerine karıştırıyorlar. Mübalağa ettiğimden şüphelenenler varsa lütfen zahmet edip "tezad" ile "tenakuz" arasındaki farkı yakınlarına sorsunlar, sormaya üşenirlerse bari kendileri cevap vermeyi denesinler.

İnanınız, ben aradım ve fakat doğru bir cevap verebileni bulamadım.


23 Şubat 2003
Pazar
 
DÜCANE CÜNDİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED